tag:blogger.com,1999:blog-14848721294002734912024-03-27T09:35:28.929+03:00İnsan Doğası ve Evrimİnsan Doğasıhttp://www.blogger.com/profile/08055395730180906657noreply@blogger.comBlogger81125tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-51902843306653802532019-06-08T02:10:00.003+03:002024-03-25T19:32:32.733+03:00İslam Uygarlığında Evrim<br />
<div class="MsoNormal">
Orta Çağ İslam biliminde biyolojik evrim fikri olup
olmadığı, bunun modern evrim teorisine ne ölçüde benzediği ve ne ölçüde onun
öncüsü sayılabileceği son yıllarda akademik literatür kadar popüler medyada da
daha sık tartışılır oldu. Bu yazıda bu tartışmaların bir özetini yapacağız
ve<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>eldeki metinlerin aslında tartışmaya
fazla yer bırakmadan tek bir sonuca işaret ettiğini göstermeye çalışacağız.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Öncelikle konuyla ilgili İnternet kaynaklarına bakalım.
<b><a href="https://bilimveutopya.com.tr/evrim-kuraminin-temellerini-atan-orta-cag-islam-bilim-insanlari" target="_blank">Yavuz Unat</a></b> Bilim ve Ütopya'da evrim teorisinin temellerini Orta Çağ İslam bilim
adamlarının attığını söylüyor. <b><a href="https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47414410" target="_blank">BBC Türkçe</a></b> El-Cahız'ı Darwin'den 1000 yıl önce
evrim fikrini ortaya atan Müslüman olarak tanıtıyor ve doğal seçilimden
bahsettiğini söylüyor. <b><a href="https://t24.com.tr/yazarlar/tayfun-atay/islamiyet-te-evrim,21853" target="_blank">Tayfun Atay</a></b> BBC'nin haber yazısını kendi köşesine
taşıyor. <b><a href="https://evrimagaci.org/evrim-ve-doga-uzerine-kafa-yormus-islam-alimleri-451" target="_blank">Seda Baykal Köse</a></b> benzer şekilde evrim üzerine kafa yormuş İslam
alimlerini tanıtıyor. <b><a href="https://www.haberturk.com/yazarlar/celal-sengor-2466/1833876-evrim-teorisi-darwinden-cok-once-islam-alimlerinde-vardi" target="_blank">Celal Şengör</a></b> evrim teorisiyle evrim düşüncesi arasında bir
ayrım yapmadan evrim teorisinin İslam alimlerinde var olduğunu iddia ediyor.
Modern evrim teorisiyle Orta Çağ'daki evrim düşüncesi arasındaki önemli
farklara dikkat çeken kişi olarak ise Caner Taslaman'ı görüyoruz. <b><a href="http://www.evrim.gen.tr/evrim-teorisi-ortaya-konulmadan-onceki-felsefe-bilim-ve-biyoloji-tarihi/islam-dusunurlerinde-evrim-fikri/" target="_blank">Taslaman</a></b> Orta
Çağ düşünürlerinin evrim dediklerinde daha çok ruhani gelişimi ve varlık
mertebelerini kastettiğini, bunun biyolojik evrimden farklı olduğunu söylüyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Akademik literatüre baktığımızda da benzer tartışmalar
görüyoruz. <b><a href="http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/772/9842.pdf" target="_blank">Mehmet Bayrakdar</a></b> (1983) Darwin'den önceki evrim fikirlerine dikkat
çekenlerden daha ileri giderek biyolojik evrim teorisini ilk ortaya atanın 9. yüzyıl
Müslüman zooloğu el-Cahız olduğunu söylüyor. <b><a href="https://dergipark.org.tr/download/article-file/14539" target="_blank">İsmail Yakıt</a></b> (1984) benzer şekilde
evrim teorisinin Darwin tarafından kurulmadığını ve temellendirilmediğini iddia
ediyor. <b><a href="https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/00219266.2016.1268190" target="_blank">Aamine Malik ve arkadaşları</a></b> (2018) evrim düşüncesiyle evrim teorisi
arasında bir ayrım yapsa da evrim düşüncesinin tarihine Müslüman düşünürlerin
yaptığı katkının Batı'da bilinçli olarak göz ardı edildiğini söylüyor. <b><a href="https://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/zygo.12519" target="_blank">Shoaib Ahmed Malik</a></b> (2019) ise Orta Çağ İslam düşünürlerindeki evrim anlayışının modern
evrim teorisinden çok farklı olduğunu, bu düşünürlerin metinlerinden biyolojik
evrim fikrini çıkarmanın hata olacağını iddia ediyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu tartışmalara açıklık getirmek için bu yazıda şöyle bir
yol izleyeceğiz: Önce İslam düşünürlerini dışarıda bırakarak Eski Yunan'dan
Darwin'e kadar evrim düşüncesinin tarih içindeki gelişimine kısaca bakacağız.
Arkasından modern evrim düşüncesini öncelediği iddia edilen üç İslam düşünürünü
ele alacağız. Buradaki amacımız bu düşünürlerin eserlerinde, modern evrim
teorisinde var olup kendilerinden önceki eserlerde var olmayan unsurların
bulunup bulunmadığını saptamak olacak.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Evrim Düşüncesinin
Kısa Tarihi<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Biyolojik evrim düşüncesi bildiğimiz kadarıyla ilk olarak
Eski Yunan filozofu Miletoslu Anaksimandros'ta geçiyor. Anaksimandros (M.Ö. y. 610-546) ilk hayvanların suda yaşadığını, kara hayvanlarının da ilk olarak suda
doğduğunu, insanın atasının da balık olduğunu söylemişti. Benzer şekilde
Empedokles de (M.Ö. y. 490-430) türlerin zaman içinde değiştiğini söyleyerek
biyolojik evrimi savunmuştu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Daha sonra gelen Platon ve Aristoteles'te ise türlerin sabit
olduğu fikrini görüyoruz. Zira türler canlıların formlarıdır ve formlar
fiziksel nesneler gibi değişime tabi değildir. Fakat Aristoteles sonradan s<i>cala naturae</i> (hayat merdiveni veya varlıklar zinciri) denen fikriyle evrim
düşüncesine katkıda bulunmuştur. Buna göre bütün varlıklar hiyerarşik bir düzen
içinde bulunurlar. Daha sonra Yeni Platoncular tarafından ayrıntılandırılan ve
Orta Çağ'ı derinden etkileyen bu düşünceye göre varlıklar en mükemmelden en
aşağı seviyeye doğru şu şekilde sıralanırlar: Tanrı, melekler, insanlar,
hayvanlar, bitkiler, mineraller. Bu seviyeler bir tür süreklilik arzetse de
seviyeler arasında geçiş yoktur. Yani bir seviye diğerine dönüşemez.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyfrF4JeGu0UmTXa6FA4g8D7p_cMlxHZ4eBXttNqQEnPpQBIzDWefhWKwmkFg22wPfrrzh0JSmgcwGNKgk836nMeCBHzjCHjMXchZI1Sy82slZsDw0IAggyUKQNn662p4IDr_NIlYA-mLb/s1600/chain.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="212" data-original-width="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyfrF4JeGu0UmTXa6FA4g8D7p_cMlxHZ4eBXttNqQEnPpQBIzDWefhWKwmkFg22wPfrrzh0JSmgcwGNKgk836nMeCBHzjCHjMXchZI1Sy82slZsDw0IAggyUKQNn662p4IDr_NIlYA-mLb/s1600/chain.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">1579 tarihli bir varlıklar zinciri (great chain of being) çizimi</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Evrim düşüncesinin tarihindeki bir sonraki önemli adım
Epikurosçu felsefeci ve şair <b><a href="https://plato.stanford.edu/entries/lucretius/" target="_blank">Lucretius</a></b> (M.Ö. y. 99-55). Lucretius <i>De Rerum
Natura</i> (Şeylerin Doğası Üzerine) adlı uzun şiirinde evrenin tarihini
anlatır. Buna göre canlılar tanrıların müdahalesine gerek kalmadan Gaia'dan
kendiliğinden türemişlerdir. Türeyen birçok canlı formundan ancak çok küçük bir
kısmı hayatta kalmayı başarmıştır. Bunlar üreyerek bugün gördüğümüz canlıları
oluşturmuştur. Bu fikrin modern doğal seçilim fikrine benzerliği dikkate
değerdir. Lucretius benzer şekilde insan uygarlığının gelişimini de tamamen
doğal süreçlerle açıklar: İnsanlar doğanın sunduğu yangın ve ses gibi nesneleri
alıp geliştirmişler, bu sayede ateşe ve konuşma diline sahip olmuşlardır
(Sedley, 2018). <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br />
Burada coğrafi bir sıçrama yapıp Çin'e gidelim. Taocu düşünür Zhuang Zhou (M.Ö. y. 369-286) kendi adını taşıyan kitabında bireysel organizmalar gibi türlerin de sabit olmayıp sürekli değiştiğini söyler. Bu değişimin sebebi de çevresel değişikliklerdir. Bilimsel bir teori niteliğinde olmasa da burada açıkça biyolojik evrimden bahsedildiğini görüyoruz.<br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Şimdi de yaklaşık 1800 yıllık bir sıçrama yapıp Jean-Baptiste
Lamarck'a gelelim. Lamarck (1744-1829) ilk bilimsel evrim teorisini ortaya atan kişi
olarak bilinir. Lamarck'ın evrim görüşünü Darwin'inkinden ayıran iki önemli yön
var. Birincisi, Lamarck kendinden önceki birçok evrimci düşünür gibi türlerin
birbirine dönüştüğüne (transmutasyon veya transformizm) inanıyordu. 1809
tarihli <i>Philosophie</i> <i>Zoologique</i> adlı kitabında basit canlı
formlarının sürekli olarak kendi kendine oluştuğunu ve bu formların
karmaşıklaşmaya yönelik içsel bir güce sahip olduğunu iddia etti. Lamarck
canlıların çevrelerine uyum sağlayacak özelliklere sahip olduğunun farkındaydı.
Bunu açıklamak için organizmaların<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kullanılan ve işe yarayan organlarının geliştiğini, kullanılmayanların
köreldiğini ve bu değişikliklerin sonraki kuşaklara aktarıldığını ileri sürdü.
Sonradan edinilmiş özelliklerin aktarımı fikri Lamarck'ın teorisini
Darwin'inkinden ayıran ikinci önemli yöndür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Son olarak modern evrim teorisinin kurucusu sayılan Charles
Darwin'e (1809-1882) bakalım. Darwin 1859 tarihli <i>On</i> <i>the Origin of
Species</i> kitabında bütün canlı türlerinin tek bir kökenden geldiğini ve
zaman içinde farklılaşarak bugün gördüğümüz zenginliği ortaya çıkardığını ileri
sürdü. Bu evrim görüşü daha öncekiler gibi basitten karmaşığa doğru giden tek
bir zincir şeklinde değil, tek bir kökten çıkıp farklı çevre şartlarına göre
çeşitlenen dallara sahip bir ağaç şeklindedir. Dolayısıyla bugün gördüğümüz
türler birbirlerine dönüşmezler. Tek bir atadan türeyip farklılaşarak ortaya
çıkarlar. İkinci olarak, evrimsel süreçte değişen bireysel organizmalar
değildir. Tür içinde farklı özelliklere sahip organizmaların ne kadar başarılı
bir şekilde ürediğine bağlı olarak popülasyondaki özelliklerin sıklığı zaman
içinde artar veya azalır. Yani zaman içinde değişen şey popülasyonların
bileşimidir. Buna doğal seçilim denir. Bu değişiklikler zaman içinde biriktikçe
ve popülasyonlar birbirlerinden ayrıldıkça birbirleriyle çiftleşemeyecek ve
dolayısıyla farklı türler haline gelecek kadar farklılaşabilirler. Buna da
türleşme denir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTuxOo5qxdL3l_QeUZHkDAxBLGRSOnv6RU0AFpe8KsEUlMc9M5jZKv0DdhOwFv83q8YY9kXU7pP-gKIagGmxiJoLFdP8pWN4YRbqTll3XYO9N9hX2cXCpHWkpx5d7lat1ttHUNfLhwjjP-/s1600/Darwins_first_tree.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="612" data-original-width="610" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTuxOo5qxdL3l_QeUZHkDAxBLGRSOnv6RU0AFpe8KsEUlMc9M5jZKv0DdhOwFv83q8YY9kXU7pP-gKIagGmxiJoLFdP8pWN4YRbqTll3XYO9N9hX2cXCpHWkpx5d7lat1ttHUNfLhwjjP-/s320/Darwins_first_tree.jpg" width="318" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Darwin'in 1837 tarihli not defterinden evrim ağacı</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu tarihsel bilgiler ışığında şimdi Orta Çağ İslam
uygarlığındaki üç önemli düşünürü ele alıp bunların evrim görüşünün ne ölçüde
Antik Çağ'daki fikirlere, ne ölçüde modern evrim teorisine benzediğine bakalım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
El-Cahız<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Basralı El-Cahız (776-868/869) yedi ciltlik <i>Kitabü'l-Hayevan</i>
adlı eserinde hayvanlarla ilgili bilimsel temele dayanmayan birçok anekdotun
yanında bizi ilgilendirecek iki şeyden bahsediyor: hayatta kalma mücadelesi ve
besin zincirleri. Her hayvan türü kendisinden güçsüz türleri avlar, kendinden
güçlülere av olur. Tür içinde de güçlüler hayatta kalır, güçsüzler yok olur.
Ayrıca Allah her hayvan türüne çevresine uyum sağlamasını sağlayacak özellikler
bahşetmiştir. Benzer şekilde insanlar da iklim koşullarına bağlı olarak açık
veya koyu ten rengine sahip olurlar (Malik ve ark., 2018). Bu fikirler
biyolojinin tarihsel gelişimi açısından önemli olmakla beraber burada ne
türlerin evrimsel değişiklik geçirdiğine dair ne de doğal seçilim mekanizmasına
dair bir ipucu bulabiliyoruz. Evrim teorisini Darwin'den önce kurmuş olması iddiasını
bir kenara bırakalım, Cahız'ın evrim fikrinden bahsettiğini düşünmek için bile
bir sebep yok. Maymunla insanın benzerliğinden bahsettikten sonra maymunun
insana dönüşemeyeceğini açıkça söylemesi Cahız'ın evrimden ziyade Yeni-Platoncu
“varlıklar zinciri” görüşünü benimsediğini düşündürüyor (Malik, 2019). <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
İhvan-ı Safa<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İhvan-ı Safa 8. veya 10. yüzyılda Basra'da yaşadığı
düşünülen ve bilim ve felsefeyle uğraşan gizli bir topluluk. En ünlü eserleri 52
kitaptan oluşan risaleleri. Yeni-Platoncu oldukları için risalelerinde
varlıklar zinciri benzeri hiyerarşilerden bol bol bahsediyorlar. Sırf bundan
bahsetmeleri onları evrimci yapmaya yetmiyor. Fakat bazı modern yazarlar
İhvan-ı Safa'nın canlı formlarının yavaş yavaş ortaya çıktığını, önce
minerallerin, sonra bitkilerin, sonra hayvanların, en son da insanın
yaratıldığını ve hayvanların çevreye uyum sağlayacak özelliklere sahip olduğunu
söylemesinden hareketle onları modern evrim teorisine yakın görüyor (Malik ve
ark., 2018; Shanavas, 2010). Fakat hayvanlardan önce bitkilerin, insanlardan
önce hayvanların yaratıldığı fikri de, hayvanların çevreye uyum sağladığı fikri
de İhvan-ı Safa'dan önce yüzyıllar boyunca dile getirilmiş fikirler.
Dolayısıyla sırf bu fikirler yüzünden İhvan-ı Safa'yı modern evrim fikrinin öncüsü
olarak görmek mümkün değil. İhvan-ı Safa'ya göre çevreye uyumu sağlayan şey
doğal seçilim gibi bir süreç değil, Allah'ın bilgeliğidir. Ayrıca Nasr'ın (1993)
belirttiği gibi İhvan-ı Safa türler veya varlık mertebeleri arasında bir
geçişin olamayacağını düşünüyordu. Bu durum onları modern evrim düşüncesinden
kesin olarak ayırıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
İbn Haldun<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İbn Haldun (1332-1406) Kuzey Afrikalı bir tarihçi. Bazı modern yazarlar (Malik ve ark., 2018; Shanavas, 2010) tarafından en ünlü eseri <i>Mukaddime</i>'de insanın maymundan evrimleştiği fikrinden bahsettiği iddia ediliyor. Fakat dikkatli baktığımızda İbn Haldun'un da maymun-insan benzerliğinden varlıklar zinciri kavramsal çerçevesi içinde bahsettiğini görüyoruz. Hayvanların en üst mertebesinin maymun olduğunu, ondan sonra insanın geldiğini söylerken İbn Haldun maymunun zaman içinde insana dönüştüğünü kastetmiyor. İnsanın varlık mertebeleri zincirinde düşünme yetisi sayesinde maymundan bir adım yukarıda olduğunu kastediyor. Nitekim insan-maymun tartışmasının hemen arkasından İbn Haldun peygamberlikten bahsediyor ve insanların en üst mertebesi olan peygamberlerin bir üst aşamaya, melekler aşamasına, çıkarak onlardan öğrenebileceği her şeyi öğrendiğini, sonra gene bir alt aşamaya inerek sıradan insanlara öğrendiklerini aktardığını söylüyor (Malik, 2019). Bu tartışmanın biyolojik evrimle hiçbir ilişkisinin olmadığı açık.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
Sonuç</div>
<br />
Evrimle ilgili fikir ileri sürdüğü iddia edilen birkaç tane daha Orta Çağ Müslüman düşünürü olsa da bunlara dikkatli baktığımızda ne göreceğimizi artık tahmin edebiliyoruz. Mesela El-Biruni (973-1050) ve Celaleddin Rumi (1207-1273) insanın mineral, bitki ve hayvan aşamalarından geçerek Allah'a dönmesinden bahsederlerken manevi bir yolculuğu kastediyorlardı. İbn Miskeveyh (932-1030) benzer şekilde varlıklar zincirinden bahsediyordu. Bu düşünürlerin hiçbirinde biyolojik evrim fikri yoktur. Modern evrim teorisinin temel taşlarından biri olan türlerin değişebileceği fikri Antik Çağ'da dile getirilmiş, Orta Çağ Müslüman düşünürleri tarafından ise dile getirilmemiştir. Canlıların özelliklerinin tamamen doğal süreçler tarafından oluşabileceği fikri Antik Çağ'da dile getirilmiş, Orta Çağ Müslüman düşünürleri tarafından ise dile getirilmemiştir. Müslüman düşünürlerin fikirlerinin temel ekseni hep Antik Çağ'ın varlıklar zinciri kavramıdır. Malik ve arkadaşları (2018) Müslüman düşünürlerin evrimsel fikirleriyle Darwin'in evrim teorisi arasında bir süreklilik olduğunu iddia etse de şimdi görüyoruz ki asıl süreklilik Antik Çağ'daki Aristoculuk ve Yeni-Platonculukla Orta Çağ İslam düşüncesi arasında. Evrim teorisiyle İslam düşüncesi arasında ise bir uçurum var.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bayrakdar, M. (1983). Al-Jahiz and the rise of biological
evolution. <i>The Islamic Quarterly, 27</i>, 307-315.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Malik, A. H., Ziermann, J. M., & Diogo, R. (2018). An
untold story in biology: The historical </div>
<div class="MsoNormal">
continuity of evolutionary ideas of
Muslim scholars from the 8<sup>th</sup> century to Darwin's time. <i>Journal of
Biological Education, 52</i>, 3-17.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Malik, S. A. (2019). Old texts, new masks: A critical review
of misreading evolution onto historical Islamic texts. <i>Zygon, 54</i>,
501-522.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Nasr, S. H. (1993). <i>An introduction to Islamic
cosmological doctrines</i>. New York: SUNY Press.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sedley, D. (2018). Lucretius. E. Zalta (Ed.), <i>Stanford
encyclopedia of philosophy</i>. <a href="https://plato.stanford.edu/entries/lucretius/">https://plato.stanford.edu/entries/lucretius/</a>
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Shanavas, T. O. (2010). <i>Islamic theory of evolution: The
missing link between Darwin and the origin of species</i>. New York: Brainbow
Press.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yakıt, İ. (1984). Darwin'den önce İslam düşünürlerinde
evrimle ilgili fikirler. <i>Felsefe Arkivi</i>, sayı 24, 101-122.<o:p></o:p><br />
</div>
<div class="MsoNormal">
</div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-82257444928000838082018-04-05T17:46:00.001+03:002020-11-15T12:48:29.487+03:00Din-Bilim Çatışması Bağlamında Evrim ve Müfredattaki Yeri<br />
<i><span face=""arial" , sans-serif">Bu ya</span><span face=""arial" , sans-serif">zı Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 2017 tarihli "Evrim Vardır!" temalı ö</span></i><i><span face=""arial" , sans-serif">zel </span></i><i><span face=""arial" , sans-serif">sayısında Hasan G</span></i><span face=""arial" , sans-serif"><i>.</i></span><i><span face=""arial" , sans-serif"> Bahçekapılı im</span><span face=""arial" , sans-serif">zasıyla yayınlandı</span><span face=""arial" , sans-serif">.</span></i><br />
<i><span face=""arial" , sans-serif"> </span></i>
<br />
<div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ha<span style="background: white; color: #333333;">z</span>iran ayında <span style="background: white; color: #333333;">Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye
Kurulu Başkanı Alpaslan Durmuş yeni müfredatı tanıttı. Yaptığı açıklamalarda
özellikle dikkat çeken iki husus vardı. Birinci olarak, beklendiği gibi
“hayatın başlangıcı ve evrim” konusu müfredatta yer almadı. Durmuş’un bunla
ilgili gösterdiği gerekçe “tartışmalı konuları öğrencilerin henüz
kavrayabilecek bilimsel arka plana sahip olmadıkları kademelerde devre dışı
bıraktık” şeklindeydi. Evrim konusu da öğrenciler henüz bu tartışmayı
yürütebilecek öncüllere sahip olmadıkları için lisans eğitimine ertelenmişti.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #333333; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Evrim eğitimi konusundaki tartışmalara hakim
olanlar elbette bu söylenenleri ikna edici bulmadı. Daha önce defalarca vurgulandığı
gibi evrim bilim dünyası içinde tartışmalı bir konu değil. Tam tersine, evrim
biyolojinin temeli sayılan, onsuz biyolojideki hiçbir şeyin anlam ifade
etmeyeceği bir teori (<a href="http://biologie-lernprogramme.de/daten/programme/js/homologer/daten/lit/Dobzhansky.pdf" target="_blank">Dobzhansky, 1973</a>). Ayrıca evrim Avrupa’daki bütün ülkelerin
ve İran’ın orta öğretim müfredatında yer alan bir konu. Bu ülkelerin
öğrencileri evrimi bu aşamada anlayabilecek donanıma sahipse Türkiye’deki
öğrenciler neden sahip olmasın? Öğrencilerin evrimi anlayabilmek için gerekli
ön bilgiye sahip olmadıkları düşünülüyorsa yapılacak şey evrimi müfredattan
çıkarmak değil, o ön bilgileri müfredata eklemektir. Dolayısıyla bu söylenenler
evrimi müfredat dışı bırakmanın gerekçesi olamaz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #333333; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Asıl gerekçeyi Durmuş’un yaptığı
açıklamalardaki ikinci dikkat çeken hususta görüyoruz. Durmuş müfredata yerli
ve milli değerleri katmaya çalıştıklarını da söyledi. Bunun için verdiği
örneklere (Gazali ve Mevlana) ve ifade ediş tarzına (değerlerin tespih
imamesine benzetilmesi) baktığımızda kastettiğinin aslında dinsel değerler
olduğunu fark ediyoruz. Bu iki husus bir araya getirildiğinde ortaya çok basit
bir sonuç çıkıyor: Evrim dinsel değerlerle uyuşmadığı için müfredattan
çıkarıldı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bu
tespit bi<span style="background: white; color: #333333;">zi çetrefilli din-bilim
çatışması meselesine getiriyor. Bu kısa yazıda elbette bu meseleyi bütün
yönleriyle ele alamayacağız ama bazı temel saptamaları kısa başlıklar haline
ifade edebiliriz.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #333333; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Dinle bilim çatışma içinde olmak zorunda değil
diyenlerin haklı oldukları bir nokta var: Her din bilimsel yaklaşımla ve
bilimin bulgularıyla çatışma içinde değil. Fakat günümüzde var olan teist
dinlerin en yaygın yorumlarının bazı bilimsel bulgu ve teorilerle ve bilimin
açıklama kapsamıyla çatışma içinde olduğu inkar edilemez bir gerçek. Özel
olarak önümüzdeki meseleyi ele alacak olursak, İslam dininin Türkiye’deki
yaygın yorumuyla evrimsel biyolojinin bulguları ve açıklamayı hedeflediği
olgular arasında bir çatışma var. Her zaman bu şekilde telaffuz edilmese de
aslen bu çatışma yüzünden Türkiye’de dindar siyasetçiler ellerine fırsat geçen
her durumda evrim teorisini eğitim müfredatının dışına atmaya çalışıyorlar. Bu
yazıda bu çatışmanın ahlaki ve epistemolojik boyutlarının yanında psikolojik
bir boyutu da olduğunu en yeni araştırma bulgularından hareketle göstermeye
çalışacağız (bak. <a href="https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/2153599X.2017.1326399" target="_blank">McPhetres & Nguyen, 2018</a>).<a href="https://www.blogger.com/null" name="_GoBack"></a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Epistemolojik
açıdan baktığımı<span style="background: white;">zda din ve bilimin bilgi
edinmede farklı yöntemler kullandığını ve “nereden gelip nereye gidiyoruz”
temalı büyük sorularda farklı sonuçlara vardığını görüyoruz. Araştırmalar bilimin
bu tür nihai sorulara cevap verebilme potansiyelinin vurgulanmasının insanların
gözünde otomatik olarak dinin değerini azalttığını gösteriyor (<a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0022103108001212" target="_blank">Preston & Epley, 2009</a>). Evrim teorisinin genel olarak hayatın kökeniyle, özel olarak da
insanın kökeniyle ilgili söylediklerinin dinsel hikayelerin geleneksel
yorumlarıyla çatışma içinde olduğu açık. Bunla ilgili araştırmalar da evrimi
kabul etmeyle dindarlık arasında ters yönlü bir ilişki olduğunu gösteriyor (<a href="http://science.sciencemag.org/content/313/5788/765" target="_blank">Miller ve ark., 2006</a>; <a href="http://journal.dogus.edu.tr/index.php/duj/article/view/318" target="_blank">Annaç & Bahçekapılı, 2012</a>).<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Diğer taraftan din ve bilim ahlak alanında da çatışma içinde
olabiliyor. İnsanın doğal seçilim ve benzeri bilinçsiz süreçler sonucunda
ortaya çıkmış olması ve ahlak duygusunun da bu süreçler tarafından şekillenmiş
olması ahlakın geleneksel dinlerdeki temellerini geçersiz hale getiriyor.
Araştırmalar dini hatırlatmanın ahlaki duyarlılığı arttırmasına paralel bir
şekilde bilimi hatırlatmanın da ahlaki duyarlılığı arttırdığını gösteriyor
(<a href="http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0057989" target="_blank">Ma-Kellams & Blaskovich, 2013</a>; <a href="http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0137499" target="_blank">Yilmaz & Bahçekapili, 2015</a>). Yani bilim
ahlaki yol göstericilik bakımından da dinin bir anlamda rakibi konumuna gelmiş
durumda.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bunların
yanında insanları daha çok veya daha az dindar yapan zihinsel unsurların
otomatik olarak onları bilimsel düşünceye daha az veya daha çok eğilimli hale
getirdiğini gösteren bulgular var. Mesela dindarlıkla zeka düzeyi arasında daha
önce defalarca gösterilmiş bir negatif ilişki var: Daha zeki insanlar
genellikle daha az dindar oluyorlar (<a href="http://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/1088868313497266" target="_blank">Zuckerman, Silberman, & Hall, 2013</a>). Zekanın
analitik düşünme eğilimiyle yakından ilişkili olduğunu, bilimsel düşüncenin de
öncelikli olarak analitik düşünce gerektirdiğini, dinin ise sezgisel düşünceyle
ilişkili olduğunu göz önüne alacak olursak bilime yatkınlık artarken neden aynı
zamanda dindarlığın azaldığı açıklanabilir hale gelmiş olur. Nitekim analitik
düşüncenin aktive edilmesinin dinsel inançta azalmaya yol açtığı, sezgisel
düşüncenin aktive edilmesinin ise dinsel inançta artışa yol açtığı deneysel
olarak gösterilmiş durumda (<a href="http://science.sciencemag.org/content/336/6080/493" target="_blank">Gervais & Norenzayan, 2012</a>; <a href="http://psycnet.apa.org/record/2011-21081-001" target="_blank">Shenhav ve ark.,2012</a>; ayrıca bak. <a href="http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0153039" target="_blank">Pennycook ve ark., 2016</a>). Özel olarak evrim teorisini ele
aldığımızda da analitik düşünme eğilimiyle evrimi kabul etme arasında pozitif
bir ilişki olduğunu görüyoruz (<a href="https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0010027715001080" target="_blank">Gervais, 2015</a>). Sezgisel ve dinsel düşünmeye
herkeste doğal olarak bir miktar eğilim olduğunu kabul edersek analitik
düşünenlerin bu doğal eğilimleri bastırıp bilimin bazen sezgilere aykırı
olabilen açıklamalarını kabul etmede daha başarılı olan insanlar olduklarını
söyleyebiliriz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bütün
bu bulgular bize önümüzdeki sorunun çözümündeki en temel adımın ne olduğuyla
ilgili bir ipucu sunuyor: Analitik düşünmeyi öğretmek zorundayız. Ancak bu
sayede dünyayı anlamada ve anlamlandırmada sezgisel düşüncenin ve akıl dışı
dinsel yorumların boyunduruğundan çıkıp asıl güvenilir yol gösterici olan
bilimsel yaklaşımı benimseyebiliriz. Ve ancak bu sayede nereden gelip nereye gittiğimiz konusunda elimizdeki en geçerli cevabı veren yaklaşım olan evrim
teorisinin müfredatta hak ettiği yeri almasını sağlayabiliriz. Evrim teorisi ve
bilim tek başına anlamlı bir hayat görüşü ve değerler sistemi kurmak için
yeterli olmayabilir. Fakat kuracağımız değerler sisteminin bilimle çatışmaması
bir ön şart. Bu sistemi kurabilecek analitik düşünebilen kuşakların nasıl
yetiştirileceği önümüzdeki asıl soru.<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Kaynaklar<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Annaç, E</span><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">.,
& Bahçekapılı, H. G. (2012). </span><span lang="EN-US" style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Understanding and acceptance of evolutionary theory
among Turkish university students.</span><span lang="EN-US" style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">
</span><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Doğuş
Üniversitesi Dergisi, 13</span></i><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">, 1<span style="font-family: "times new roman", serif;">–</span>11.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Dobzhansky, T. (1973). Nothing in biology makes sense
except in the light of evolution. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">American
Biology Teacher, 35</i>, 125–129.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Gervais, W. M. (2015). Override the controversy:
Analytic thinking predicts endorsement of evolution. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Cognition, 142</i>, 312–321.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Gervais, W. M., & Norenzayan, A. (2012). Analytic
thinking promotes religious disbelief. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Science,
336</i>, 493–496.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ma-Kellams, C., & Blascovich, J. (2013). Does
“science” make you moral? The effects of priming science on moral judgments and
behavior. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">PloS ONE</i>, 8(3), e57989. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">McPhetres, J., & Nguyen, T. T. (2018). Using
findings from the cognitive science of religion to understand current conflicts
between religious and scientific ideologies. <span style="mso-bidi-font-style: normal;"><i>Religion, Brain & Behavior, 8, </i>394<span style="font-family: "times new roman", serif;">–</span>405.</span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Miller, J<span style="background: white;">. D.,</span>
Scott, E<span style="background: white;">. C., &</span> Okamoto, S<span style="background: white;">. (2006). Public acceptance of evolution. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Science, 313</i>, 765</span>–<span style="background: white;">766.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Pennycook,
G</span><span lang="EN-US" style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">.,</span><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">
Ross, R</span><span lang="EN-US" style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">.
M.,</span><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">
Koehler, D</span><span lang="EN-US" style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">.
J.,</span><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">
& Fugelsang, J</span><span lang="EN-US" style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">. A. (2016). Atheists and agnostics are more reflective than religious
believers</span><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">:<span style="background: white;"> Four empirical studies and a meta-analysis. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">PloS ONE</i>, </span></span><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">11(4): e0153039</span><span lang="EN-US" style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Preston, J., & Epley, N. (2009). Science and God:
An automatic opposition between ultimate explanations. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Journal of Experimental Social Psychology, 45</i>, 238–241.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Shenhav, A., Rand, D. G., & Greene, J. D. (2012).
Divine intuition: Cognitive style influences belief in God. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Journal of Experimental Psychology: General,
141</i>, 423–428.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Yilmaz, O., & Bahçekapili, H. G. (2015). When
science replaces religion: Science as a secular authority bolsters moral sensitivity.
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">PloS ONE</i>, 10(9), e0137499. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Zuckerman, M., Silberman, J., & Hall, J. A.
(2013). The relation between intelligence and religiosity: A meta-analysis and some
proposed explanations. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Personality and
Social Psychology Review</i>, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">17</i>,
325<span style="font-family: "times new roman", serif;">–</span>354.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9fvRkydgxR2vsjo6a9EQN8w_yslrYXzSoXlpeoX7wnqLkvrWUzWr4jrwd5C674MsIS397Ma7JHyxGU2mKEvo7G7LlEyzxqhMPvJjmycuBUOky8JCXasMf36nSITnf3nXjVkMEle6Ib5Y/s1600/images.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="217" data-original-width="234" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9fvRkydgxR2vsjo6a9EQN8w_yslrYXzSoXlpeoX7wnqLkvrWUzWr4jrwd5C674MsIS397Ma7JHyxGU2mKEvo7G7LlEyzxqhMPvJjmycuBUOky8JCXasMf36nSITnf3nXjVkMEle6Ib5Y/s1600/images.jpg" /></a></div>
<br /></div>
İnsan Doğasıhttp://www.blogger.com/profile/08055395730180906657noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-76987495683693184352018-03-27T14:03:00.000+03:002018-04-05T18:00:22.161+03:00İnsan Ahlakı Evrimin Bir Ürünü mü?<i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;"><br /></span></i>
<i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bu ya</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">zı Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 2016 tarihli "İnsan Sosyalliğinin Evrimi" temalı </span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">sayısında Onurcan Yılma</span></i><i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">z</span></i><i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;"> im</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">zasıyla yayınlandı</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">.</span></i><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Ahlak yüzyıllar boyunca
felsefeciler tarafından derinlemesine tartışılıp incelenen bir kavram olmasına
rağmen, günümüzde evrimsel yaklaşımların gelişmesiyle ampirik düzeyde açıklanabilir
bir hale bürünmüştür. Bu yazıda özel olarak ahlakın ve genel olarak insan
sosyalliğinin evrimsel sürecin bir ürünü olduğunu savunacağım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Evrimsel süreci daha iyi anlayabilmek adına doğal seçilimin
nasıl bir mekanizmaya sahip olduğunu kısaca hatırlatmakta fayda görüyorum.
Doğal seçilimin temel mekanizmasına göre çevresel şartlara en iyi uyum gösteren
canlı daha çok ürer ve genlerini bir sonraki nesillere daha çok aktarır. Daha
az uyum gösteren bireyler ise genlerini daha az bir sonraki nesillere
aktarırken kendilerinde olan bir takım özelliklerin de sonraki nesillerde
görülme ihtimali azalış gösterir. Örneğin ağaçların çok yüksek olduğu bir yerde
popülasyonda bulunan uzun boyunlu zürafalar daha çok besin bulup potansiyel
olarak daha çok eş bulma durumuna sahipken, böylesi bir ortamda kısa boylu
zürafaların besine ulaşımı kısıtlanacağından bizler belli bir nesil sonra
zürafaları uzun boyunlu olarak görürüz. Çünkü popülasyondaki uzun boylu olmayan
zürafalar doğal seçilim mekanizması tarafından bir ayıklanmaya uğramıştır.<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftn1" name="_ftnref1" style="mso-footnote-id: ftn1;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> Fakat
tersi bir durumu düşünüp otların daha alçakta olduğunu varsaysaydık ve uzun
boylu zürafaların da eğilmekte zorluk çekeceğini bekleseydik, doğal seçilim bu
defa uzun boylu zürafaları popülasyondan eleyebilirdi. Bu mantıktan düşünürsek,
doğal seçilim adaptif olmayan belli başlı karakter özelliklerini de seçilime
uğratıp popülasyonda bu özelliklerin azalmasına yol açabilir. İşte ahlak
dediğimiz mekanizma da insan hayatında adaptif bir takım sonuçlar doğurduğundan
muhtemelen bir sonraki nesillere aktarıldı ve insan türünün doğuştan
“potansiyel” olarak sahip olduğu bir zihinsel mekanizmaya dönüştü. Bu sayının M. Tomasello tarafından yazılan ilk yazısında ahlakın nasıl bir evrimsel sürece
dayandığı ve insan dâhil tüm primatlarda işbirliğini nasıl körüklediği açık bir
şekilde anlatıldığından bu yazıda ahlakın nasıl evrimleştiğinden ziyade,
ahlakın içeriğine eğilip bu özelliklerin nasıl bir evrimsel mekanizmaya sahip
olduğunu inceleyeceğim. Bunu yaparken de günümüzde çok popüler bir kuram olan
Ahlaki Temeller Kuramı (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Moral Foundations
Theory</i>, Haidt, 2007) kullanılacaktır. Fakat bundan önce ahlakın ne olduğuna
dair kısaca bir kaç laf etmek gerekiyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Ahlak
nedir? <o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Ahlak felsefe literatüründe genel olarak üç ana başlık
altında incelenmektedir. Bunlardan ilki uygulamalı etik alanıdır. Bu alan ahlaki
ilkelerin pratik hayata uygulanma şekillerini inceler ve ötanazi, kürtaj gibi
meseleler bu alanın çalışma alanlarındandır. Ahlakın ikinci alt alanını ise
meta-etik oluşturmaktadır. Bu alan bazı ahlak felsefecileri tarafından ahlakın
temeli olarak görülmektedir. Bu alan ahlaki ilkelerin ve iddiaların kökeniyle
ilgilenmekte ve en temelde nesnel ve öznel ahlak olarak ikiye ayrılmaktadır<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftn2" name="_ftnref2" style="mso-footnote-id: ftn2;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">[2]</span></span><!--[endif]--></span></span></a>.
Son etik alanı ise normatif etiktir. Bu etik de aslında tıpkı meta-etik gibi çoğu
ahlak felsefecisi tarafından ahlakın temeli olarak görülür ve ahlaki olarak
nelerin doğru ya da yanlış veyahut neleri yapmanın zorunlu ya da izin
verilebilir olup olmadığıyla ilgilenir. Söz gelimi, çok bilinen faydacı (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">utilitarianism</i>) ahlak ya da Kant’la özdeşleşmiş
ödev etiği (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">deontology</i>) normatif
etiğin alt dallarından bazılarıdır. Daha spesifik bir örnek vermek gerekirse;
bir trenin son sürat yolunda gittiğini varsayın. Eğer birisi trenin yolunu
değiştirmezse tren sağ şeritte bulunan beş kişiyi ezip öldürecektir. Ancak
sizin elinizde bir tuş var ve eğer siz bu tuşa basarsanız tren yönünü
değiştirecek ve sol şeritte olan bir kişiyi öldürecektir. Böylece eğer tuşa
basarsanız beş kişiyi kurtarmak için bir kişinin hayatını feda etmiş
olacaksınızdır. Faydacı ahlak, tuşa basma davranışını çoğunluğun iyiliğine
olduğundan (bir kişi yerine beş kişinin hayatını kurtaracağından) ahlaki olarak
uygun ve yapılması zorunlu bir davranış olarak görecektir. Ödev etiği ise insanın
belli ödevleri olduğundan ve insan öldürmenin hangi şartta olursa olsun ahlaki
olarak yanlış olduğundan bahsedecek ve muhtemelen tuşa basma davranışını ahlaki
olarak yanlış görecektir. Çok bilinen Altın Kural da normatif etiğin
örneklerinden biridir. Bu kural basit bir ilke üzerine ahlakı kurmaktadır:
“Sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de insanlara öyle davran”.
Dolayısıyla isminin de çağrıştırdığı gibi normatif etik dediğimiz etik türü
kural koyucu etiktir ve bireyin ahlaki olarak sorumluluklarını ve sınırlarının
ne olması gerektiğini buyurur. Çoğu psikoloğun ilgilendiği gibi ben de bu
yazıda ahlakın en temel alanı olduğunu düşündüğüm normatif etik alanıyla
ilgileneceğim ve psikolojinin bu alana yaptığı katkılara kısaca eğilip
paradigmatik bir değişikliğe yol açan Ahlaki Temeller Kuramı’nı kısaca
tanıtacağım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Ahlakı
Temeller Kuramı</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">Ahlaki
yargılar derken aslında iyi-kötü ya da doğru-yanlış gibi yargılarımızdan
bahsediyorum. Örneğin sırf canımız sıkıldığı için bir hayvana işkence eden
birini gördüğümüzde çoğumuz bu davranışın ahlaki olarak yanlış olduğunu
düşüneceğiz. Fakat zengin çocukların miras olarak çok para alırlarken fakir
çocukların doğuştan miras olarak hiç para alamamalarını bazılarımız adalet
anlayışının bir ihlali olarak değerlendirirken, bazılarımız bunu hayatın bir
gerçeği olarak değerlendirip ahlaki olarak yanlış bulmayacaktır. İşte burada
farklılaşan şey kişiler arası değişen ahlaki yargılardır. Psikoloji biliminin
yaklaşık 50-60 yıldır sürekli ahlak konusuyla uğraşmasına rağmen ahlakı
tanımlamakta biraz tarafgir (</span><i style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">biased</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">)
davrandığını ve batıcı/liberal bir önyargıya sahip olduğunu söyleyen kuram ise
burada tanıtacağımız Ahlakı Temeller Kuramı’dır (ATK, Haidt, 2007)</span><a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftn3" name="_ftnref3" style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">[3]</span></span></span></a><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">.
Son 10 yılda paradigmatik bir değişikliğe yol açan ATK ahlaki yargıları
sezgiler üzerinden açıklamakta ve daha önce adalet üzerinden ve muhakemeye
dayalı olarak tanımladığı tekçi ahlakı eleştirmektedir.</span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;"> </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">ATK’ye göre daha önceki ahlak tanımlamaları
Batıcı, bireyselci ve liberal bir önyargı içermekte ancak bu şekilde bir ahlaki
yapıya sahip olan kesim de dünyada sadece küçük bir azınlığı oluşturmaktadır
(bakınız Henrich, Heine, & Norenzayan, 2010). Önceki eleştirilerden farklı
olarak (Suhler & Churchland, 2011), aslında ATK ahlakın sadece doğuştan
gelmediğini, tersine doğuştan gelen ve genetik kodlarımıza evrimsel süreç
tarafından işlenen donanımın çevresel etkenlerle şekillendiğini varsayar. Başka
bir ifadeyle, ATK klasik evrimsel psikolojideki etkileşimci paradigmayı esas
alır. Evrimsel olarak edindiğimiz özellikler dendiğinde de her seferinde
böylesi bir mekanizma kastedilmektedir. Davranışlarımızın genler tarafından mı yoksa
çevresel şartlar tarafından mı belirlendiği tartışması artık psikoloji
biliminde çözülmüş ve sonu gelmiş bir tartışmadır. Hiç kuşkusuz bir özelliğin
bir genetik kökeni ve bir de onun ortaya çıkmasının koşullarını sağlayan bir de
çevresel etmenleri vardır. Söz gelimi, Chomsky (1965) dilin ortaya çıkmasını
evrimsel süreçlere bağlamakta ve dilin doğuştan geldiğini iddia etmektedir.
Ancak burada varsayılan doğuştancılık çevreden bağımsız ve ona duyarsız bir
doğuştancılık değildir. Ormanda doğan ve herhangi bir dile maruz kalmayan
birisi, örneğin, çevresel girdiyi alamayacağı için doğuştan o mekanizmaya
yatkın olsa da dili öğrenemeyecektir. ATK’nin dayandığı evrimsel temel de
bununla benzeşim göstermektedir. Örneğin, yılan korkusunun da tüm insanlarda ve
yakın primatlarda evrensel olduğu çünkü evrimsel olarak bu korkuya yatkın
doğduğumuz düşünülmektedir (Öhman & Mineka, 2013). Bunun bir insan doğası
özelliği olduğunu söyleyebiliriz.</span><a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftn4" name="_ftnref4" style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">[4]</span></span></span></a><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;"> Peki
ahlaki yargılar rasyonel muhakeme sürecine mi yoksa otomatik sezgisel süreçlere
mi dayanmaktadır? Bunu anlayabilmek için kısaca psikoloji biliminin ortaya
çıkışından beri var olan zihnin ikili işlem modelinden (</span><i style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">dual process model of mind</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">) bahsetmek gerekmektedir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-indent: 36.0pt;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">
<br />
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Zihnin İkili İşlem Modeli</b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><b><br /></b>Psikoloji biliminin ortaya
çıkışından beri çoğu kavram hep ikili bir ayrım üzerinden tanımlanmıştır. Örneğin,
doğa ya da çevre ayrımı, kısa süreli ya da uzun süreli bellek ayrımı, bilinçli
ya da bilinçsiz düşünme süreçleri ayrımı gibi. Bilişsel cimrilik (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">cognitive miser</i>) yaklaşımı da keza bu
ikili ayrımların yapılmasındaki en önemli nedeni oluşturmaktadır (Simon, 1955;
Tversky & Kahneman, 1974). Bu yaklaşıma göre, zihin daha az enerji
harcamaya çalışarak her durumda enerji tasarrufu yapmaya çalışmaktadır ve bu da
zihnimizin otomatik bir şekilde çalışmasına olanak sağlar. Sosyal biliş
dediğimiz süreç de bu otomatik kavramsallaştırmaya tabidir. Örneğin, bir
insanın kadın mı erkek mi olduğuna ya da siyahi mi beyaz mı olduğuna dair
otomatik bazı algısal çıkarımlarda bulunuruz. Zihnin bu otomatikliği (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">automaticity</i>) ise belki de tüm
bilişselci yaklaşımların temelinde yatan en önemli özelliği oluşturmaktadır.
Keza zihnin ikili işlem modeli de bu yaklaşıma dayanarak çıkarımlarda bulunur.</span><br />
<br />
Bu model en temelde zihnimizin iki temel sisteme göre hareket ettiğini savunur. Tip 1 denilen süreç zihnimizin otomatik, düşük eforlu, sezgisel süreçlerine karşılık gelirken, bu sistemin aynı zamanda evrimsel olarak daha eski dönemlerde oluştuğu düşünülmektedir ve bu sistem çoğu hayvanda ortaktır. Tip 2 denilen süreç ise evrimsel olarak daha geç oluşmuş bir sürece karşılık gelirken, insan türüne özgü bir yapı olması itibariyle daha analitik, yüksek eforlu ve kontrollü süreçlere karşılık gelmektedir. Örneğin boş bir yolda araba kullanırken, ya da kalabalık bir ortamda kızgın bir suratı çaba harcamadan tespit ederken Tip 1 denilen süreci kullanmaktayızdır (Evans & Stanovich, 2013). Ancak kalabalık bir ortamda spesifik bir insanın sesine odaklanırken, ya da bilimsel bir makale yazarken Tip 2 denilen süreci kullanmaktayızdır (Kahneman, 2011).<br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
Zihnin ikili işlem modeline göre, dinsel inancın Tip 1 ürünü olduğu düşünülmektedir. Çünkü dinsel inanca sahip insanlar genellikle bu inançlarını doğmuş oldukları kültürdeki sosyalleşme süreciyle edinirlerken, dinsizlik daha çok mantıksal sorgulamaya dayanmaktadır. Bu hipoteze son yıllarda yapılan çalışmalarla ampirik destek sağlanmıştır (Gervais & Norenzayan, 2012; Norenzayan, 2013; Pennycook, Cheyne, Seli, Koehler, & Fugelsang, 2012; Shenhav, Rand, & Greene, 2011; Yılmaz, Karadöller, & Sofuoğlu, 2016). Sosyal muhafazakârlık da (idamı desteklemek, ötanaziye karşı olmak gibi) yine zihnin ikili işlem modeli etrafında çalışılmıştır. Literatürde genel olarak analitik düşünme artış gösterdikçe sosyal muhafazakar tutumlarda azalış olduğu bilinmektedir (Deppe v.d., 2015; Iyer, Koleva, Graham, Ditto, & Haidt, 2012; Pennycook v.d., 2012; Talhelm, Haidt, Oishi, Zhang, Miao, & Chen, 2015; Yılmaz ve Sarıbay, 2016). Ayrıca deneysel olarak insanları düşük eforlu ya da sezgisel düşünmeye yönlendirmenin muhafazakâr politikalara olan destekte artış yarattığı bulunmuştur (Eidelman, Crandall, Goodman, & Blanchar, 2012). Ayrıca bir sistemi anlamak için sistemin bütününe odaklanan daha çok doğu coğrafyasına ait bütünsel (holistic) düşünme örüntülerini ve daha çok batıya ait olan bir sistemi anlamak için sistemin küçük parçalarına odaklanma manasına gelen analitik düşünme kültürel örüntülerini aktive etmenin de politik tutumlarda bir değişikliğe yol açtığı bilinmektedir (Talhelm v.d., 2015). İnsanları bütünsel kültürel düşünce stiline yönlendirmek sosyal muhafazakâr tutumlarda bir artışa sebep olurken, analitik kültürel düşünce stiline yönlendirmek sosyal liberal tutumlarda bir artışa neden olmaktadır. Benzer şekilde, kendi çalışmamda doğrudan analitik düşünme eğitimi verilen katılımcıların liberal tutumlarında bir artış meydana gelmiştir (Yılmaz, 2015).<br />
<br />
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">Dindarlık
ve politik yönelimle ilgili farklılıkları zihnin ikili işlem modeli
çerçevesinde açıklama çabalarına benzer biçimde, ahlaki yargılar da zihnin
ikili işlem modeli etrafında değerlendirilmektedir. Örneğin, Ahlaki Temeller
Kuramı’nın dayandığı Haidt’ın (2001) sosyal sezgici yaklaşımı ahlaki yargıların
sezgisel süreçlere dayandığını savunmaktadır. Mantıksal muhakeme sürecinin ise
otomatik ahlaki yargıda bulunduktan sonra onu meşrulaştırmak amacıyla
kullanıldığı düşünülmektedir. Buna dair empirik argümanlar ise çoğunlukla
ahlaki şaşırtma (</span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">moral dumbfounding</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;">)
paradigmasından gelmektedir. Örneğin, insanlara herhangi bir zarar içermeyen
bir ensest senaryosu verdiğinizde, insanlar çoğunlukla bu eylemin otomatik
olarak yanlış olduğunu düşünmekte, ancak neden diye sorulduğunda otomatik
olarak makul bir cevap verememektedirler. Daha sonra üzerine düşündüklerinde
muhakemelerini kullanarak bir meşrulaştırma yolu aramaktadırlar (bkz. Haidt,
2001). Dolayısıyla, zihnin ikili işlem modelinin dini inanç, politik yönelim ve
ahlaki yargılardaki bireysel farklılıkları açıklama kapasitesine sahip teorik
bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Bu yaklaşıma göre ise ahlaki yargılarımız
rasyonel süreçlerden ziyade sezgisel süreçlere dayanmaktadır. Örneğin hiçbir
zarar içermeyen bir ensest senaryosu duyduğumuzda hiç düşünmeden ahlaki yargıda
bulunmaktayız ancak ve ancak neden diye sorulduğunda oturup verdiğimiz yargının
nedenini düşünmekteyizdir. Ya da farz edin ki tuvaleti silmek zorundasınız ve o
an evde silebileceğiniz bir peçete ya da bez yok ve silebileceğiniz tek şey bağlı
bulunduğunuz ülkenin bayrağı. Bu bayrağı bez olarak kullanan birini
gördüğünüzde bunu ahlaki olarak yanlış bulur musunuz? Bazı insanlar bu ve bunun
gibi davranışları ahlaki olarak yanlış bulmaktadırlar. Bazıları ise bu durumda
ahlaki açıdan bir sakınca görmemektedirler. Ahlaki Temeller Kuramı da temel
olarak kişiler arasında bu farklılıkları yaratan şeyin ne olduğunu incelemeye
çalışmaktadır. </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 36pt;"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-indent: 36.0pt;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">
<br />
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Ahlaki Temeller</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; text-indent: 36.0pt;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><br /></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Bu ilişkileri daha iyi anlayabilmek adına kuramın tam
olarak ahlakı nasıl tanımladığına bakmamız gerekmektedir. Kuram orijinalinde
ahlakı beş farklı sezgi üzerinden tanımlamaktadır: bakım/zarar (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">care/harm</i>), adillik/hilekârlık (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">fairness/cheating</i>), sadakat/ihanet (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">loyalty, betrayal</i>), otorite/yıkım (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">authority/subversion</i>),
kutsallık/yozlaşma (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">sanctity/degradation</i>).
Bu sezgilerin her birinin de evrimsel bir adaptasyona karşılık geldiğini
söylemektedir. Kuram boyutların isimlerini birbirinin zıttı olarak
kullanmaktadır. Örneğin zarar göstermek bakım göstermeye karşı gibi
düşünebiliriz. Başka bir ifadeyle zarar vermek ahlaki olarak yanlış olan bir
durumken, bakım göstermek tam tersi bir duruma işaret etmektedir. Bu boyutların
kısaca neye karşılık geldiğini söyleyecek olursak, zarar/bakım boyutu kişilerin
yavrularını ya da zayıf olanları koruma ve bakma sezgisi/görüsü olarak
tanımlanmaktadır. Bu boyut aslında ahlakın en temelini ve belki de ahlakın ortaya
çıkış noktasını oluşturmaktadır çünkü zarar vermemek bir sosyal sistemin
olmazsa olmaz koşulunu oluşturur. Aynı zamanda, memeli olarak insanların
evrimsel geçmişiyle ve bağlanma (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">attachment</i>)
sistemiyle de oldukça alakalı olan bir boyuttur. Daha çok annenin çocuğuna
gösterdiği bağlanma ve şefkat duygusuyla ilişkilidir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Adalet/hilekârlık ise grup halinde yaşayan insanların,
grubun uyumunu bozup hilekârlık yapanları tespit etmek üzerine gelişen ve
eşitliğe ve adalete dair hassasiyet içeren bir ahlaki boyuttur. Çünkü eğer biri
insanlarla işbirliğine girmeden “kaytarıcılık” (<i style="mso-bidi-font-style: normal;">free-riding</i>) gösteriyorsa, bunu yapan kişinin tespit edilip
cezalandırılması gerekir. Aksi takdirde bunu yapan bireyler daha çok avantaj
elde ettikçe daha çok kaynağa sahip olacak ve bencil genlerini bir sonraki
nesillere daha çok aktaracaktır. Belli bir nesil sonra toplumda hemen herkes
bencil genlere sahip olacak ve büyük ölçekli işbirliği ortadan kalkacaktır. Bu
bakımdan böylesi bir yıkım adaptif olmayan sonuçlar doğuracağından insanlarda
adaletsizliğe karşı otomatik bir hassasiyet geliştiği düşünülmektedir. Birisi
bize karşı bir haksızlık yaptığında ya da üçüncü bir kişinin muktedir biri
tarafından haksızlığa maruz bırakıldığına şahit olduğumuzda otomatik bir
şekilde kızmamız bundan kaynaklanmaktadır. Hem zarar boyutuyla alakalı olan şefkat
hem de adalet hassasiyetiyle alakalı olan kızgınlık duygusu belki de uygarlığı
ayakta tutan duygulara işaret etmektedir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Sadakat/ihanet boyutu ise kendi grubunu kayırıp ve
koruyup, aynı zamanda kendi grubuna sadık olup ihanet etmemekle ilgilidir. Bu
boyut yine evrimsel olarak birçok memelinin (insanlar dâhil) kendi grubunu
kayırıp ve koruyup, diğer grupla yarışması sonucunda ortaya çıkmış ahlaki bir
boyuttur. Çünkü insan dâhil çoğu primat gruplar halinde yaşar ve bugün
milliyetler altında yaşamamızın sebebi de aslında bu ahlaki boyuttur. Tek fark
diğer primatların daha küçük grupları varken, bizler büyük ölçekli gruplarda
(milliyetler, dinler, aileler, futbol takımları, öğrenci kulüpleri, vs.)
yaşamımızı sürdürmekteyiz ve kendi grubumuzdan olana da kendimizi daha yakın
hissetmekteyizdir. Ama bazılarımız bu sadakat anlayışını daha büyük gruplara
genişletirken (dinler, milliyetler), bazılarımız bu sadakat anlayışını sadece
yakın ilişkileriyle sınırlı tutmaktadır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Otorite/yıkım boyutu ise yine çoğu memelinin hiyerarşik
bir sosyal yapıda yaşadığı gerçeğinden yola çıkmaktadır. Şempanzeler, bonobolar<i style="mso-bidi-font-style: normal;"> </i>ve goriller de tıpkı insanlar gibi
hiyerarşik bir sosyal sistemde yaşamakta ve bu hiyerarşik yapıdan yarar sağlama
yollarını aramaktadırlar. Örneğin goriller katı bir hiyerarşik sistemde
yaşamaktadırlar ve alfa erkek gruptaki tüm dişilere sahiptir ve gruptaki diğer
tüm erkekler de bu hiyerarşik sistemi kabullenmiş gözükmektedir. Su
aygırlarında da benzer bir mekanizma işlemektedir. Eğer bir gün biri bölgenin
efendisi alfa erkeğe kafa tutmak isterse onunla dövüşmeli ve savaşı
kazanmalıdır. Aksi takdirde gruptan kovulur ve bir sonraki çiftleşme dönemine
kadar muhtemelen bir eş bulamaz. Çünkü eşler alfa erkeğin kontrolünde olan
sulak bölgededir ve o sulak bölgeye girebilmenin tek yolu alfa erkeği yenip
bölgeyi ele geçirmektir. Dolayısıyla insanlarda da sıklıkla gördüğümüz otorite/yıkım
boyutu hiyerarşik bir sosyal yapıda otoriteyi savunma ve otoriteye saygı
duyarak sosyal düzeni korumaya karşılık gelmektedir. Kutsallık/yozlaşma boyutu ise insan türünün gelişiminde
hastalık yapıcı mikropların ve parazitlerin büyük tehlike içerdiği ve bunlardan
kaçınmanın da hayatta kalma açısından büyük önem arz ettiği görüşünden
hareketle oluşturulmuştur. Dolayısıyla, iğrenme duygusunun adaptif olarak
gelişen bir duygu olduğu düşünülmektedir (Rozin, Haidt, & McCauley, 2000).
Aynı zamanda bu duyguya sahip olan insanların bağışıklık sistemlerinin de daha
güçlü olduğu söylenmektedir (Schaller & Park, 2011). Bu temizlik ve
patojenlerden (hastalık yapıcı mikroplar) korunma duygusunun ise yemeklere,
arkadaşlara ve romantik eş tercihlerine genellendiği düşünülmektedir. Söz
gelimi, namusla ilgili meselelere önem veren muhafazakâr insanlar ülke dışından
gelen göçmenlere ve seksüel olarak uç sınırlarda olanlara karşı ahlaki bir
tepki içerisindedirler (Faulkner, Schaller, Park, & Duncan, 2004; Navarrete
& Fessler, 2006) ve bunun nedenin de evrimsel olarak gelişen iğrenme
duygusu olduğu düşünülmektedir (Graham v.d., 2013). Dolayısıyla kutsallık boyutu
fiziksel-ruhani temizlik, namus ve arzuların bastırılmasıyla alakalı bir ahlaki
boyuttur.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Sol-kanat
politik yönelime sahip olanlar sadece zarar/bakım ve adillik/hilekârlık
boyutlarını ahlak olarak tanımlarlarken, sağ-kanat politik yönelime sahip
olanlar beş boyuta birden görece eşit önem vermektedirler. Graham ve
arkadaşları (2009) zarar ve adaletin kişilerin haklarıyla ilgili olan
Bireyselleştirici boyutları oluşturduğunu söylerken, diğer üç ahlak ilkesinin
ise grubun bağlılığını güçlendiren ve grup içindeki bencilliği bastırma görevi
gören Bağlanım ahlak ilkelerine karşılık geldiğini savunmaktadırlar. Politik
gruplar arasındaki zıtlaşmaların temeli de aslında bu 5 ahlaki boyutta meydana
gelen zıtlaşmalara dayanmaktadır. Söz gelimi </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Amerika’da kök hücre
tedavisine muhafazakârlar “Allah vergisi” özelliklerin doğasının bozulduğu (yani
kutsallık boyutunun ihlali olduğu) gerekçesiyle karşı çıkarlarken, solcular
(Amerika’da liberallere karşılık gelmektedir) kök hücre tedavisine daha çok insanın
hayatının kurtulacak olması gerekçesiyle destek vermektedirler (başka bir
ifadeyle zarar boyutundan düşünmektedirler).</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Özetlemek gerekirse, kuramın dayandığı iki temel
mekanizma mevcuttur. İlki tüm bu ahlaki boyutların sezgilere dayandığı ve bu
sezgilerin de her birinin evrimsel bir adaptasyona karşılık geldiğidir. Bu
görüşle uyumlu biçimde insan dışı primatlarda da (şempanzeler, goriller,
maymunlar vs.) ahlaki hassasiyetlerin olduğuna dair bir takım ampirik bulgular
mevcuttur. Tıpkı ahlak psikolojisinde olduğu gibi primatlarda da ahlak
çalışmalarında en sıklıkla çalışılan iki boyut zarar ve adalet boyutlarıdır.
Zarar boyutunun evrimsel bir avantaj sağladığı su götürmez bir gerçek gibi
gözükmektedir çünkü tüm bu beş boyut arasında en temel ahlaki ilkeye karşılık
gelmektedir. Eğer yaşadığımız insan uygarlığında zarar gibi bir ahlaki boyut
olmasaydı gücü yeten zayıf olana saldıracak ve herkes birbirine fiziksel ve
psikolojik şiddet uygulayacaktı. Oysa böyle bir ahlak ilkesine sahip olmamız bu
tür davranışların kınanmasına ve bunu yapan kişinin de doğrudan (yasal ceza) ya
da dolaylı (gruptan dışlamak, kötülemek, ününü zedelemek) olarak
cezalandırılmasına yol açmaktadır. Bu da bu tür davranış gösteren kişilerin
hayatta kalma ve yeni eşler bulup üreme olasılığını bir bütün olarak azaltmaktadır.
Bu da böylesi bir boyutun neden evrimleştiği sorusuna açık bir cevap sağlamaktadır.
Hamlin, Wynn ve Bloom (2007) bu tür bir ahlak ilkesinin insan yaşamının ilk
birkaç ayında dahi aktif hale geldiğini göstermiştir. Beş aylık bebeklerin
bakma davranışıyla iyi kuklayla kötü kuklayı ayırt edebildiğini ve iyi harekette
bulunan kuklayı seçtiğini göstermişlerdir. Bu alanda yapılmış çok eski bir
primat çalışmasında da rhesus (Hint) maymunlarının zinciri çektiğinde yiyecek
gelmesine rağmen karşıda hiç tanımadığı bir başka rhesus maymununa aynı anda
elektrik şoku verildiğinde zinciri çekmeyi tercih etmedikleri gösterilmiştir
(Masserman, Wechkin & Terris, 1964). Dolayısıyla burada maymunlar yiyecek alamama
uğruna (ki insan olmayan bir hayvan için bariz bir kayıptır bu) karşıdaki
kişiye zarar vermekten kaçınmışlardır. Warneken ve arkadaşları (2007) ise şempanzelerin
tıpkı insan bebekleri gibi ödülün olmadığı bir ortamda daha önce görmediği bir
insana yardım ettiklerini göstermiştir. Ayrıca başka bir deneyde bu davranışın
şempanzeye maliyet getirmesine rağmen tekrarlandığı ve aynı davranışın hiç
tanımadığı türdeş bir şempanzeye de gösterildiği bulunmuştur. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Adalet boyutunda da görece çok fazla primat çalışması
olmasına rağmen birbirine zıt bazı bulgular vardır. İnsanlarda adalet anlayışı
geliştirilirken “Diktatör ekonomik oyunu” çok kullanılmaktadır. Bu oyunda eline
20 TL verilen bir kişi bu paranın istediği kadarını hiç tanımadığı, hiçbir
zaman karşılaşmayacağı anonim bir kişiye aktarmaktadır. Oyun tek seferlik
oynanmaktadır. Ekonomik kuramlar insanın rasyonel bir fail olduğunu ve bencilce
davranacağını öngörür. Ancak bu alanda yapılan çalışmalar insanların ekonomik
kuramların öngördüğü gibi rasyonel ve bencilce davranmadığını göstermektedir.
Rasyonel bir insan oyun tek seferlik oynandığından ve karşıdaki kişiyi hiç
görmeyeceğinden 20 TL’nin tamamını kendisine alır ve karşı tarafa da hiç para
vermez. Ama farklı kültürlerdeki insanların çoğu karşı tarafa bir kısım para
yollamaktadır (Henrich v.d., 2006). Bunun da insanın evrimsel tarihinde bir tür
adalet hissinin geliştiği sebebiyle olduğu düşünülmektedir (Henrich v.d.,
2010). İnsan dışı primatlarda da bu oyunun basit bir versiyonu oynatılmıştır.
Bu oyunda hayvan kendisine 1 karşıdakine 1 ya da kendisine 1 karşıdakine 0
yiyecek türü karşılaştırmalardan birini seçmektedir. Eğer hayvanın yaptığı
seçim hem kendisine hem karşıdakine yaradıysa buna prososyal (toplum yanlısı)
davranış denmiştir. Ama bu oyundaki en temel problem hiçbir seçenekte kararı
veren hayvana bir maliyet ortaya çıkmamasıdır çünkü hangi seçeneği seçerse
seçsin hayvan 1 yiyeceği kendisine almaktadır. Dolayısıyla bu davranışa gerçek
anlamda “ahlak” diyebilmemiz için kendi kişisel sıhhatine bir maliyet gelme
riskine rağmen karşı tarafa iyi davranma davranışını gözlemleyebilmemiz
gerekmektedir. Diktatör oyunu dışında adaletsizliklerden rahatsız olup olmama
üzerine geliştirilmiş bazı deneyler de mevcuttur. Çok ünlü bir çalışmada
(Brosnan ve de Waal, 2003) kapuçin maymunlarına jetonla salatalık dilimi değiş
tokuş etme süreci öğretilmiştir. Dolayısıyla maymun kafesten her jeton
uzattığında maymuna karşılığında bir adet salatalık dilimi verilmektedir. Not
etmekte fayda var ki salatalık maymun için düşük değere sahip bir yiyecektir.
Bunu yaparken ise yan kafeste başka bir maymun da aynı işle uğraşmakta ve her
seferinde bir jeton karşılığında düşük değere sahip bir salatalık dilimi elde
etmektedir. Ancak araştırmacılar her şey normal devam ederken yandaki kafesteki
maymunun verdiği jeton karşılığında ona yüksek değere sahip bir üzüm vermeyi
denediler ve denek olan maymunun buna nasıl bir tepki vereceğini gözlemlediler.
Bulgular denek olan maymunun bundan son derece rahatsız olduğunu ve kendisine
verilen salatalığı dışarı atıp %80 oranında reddettiğini göstermektedir.
Üstelik aynı davranış yandaki maymuna jeton değiş tokuşu yapılmamasına rağmen
üzüm verildiğinde de gözlenmektedir<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftn5" name="_ftnref5" style="mso-footnote-id: ftn5;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">[5]</span></span><!--[endif]--></span></span></a>.
Aynı deney şempanzeler üzerinde denendiğinde de benzer sonuçlar bulunmuştur
(Brosnan, Schiff, & de Waal, 2005). Bu bulgular da insan dışı primatların
tıpkı insanlarda olduğu gibi (daha az karmaşık olsa da) adalet hissine sahip
olabileceğini göstermektedir (daha fazla bulgu için bakınız de Waal, 2009,
2013).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Diğer üç boyutta ise hayvan
araştırmaları yetersiz düzeydedir. İnsanlardaki iç grup kayırmacılığına ve sadakatin
yaygınlığına baktığımızda oldukça fazla bulgu bulabiliriz. Daha birkaç aylık
bebekler kendi ırklarından olan ve kendi dillerinde konuşan kişileri
olmayanlara tercih etme eğilimi göstermektedirler (bakınız Bar-Haim, Ziv, Lamy
& Hodes, 2006; Kelly et al., 2005). Zaten sosyal psikoloji literatürü
insanların kendi grubundan olan insanları tercih ettiğini ve rastgele atanan
yapay gruplar olsalar dahi insanların birbirlerini karşıt gruptan olanlara göre
daha çok sahiplendiğini göstermektedir (Tajfel, 1982). Tüm primatların gruplar
içinde yaşadığı bilgisi aslında tüm primatlarda bu tür davranışların üç aşağı
beş yukarı olduğunu göstermektedir. Keza var olan az sayıdaki deneysel bulgular
da kapuçin maymunlarının kısa bir eğitimle iç grupla dış grup üyelerinin
suratlarını birbirinden ayırt edebildiğini göstermektedir (bakınız Pokorny ve
de Waal, 2009). Mahajan ve arkadaşları (2011) ise maymunlara herhangi bir
eğitim vermeden bu yüzleri ayırt edip edemeyeceğini incelemiş ve maymunların
kendiliğinden bu suratları ayırt edebildiğini ve dış grup üyelerine daha uzun
bakarak daha fazla tetikte olma durumu gösterdiğini bulmuştur. Ayrıca iç grup
üyeleriyle olumlu şeyleri maymunlar daha hızlı eşleştirmektedirler.<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftn6" name="_ftnref6" style="mso-footnote-id: ftn6;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">[6]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> De
Waal, <span style="background: white; color: #222222;">Leimgruber ve Greenberg</span>
(2008) ise kapuçin maymunlarının karşıdaki iç grup üyesi olduğunda prososyal
davrandığını, ancak karşıdaki dış grup üyesi olduğunda davranmadığını göstermişlerdir.
Bu da kapuçinlerin prososyal davranışlarının iç grup üyeleriyle sınırlı
olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Ancak bu alan çok yeni olduğundan
daha çok deneysel çalışmaya ihtiyaç vardır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Otorite boyutuna geçtiğimizde
aslında otoriteye dayalı, hiyerarşik bir sosyal sistem birçok primatın yaşadığı
sistemi tarif etmektedir. Örneğin goriller hiyerarşik bir sosyal yapıda
yaşamakta ve alfa erkek gruptaki tüm dişilere sahip olmaktadır. Hatta su
aygırları da çok benzer bir sistemde yaşamakta ve erkekler, dişiler ve bölge
için durmadan kavga etme davranışı göstermektedirler. Tıpkı diğer primatlarda
olduğu gibi hiyerarşik bir sosyal sistemde hiyerarşinin başındaki kişi daha çok
yiyeceğe, eşe ve birçok değerli kaynağa sahip olmaktadır. Bu da böylesi bir
sistemin nasıl sürebildiğinin cevabını vermektedir. Hiyerarşinin tepesinde olan
bireyler bundan yarar sağladığından olmayan bireyler o kişilerin yerine geçmek
için çaba göstermektedirler ve böylece sistem sürüp gitmektedir. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İnsan dışı hayvanlardaki bu davranışlar da
hiyerarşik sosyal sistemin insan uygarlığında nasıl ortaya çıktığının
ipuçlarını veriyor olabilir. İnsan dışı primatlarda hiyerarşik sosyal sistemin
nasıl işlediğine dair yapılmış gözlemsel çalışmalar olmasına rağmen (örneğin
Slocombe & Zuberbühler, 2007) bu alanda yapılacak deneysel çalışmalara
ihtiyaç vardır. Ancak yapılan bazı deneysel çalışmalar da grup üyelerinin
otoriter üyelerin davranışlarını takip etme eğiliminde olduklarını (Horner ve
arkadaşları, 2010) ve grup üyelerinin yüksek otoriteli grup üyeleriyle
etkileşime girmeye daha istekli olduklarını göstermektedir (Deaner, Khera,
& Platt, 2005). Ancak otoriteyi ahlak boyutuyla ilişkilendiren doğrudan deneysel
çalışma yoktur. Örneğin insan dışı primatlarda hiyerarşiye karşı gelen bireylere
yönelik üçüncü taraf kişiler cezalandırma davranışı göstermekte midirler?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Yine kutsallık boyutunda da insan dışı
primatlarla yapılmış bildiğim bir çalışma bulunmamakta çünkü bu boyutun sadece
insan türüne özgü olduğu düşünülmektedir. Çünkü bu boyut dinsel inançla oldukça
ilişki gösteren bir boyuttur. Dinin nasıl bir evrimsel sürece dayandığı ise
ayrı bir tartışma gerektirmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Sonuç olarak ahlaki
hassasiyetlerimizin en azından bir kısmı evrimsel sürece dayanmaktadır. Bu
mekanizma ise ilk olarak anne-çocuk etkileşiminde ortaya çıkmakta ve anne
çocuğunu zarardan korumak üzere bir zihinsel donanıma sahip olmaktadır. Keza
birbiriyle benzer genlere sahip akrabalar da birbirlerini koruyup kollayarak
yardım etme davranışı gösterebilmektedirler çünkü akrabana yardım etmek özünde
kendi genlerine yaptığın bir yatırımdır. Hiçbir genetik yakınlığa sahip olmayan
insanlar ise karşılıklı özgecilik dediğimiz mekanizmaya göre birbirlerine
yardım etmektedirler: Eğer ben sana yardım edersem, bir gün sen de bana yardım
edebilirsin (doğrudan özgecilik), ya da toplumdaki bir başkası ben yardım
ettiğim için bana yardım edebilir (dolaylı özgecilik). Akraba seçilimi ve
karşılıklı özgecilik mekanizmaları belli bir yere kadar büyük ölçekli
işbirliğini ve ahlaki hassasiyetlerin ortaya çıkışını açıklayabilirler. Ancak
insanlık tarihi boyunca gelişen ve herhangi bir ün kaygısı olmadan ya da tek
seferlik etkileşimlerde insanların genetik olarak uzak oldukları insanlarla
büyük ölçekli işbirliğine girmeleri bu iki mekanizmanın dışında mekanizmalara
dayanıyor gözükmektedir.<span style="mso-tab-count: 1;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-align: center; text-autospace: none;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Kaynakça<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Bar-Haim, Y., Ziv, T., Lamy, D., & Hodes, R. M. (2006).
Nature and nurture in own-race face <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">processing.
<i>Psychological Science,</i></span><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: -42.55pt;"> </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: -42.55pt;">17</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: -42.55pt;">, 159–163.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Brosnan, S. F., & De Waal, F. B. (2003). Monkeys reject
unequal pay. <i>Nature</i>, <i>425</i>, 297–299.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Brosnan, S. F., Schiff , H. C., & de Waal, F. B. (2005).
Tolerance for inequity may increase <o:p></o:p></span></div>
with social closeness in chimpanzees. <i>Proceedings of the Royal Society of London, Biology, 272</i>, 253–258.<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Chomsky, N. (1965). <i>Aspects of the Theory of Syntax</i> (Vol.
11). MIT press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
Darley, J.M., & Shultz, T.R. (1990). Moral rules: Their content and acquisition. <i>Annual Review of Psychology, 41</i>, 525–556.<br />
<br />
Deaner, R. O., Khera, A. V., & Platt, M. L. (2005). Monkeys pay per view: Adaptive valuation of social images by rhesus macaques. <i>Current Biology, 15</i>, 543–548.<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Deppe, K.D., Gonzalez, F. J., Neiman, J. L., Jacobs, C.,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Pahlke, J., Smith, K. B., & Hibbing, J. R. (2015). Reflective
liberals and intuitive conservatives: A look at the </span><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Cognitive
Reflection Test and ideology. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Judgment
and Decision Making</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">10</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">(4),
314-331.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">de Waal, F. B.,
Leimgruber, K., & Greenberg, A. R. (2008). Giving is self-rewarding for monkeys. <i>Proceedings of</i> <i>the
National Academy of Sciences of the United States of</i> </span><i><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">America</span></i><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt;">,
<i>105</i>, 13685–13689.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">de Waal, F.
(2009).<span class="apple-converted-space"> </span><i>Primates and
philosophers: How morality evolved</i>. Princeton University <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">de Waal F. (2013). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">The
Bonobo and the Atheist: In Search of Humanism Among the <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Primates</i>. New York: W.W. Norton.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Eidelman, S., Crandall, C. S., Goodman, J. A., & Blanchar, J. C. (2012). Low-effort<span style="mso-tab-count: 1;"> </span>thought
promotes political conservatism. <i>Personality and Social Psychology Bulletin</i>, <i>38</i>(6), 808-820.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Evans, J. S. B., & Stanovich, K. E. (2013). Dual-process
theories of higher cognition: A</span><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">dvancing the debate. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Perspectives on Psychological
Science</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">8</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">(3), 223-241.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Faulkner, J., Schaller, M., Park, J. H., & Duncan, L. A.
(2004). Evolved disease-avoidance mechanisms
and contemporary xenophobic attitudes.<span class="apple-converted-space"> </span><i>Group
Processes & Intergroup Relations</i>,<span class="apple-converted-space"> </span><i>7</i>(4), 333-353.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Geras, N. (1983). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Marx
and Human Nature: Refutation of a Legend.</i> London: Verso.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
Gervais, W. M., & Norenzayan, A. (2012). Analytic thinking promotes religious disbelief. <i>Science, 336</i>, 493-496.<br />
<br />
Graham, J., Haidt, J., & Nosek, B. A. (2009). Liberals and conservatives rely on different sets of moral foundations. <i>Journal of Personality and Social Psychology, 96</i>, 1029-1046.<br />
<br />
Graham, J., Haidt, J., Koleva, S., Motyl, M., Iyer, R., Wojcik, S., & Ditto, P. H. (2013). Moral foundations theory: The pragmatic validity of moral pluralism. <i>Advances in Experimental Social Psychology, 47,</i> 55-130.<br />
<br />
Haidt, J., S.H. Koller, and M.G. Dias. (1993). Affect, culture, and morality, or is it wrong to eat your dog? <i>Journal of Personality and Social Psychology, 65</i>, 613–628.<br />
<br />
Haidt, J. (2001). The emotional dog and its rational tail: A social intuitionist approach to moral judgment. <i>Psychological Review, 108</i>(4), 814-834.<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Haidt, J. (2007). The new synthesis in moral psychology.<span class="apple-converted-space"> </span><i>Science</i>,<span class="apple-converted-space"> </span><i>316</i>, 998-1002.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Hamlin, J. K., Wynn, K., & Bloom, P.
(2007). Social evaluation by preverbal infants. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Nature</i>, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">450</i>, 557-559. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Henrich,
J., McElreath, R., Barr, A., Ensminger, J., Barrett, C., Bolyanatz, A., et al.
(2006). <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Costly punishment across
human societies. <i>Science</i>, <i>312</i>, 1767–1770.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Henrich,
J., Ensminger, J., McElreath, R., Barr, A., Barrett, C., Bolyanatz, A., et al.
(2010). Markets, religion, community
size, and the evolution of fairness and punishment. <i>Science,</i> <i>327</i>, 1480–1484.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
Henrich, J., Heine, S. J., & Norenzayan, A. (2010). The weirdest people in the world? <i>Behavioral and Brain Sciences, 33</i>, 61-83.<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Horner, V., Proctor, D., Bonnie, K. E., Whiten, A., & de
Waal, F. B. (2010). Prestige affects <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">cultural
learning in chimpanzees. <i>PloS ONE</i>, <i>5</i>, e10625.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Iyer, R., Koleva, S., Graham, J., Ditto, P., & Haidt, J.
(2012). Understanding libertarian </span><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">morality:
The psychological dispositions of self-identified </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">libertarians. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">PLoS ONE</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">7</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">(8), e42366.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Johnson, D., & Krüger, O. (2004). The good of wrath:
Supernatural punishment and the </span><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">evolution of cooperation. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Political Theology</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">5</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">(2),
159-176.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Kahneman, D. (2011). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Thinking,
fast and slow</i>. New York: Farrar, Straus & Giroux.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Kelly, D. J., Quinn, P. C., Slater, A. M., Lee, K., Gibson,
A., Smith, M., Ge, L., & Pascalis, O.
(2005). Three-month olds, but not newborns, prefer own-race faces. <i>Developmental</i>
<i>Science</i>, <i>8</i>, F31–F36.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
Kohlberg, L. (1969). <i>Stage and sequence: The cognitive-developmental approach to socialization</i>. New York: Rand McNally.<br />
<br />
Mahajan, N., Martinez, M. A., Gutierrez, N. L., Diesendruck, G., Banaji, M. R., & Santos, L. R. (2011). The evolution of intergroup bias: Perceptions and attitudes in rhesus macaques. <i>Journal of Personality and Social Psychology, 100</i>, 387–405.<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
Masserman, J. H., Wechkin, S., & Terris, W. (1964). “Altruistic” behavior in rhesus monkeys. <i>The American Journal of Psychiatry</i>, <i>121</i>, 584–585.<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Navarrete, C. D., & Fessler, D. M. (2006). Disease
avoidance and ethnocentrism: The effects of
disease vulnerability and disgust sensitivity on intergroup attitudes.<span class="apple-converted-space"> </span><i>Evolution and Human Behavior</i>,<span class="apple-converted-space"> </span><i>27</i>(4), 270-282.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
Nichols, S., & Folds-Bennett, T. (2003). Are children moral objectivists? Children’s judgments about moral and response-dependent properties. <i>Cognition, 90</i>, B323–332.<br />
<br />
Öhman, A., & Mineka, S. (2003). The malicious serpent snakes as a prototypical stimulus for an evolved module of fear. <i>Current Directions in Psychological Science, 12</i>(1), 5-9.<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Pennycook, G., Cheyne, J. A., Seli, P., Koehler, D. J., & Fugelsang, J. A. (2012). Analytic
cognitive style predicts religious and paranormal belief. <i>Cognition</i>, <i>123</i>(3), </span><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">335-346.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Piaget, J. 1965. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">The
moral judgment of the child</i>. New York: Free Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Pinker, S. (2002). <i>The blank slate: The modern denial of
human nature</i>. New York: Penguin Putnam.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Pokorny, J. J., & de Waal, F. (2009). Monkeys recognize
the faces of group mates in<span style="mso-tab-count: 1;"> </span>photographs.
<i>Proceedings of the National</i> <i>Academy of Sciences</i>, <i>106</i>, 21539.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
Rozin, P., Lowery, L., Imada, S., & J. Haidt. 1999. The CAD triad hypothesis: A mapping between three moral emotions (contempt, anger, disgust) and three moral codes (community, autonomy, divinity). <i>Journal of Personality & Social Psychology, 76</i>, 574–586.<br />
<br />
Schaller, M., & Park, J. H. (2011). The behavioral immune system (and why it matters). <i>Current Directions in Psychological Science, 20</i>(2), 99-103.<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Simmons, R. E., & Altwegg, R. (2010). Necks</span><span style="background: white; font-family: "cambria math" , "serif"; font-size: 12.0pt;">‐</span><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">for</span><span style="background: white; font-family: "cambria math" , "serif"; font-size: 12.0pt;">‐</span><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">sex or competing
browsers? A critique of </span><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">ideas on the evolution of giraffe. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Journal of Zoology</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">282</i><span style="background-color: white; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">(1),
6-12.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Simon, H. A. (1955). A behavioral model of rational
choice. <i>The Quarterly Journal of <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Economics</i>,
99-118.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Sinnott</span><span style="background: white; font-family: "cambria math" , "serif"; font-size: 12.0pt;">‐</span><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Armstrong,
W. (2009). Mıxed</span><span style="background: white; font-family: "cambria math" , "serif"; font-size: 12.0pt;">‐</span><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">up
meta</span><span style="background: white; font-family: "cambria math" , "serif"; font-size: 12.0pt;">‐</span><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">ethıcs. <i>Philosophical
Issues</i>, <i>19</i>(1), 235-256.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
Shenhav, A., Rand, D. G., & Greene, J. D. (2012). Divine intuition: Cognitive style influences belief in God. <i>Journal of Experimental Psychology: General, 141</i>, 423-428.<br />
<br />
Shweder, R. A., Much, N. C., Mahapatra, M., & Park, L. (1997). The “big three” of morality (autonomy, community, and divinity), and the “big three” explanations of suffering. In A. Brandt & P. Rozin (Eds.), <i>Morality and health</i> (pp. 119–169). New York, NY: Routledge. <br />
<br />
Slocombe, K. E., & Zuberbühler, K. (2007). Chimpanzees modify recruitment screams as a <br />
function of audience composition. <i>Proceedings of the National Academy of Sciences, 104</i>, 17228-33.<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
Suhler, C. L., & Churchland, P. (2011). Can innate, modular “foundations” explain morality. Challenges for Haidt's moral foundations theory. <i>Journal of Cognitive Neuroscience, 23</i>(9), 2103-2116.<br />
<br />
Tajfel, H. (1982). Social psychology of intergroup relations. <i>Annual Review of Psychology, 33</i>(1), 1-39.<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 42.55pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -42.55pt;">
<br /></div>
Talhelm, T., Haidt, J., Oishi, S., Zhang, X., Miao, F. F., & Chen, S. (2015). Liberals think more analytically (More “WEIRD”) than conservatives. <i>Personality and Social Psychology Bulletin, 41</i>, 250-267.<br />
<br />
Tversky, A., & Kahneman, D. (1974). Judgment under uncertainty: Heuristics and biases. <i>Science, 185</i>(4157), 1124-1131.<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Warneken, F., Hare, B., Melis, A. P., Hanus, D., & Tomasello, M. (2007). Spontaneous <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>altruism
by chimpanzees and young children. <i>Plos Biology</i>, <i>5</i>, 1414–1420.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Yılmaz, O. (2015). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">An
investigation of the reciprocal relationship between </i></span><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">cognitive style and political
ideology</span></i><span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt;">. </span><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt;">Unpublished
master’s thesis. Boğaziçi University, Istanbul, Turkey.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Yılmaz,
O., Karadöller, D. Z., & Sofuoğlu, G. (2016). Analytic thinking, religion
and <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>prejudice: An experimental test of
the dual-process model of mind. <i>The International Journal for the Psychology of Religion</i>.
doi: 10.1080/10508619.2016.1151117.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt;">Yılmaz, O., & Sarıbay, S. A. (2016). An attempt to
clarify the link between cognitive style and
political ideology: A non-western replication and extension. <i>Judgment and Decision Making</i>,<span class="apple-converted-space"> </span><i>11</i>(3), 287.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 115%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div style="mso-element: footnote-list;">
<hr align="left" size="1" width="33%" />
<!--[endif]-->
<br />
<div id="ftn1" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftnref1" name="_ftn1" style="mso-footnote-id: ftn1;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></span></span></a><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"> Bugünkü bilgiler ışığında
zürafaların uzun boyunlu olmalarının nedeninin cinsel seçilim olduğunu
biliyoruz ancak doğal seçilimin mekanızmasını anlatmak için güzel bir örnek
olduğundan bu örneği vermeyi uygun gördüm. İlgililer için kısaca söylemek
gerekirse uzun ve kalın boyunlu zürafalar dişilere çekici geldiğinden daha çok
ürediler ve bu şekilde sonraki nesillere genlerini aktarmayı başardılar. Konuyla
ilgili şu makaleye bakılabilir: Simmons ve Altweg (2010).<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
</div>
<div id="ftn2" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftnref2" name="_ftn2" style="mso-footnote-id: ftn2;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%;">[2]</span></span><!--[endif]--></span></span></span></a><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"> Hiç kuşkusuz meta-etik alanı
onlarca farklı şeye tekabül etmektedir ancak bu yazının konusu bu olmadığından
daha fazla ayrıntı verilmeyecektir (meta-etiğin ne kadar karmaşık bir alan
olduğunu anlatan şu makaleye bakılabilir: Sinnott-Armstrong, 2009).<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
</div>
<div id="ftn3" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftnref3" name="_ftn3" style="mso-footnote-id: ftn3;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%;">[3]</span></span><!--[endif]--></span></span></span></a><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"> Bu kuramdan önce ahlak
psikolojisinde neler yapıldığına kısaca bakmak isteyen okuyucular için: Darley
& Shultz, 1990; Haidt, Koller & Dias, 1993; Kolhberg, 1969; Nichols
& Folds-Bennett, 2003; Piaget, 1965; Shweder, Much, Mahapatra, & Park,
1997.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
</div>
<div id="ftn4" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftnref4" name="_ftn4" style="mso-footnote-id: ftn4;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%;">[4]</span></span><!--[endif]--></span></span></span></a><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"> Felsefe’de oldukça popüler olan
insan doğası var mıdır tartışmasına bu yazı çerçevesinde girmeyeceğim fakat
modern bilimsel bilgiler göstermektedir ki İngiliz deneycilerinin dediği gibi
insan doğuştan boş bir levha gibi doğmamaktadır. Her türün sahip olduğu bazı özellikler
olduğu gibi (örneğin atlar doğar doğmaz dörtnala koşabilirler, ancak insan
yavrusu bunu başaramaz) insanın da doğuştan beraberinde getirdiği bir takım
evrimsel mekanizmalar vardır (örneğin dile sahip olmak gibi). Dolayısıyla
Marx’ın Feuerbach üzerine altıncı tezde ifade ettiği “insan doğası tarihsel ve
toplumsal ilişkilerin bütünüdür” önermesi tek başına alındığında yanlış bir
önermedir çünkü eğer insan dışındaki bir primatı insanla aynı tarihsel ve
toplumsal ilişkiler bütününe koyarsak o dili öğrenemeyecektir çünkü evrimsel
olarak ona yatkın doğmamaktadır. Bu konuda derinlemesine bir inceleme için
bakınız Pinker (2002). Marx’ın aslında insan doğasını reddetmediğini savunan
bir argüman için ise bakınız Geras (1983). <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
</div>
<div id="ftn5" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftnref5" name="_ftn5" style="mso-footnote-id: ftn5;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%;">[5]</span></span><!--[endif]--></span></span></span></a><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"> Bu deneyin videosu “Frans de Waal:
Hayvanlarda Ahlaki Davranış” başlığıyla aratılırsa internet üzerinden
izlenilebilir.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
</div>
<div id="ftn6" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Hasan%20Bah%C3%A7ekap%C4%B1l%C4%B1/Desktop/%C4%B0nsan%20Ahlak%C4%B1%20Evrimin%20Bir%20%C3%9Cr%C3%BCn%C3%BC%20m%C3%BC%20(19%20Temmuz).docx#_ftnref6" name="_ftn6" style="mso-footnote-id: ftn6;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%;">[6]</span></span><!--[endif]--></span></span></span></a><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"> Hiç kuşkusuz her bir deneyin
deseni oldukça karmaşık ve uzun uzun anlatılmaya ihtiyaç duymaktadır. Ancak bu
yazının belli bir uzunluk limiti olduğundan sadece temel bulgulardan
bahsedilmektedir. Dileyen okuyucu orijinal makalelere bakabilir. <o:p></o:p></span><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMs7gH_llg6BfghvPm-Zaa41yKCoWYPn75LO7jWgygAAZ_7Tho35Ik6cVO44IvUmK79OLHSlSJKUurJSqzYoRCUnmdhEY4OHWrAHtZSnvci3h2HQvXhEw4FFlidbU6vj1N6yLX6vV1piWz/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="159" data-original-width="317" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMs7gH_llg6BfghvPm-Zaa41yKCoWYPn75LO7jWgygAAZ_7Tho35Ik6cVO44IvUmK79OLHSlSJKUurJSqzYoRCUnmdhEY4OHWrAHtZSnvci3h2HQvXhEw4FFlidbU6vj1N6yLX6vV1piWz/s1600/images.jpg" /></a></div>
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
</div>
</div>
<br />İnsan Doğasıhttp://www.blogger.com/profile/08055395730180906657noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-45158508277800569022018-03-20T14:33:00.000+03:002018-04-05T17:50:01.529+03:00Evrimsel Açıdan Saldırganlık ve Şiddet<br />
<i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bu ya</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">zı Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 2016 tarihli "İnsan Sosyalliğinin Evrimi" temalı </span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">sayısında Hasan G</span></i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;"><i>.</i></span><i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;"> Bahçekapılı im</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">zasıyla yayınlandı</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">.</span></i><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Evrimsel biyolog Edward O. Wilson Pulitzer ödüllü <i style="mso-bidi-font-style: normal;">On Human Nature</i> kitabının saldırganlıkla ilgili bölümüne şöyle başlar:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 1cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10pt; line-height: 15.3333px;">İnsanlar doğuştan saldırgan mıdır? Bu soru üniversite seminerlerinin ve kokteyl partilerin en sevilen sohbet konularındandır ve her kesimden politik fanatiğin kanını beynine sıçratma potansiyeline sahiptir. Sorunun cevabı evettir. (Wilson, 1978/2004, s. 99)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm -22.4pt 0cm 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Wilson’ın tartışmalı olduğunu kabul ettiği bu soruya nasıl bu kadar kesin bir cevap verdiğini görebilmek için “doğuştan” ve “saldırganlık” kavramlarından tam olarak ne kastettiğini anlamamız gerekir. Saldırganlık dediğinde Wilson fiziksel şiddet veya şiddet tehdidi içeren ve karşı tarafın hayatta kalma veya üreme şansını azaltan her türlü davranışı kastediyor. Doğuştan dediğinde ise bir davranışın genetik temelli olmasını, tamamen çevre şartları ve öğrenme sonucu olarak ortaya çıkmamasını kastediyor. Bu anlamda “doğuştanlık” davranışın ortaya çıkışında çevrenin, öğrenmenin ve kültürün rolünü reddetmez. Mesela insanda dilin doğuştan geldiğini söylediğimizde doğum anında dilin var olduğunu kastetmeyiz. Dilin genetik temelli bir öğrenme mekanizmasına dayandığını ve bu mekanizma sayesinde normal çevre şartlarında dil davranışının gelişimsel süreçte doğal olarak ortaya çıkacağını kastederiz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Gene bu anlayışa göre saldırganlık belli uyaranlara karşı bir refleks gibi otomatik olarak ortaya çıkan bir tepki değildir. Freud’un ve Konrad Lorenz’in düşündüğü gibi zaman içinde biriktikçe dışarı taşma potansiyeli artan dürtüler gibi de değildir. Evrimsel anlayışa göre bir türün evrimsel tarihinde saldırganlık davranışı üreme başarısını arttırma potansiyeline sahip olmuşsa doğal seçilim sonuncunda saldırgan dürtüleri üreten beyin mekanizmaları adaptasyon olarak ortaya çıkar. İnsan türünde bu mekanizmaların ne zaman ve ne şekilde saldırganlık davranışını ortaya çıkaracağı hem şu andaki çevre şartlarına, hem bireyin öğrenme geçmişine, hem de bireyin içinde yaşadığı kültürün tarihine bağlıdır. Saldırganlık yıkıcı şiddet davranışları şeklinde ortaya çıkabileceği gibi karşı tarafın statüsünü zedelemeye yönelik sözel imalar şeklinde de ortaya çıkabilir. Bu yüzden saldırganlık dediğimizde tek bir davranış tipinden bahsetmek mümkün değildir. Hangi davranış tipinin ortaya çıkacağı öğrenmeye ve kültüre bağlıdır. Ortaya çıkabilecek bütün olası davranışlar kümesi ise doğuştan gelir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Davranışın evrimsel açıdan incelenmesi diğer biyolojik özellikler gibi davranışın da ne yönden adaptif olabileceği, evrimsel amaçlara ne şekilde hizmet edebileceği sorularına cevap vermeyi gerektirir. Bu yazıda özellikle şiddet içeren saldırganlığı evrimsel açıdan ele alan son araştırmaların ve kavramsal yaklaşımların bir özetini sunacağız. İlk olarak topluluklar arası şiddetin, yani savaşın, evrimiyle ilgili fikirlere ve bulgulara bakacağız. Daha sonra topluluk içi şiddete geçip yakın ilişkilerde özellikle erkeğin kadına karşı gösterdiği şiddete evrimsel açıdan bakacağız. Arkasından kadınlarda şiddeti ele alacağız. Bu üç temel konudan sonra şiddet konusunda evrimsel yaklaşımla kültürel yaklaşımın, gelişimsel yaklaşımın ve davranış genetiğinin nasıl verimli işbirliğine girebileceği konusu tartışacağız. Yazı boyunca vurgulanan ana fikir evrimleşmiş eğilimlerin şiddet davranışında her zaman rol oynadığı, ama bu eğilimlerin davranışa nasıl yansıdığını açıklayabilmek için her zaman çevresel ve kültürel faktörleri de göz önüne almak gerektiği olacak.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Savaşın Evrimsel Kökenleri<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Savaş uygarlığın gelişmesi sonucunda ortaya çıkan nispeten yeni bir icat mıdır yoksa insan doğasının derin kökleri olan bir parçası mı? Bu geleneksel tartışmada birincisine Rousseau’cu görüş, ikincisine Hobbes’cu görüş diyebiliriz. Son yıllardaki antropolojik araştırmalar ağırlıklı olarak Hobbes’cu görüşü desteklemektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Savaşın tarım ekonomisine ve devlet düzenine geçişin ürünü olmadığını gösterebilmek için tarım öncesi avcı-toplayıcı gruplarını incelemek gerekir. 20. yüzyılın ilk yarısında barışçıl bir hayatı olduğu düşünülen bu tür toplulukların yer yer modern toplumlardan çok daha fazla şiddet barındırdığının gösterilmesi klasik Rousseau’cu anlayışa darbe vurmuştur (Gat, 2015; Pinker, 2011). Bu tür toplulukların ancak saldırgan devletlerle karşılaştıktan sonra savaş yapmaya başladığı fikri de tarih öncesi savaşların yaygınlığının arkeolojik bulgularla belgelenmesiyle çürütülmüştür (Keeley, 1996, 2014). (Yakın tarihli bir araştırma şempanzelerin de insan etkisi yüzünden değil adaptif sebeplerle gruplar arası şiddete başvurduğunu göstermiştir; Wilson ve ark., 2014).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Buradan elbette savaşın genlerimize kazınmış kaçınılmaz bir davranış olduğu sonucu çıkmaz. Topluluklar arası sorunları savaş yoluyla çözmeye çalışmak ne kadar doğamızın parçasıysa çatışma yönetimi yoluyla barışçı bir şekilde çözmeye çalışmak da o kadar doğamızın parçasıdır. Çatışma yönetiminin toplumsal hayatın bu kadar merkezi bir parçası olması çatışmaların her an yıkıcı şiddete dönüşme potansiyeli olmasıyla açıklanabilir (Gat, 2015). Buradan savaşların tamamen biyolojik dürtülerin ürünü olduğu sonucu da çıkmaz. Savaşın ortaya çıkması için savaştan beklenen bir fayda, gerekli teçhizat, toplumsal organizasyon ve savaşı teşvik eden bir savaş kültürü olması gerekir. Giriş kısmında belirttiğimiz gibi evrimleşmiş eğilimler çevreyle ve kültürle etkileşim içinde davranışı ortaya çıkarırlar. Araştırmalardan çıkarılabilecek sonuç savaşın yakın tarihli bir kültürel icat olduğu fikrinin savunulamayacak olduğudur (LeBlanc, 2014).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Savaşın evrimsel tarihimizin bir parçası olması aslında daha temel bir teorik sorunu gözler önüne serer: Savaş eğilimi ne amaçla evrimleşmiş olabilir? Standart evrimsel açıklamalar insandaki savaşı açıklamakta yetersiz kalır çünkü karıncalardan farklı olarak aynı safta savaşan insanlar arasında genetik yakınlık yoktur ve şempanzelerden farklı olarak savaşan insanlar kişisel çıkar amacıyla hareket etmezler (Zefferman & Mathew, 2015). Hayatını kaybedenlerin oranı düşünüldüğünde savaş savaşanların üreme başarısını ciddi şekilde azaltan bir davranış gibi görünmektedir. Savaşın evrimsel gerekçeleriyle ilgili henüz genel kabul görmüş geniş kapsamlı bir teori geliştirilmemiş olsa da kısmi açıklamalar sunan iki görüşü burada kısaca özetleyebiliriz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Uzun yıllar Amazon’da yaşayan Yanomamö kabilelerindeki savaşı inceleyen Napoleon Chagnon’a (1988) göre savaş aslında savaşta başarılı olanların üreme başarısını arttırmaktadır.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Yanomamö savaşçıları savaşlarının bir numaralı gerekçesi olarak daha önceki bir yenilginin intikamını almayı gösterirler. Savaşlar da ilk olarak genellikle “kadın yüzünden” çıkar. Savaşta düşman öldürebilen savaşçılar genellikle daha sonra daha fazla eşe ve daha fazla çocuğa sahip olurlar. Dolayısıyla riskli de olsa savaş yapma eğilimi bu yolla seçilmiş olabilir. Bunla uyumlu olarak görülebilecek bir deneysel bulgu, erkeklerin çekici kadın resimlerine maruz kaldıktan sonra savaş yanlısı tutumlarında artma olmasıdır (Chang, Lu, Li & Li, 2011).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">İkinci bir görüşe göre insanlarda, başka hayvanlarda görülmeyen düzeyde olan grup içi işbirliği ve özgecilik, gruplar arası çatışmayla beraber evrimleşmiştir. Oyun teorisine dayalı analizler geçmiş çevre şartlarıyla ve toplumsal şartlarla ilgili bazı makul varsayımlar yapıldığında bu tür bir özgecilik-çatışma eş-evrimin mümkün olduğunu göstermiştir (Choi & Bowles, 2007). Gruplar arası çatışmada rol alanlar daha çok erkekler olduğu için “grup içine karşı özgecilik, grup dışına karşı çatışma” stratejisinin daha çok erkekler için geçerli olduğu düşünülebilir. Bu mantık uyarınca ortaya atılan hipotezlerden biri “erkek savaşçı” hipotezidir (McDonald, Navarrete & Van Vugt, 2012). Bunu destekleyen bir deneysel bulgu, gruplar arası rekabet fikri uyandırıldığında, erkeklerin ekonomik bir oyunda grup üyelerine daha fazla para aktarmasıdır. Kadınların para aktarımı ise gruplar arası rekabet manipülasyonundan etkilenmemiştir (Van Vugt, De Cremer & Janssen, 2007).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Yakın İlişkilerde Erkek Şiddeti<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Yakın ilişkideki çiftler arasındaki şiddet en genel anlamıyla cinsel çatışma (sexual conflict) teorisi çerçevesinde incelenebilir (Parker, 2006). İlişki içindeki kadın ve erkeğin evrimsel/genetik çıkarları kısmen örtüşürken kısmen de çatışır. Buna göre çatışma, ilişkilerde ara sıra ortaya çıkan bir arıza değil, belli şartlar altında sistematik olarak ortaya çıkması beklenebilecek bir durumdur. Çatışma cinsel ilişki öncesi dönemde, cinsel ilişki döneminde veya ilişki bittikten sonraki dönemde olabilir. Mesela erkekle kadın arasında cinsel ilişkinin yaşanıp yaşanmayacağı veya ne zaman ve hangi şartlar altında yaşanacağı konusunda sık sık çatışma baş gösterir. Kadın cinsel ilişkiye geçmeden önce bağlılık (commitment) göstergeleri ararken erkek bir an önce cinsel ilişki dönemine geçmek için bağlılık düzeyiyle ilgili gerçeği yansıtmayan göstergeler sunabilir (Haselton, Buss, Oubaid & Angleitner, 2005).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Gene bu teoriye göre şiddet, çiftlerin ilişki içinde ortaya çıkan ve evrimsel çıkarlarını tehdit eden sorunları çözmek için zaman zaman başvurdukları adaptif olabilen bir stratejidir. Babalığın belirsizliği (paternity uncertainty) erkeğin genetik çıkarlarını tehdit eden daimi bir potansiyel sorun olarak görüldüğü için evrimsel psikolojide erkekte bu sorunu çözmek amacıyla kadını cinsel açıdan sahiplenmeye ve onu aldatmaktan caydırmaya yönelik adaptasyonların evrimleştiği varsayımı yapılır (Wilson & Daly, 1996). Yani kadının ilişki dışı cinselliğini kısıtlamak erkeğin evrimsel çıkarlarının gereğidir. Bu kısıtlama çabası bazan baskıcı ve şiddet içeren davranışlar şeklinde ortaya çıkabilir. Aşağıdaki adaptif problemlere karşı erkeklerde şiddet davranışının ortaya çıkabildiği değişik ölçülerde belgelenmiştir (Buss & Duntley, 2011):<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">1. Başka erkeklerin eşi kaçırma girişimleri: Erkekler özellikle maddi durum, iş olanakları ve fiziksel güç bakımından kendilerinden üstün olan yabancı erkeklerin eşlerine göz koymasını tehdit olarak algılarlar. Bu gibi durumlarda şiddet ortaya çıktığında genellikle eşe değil yabancı erkeğe yöneliktir. Fakat eşi başka erkeklerle görüşmekten alıkoymak için eşe de yönelebilir (Wilson & Daly, 1996).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">2. Eşin cinsel sadakatsizlik gösterdiği şüphesi: Eşin cinsel sadakatsizliği ve bunun sonucunda erkeğin kendi genlerini taşımayan bir çocuğa maddi ve manevi yatırım yapması olasılığı erkeğin evrimsel çıkarlarına en doğrudan tehdittir. Erkeğin bu sorunu çözmek için kullandığı yöntemlerden biri şiddettir. Nitekim erkeğin ilişki içinde olduğu kadına karşı gösterdiği şiddetin en baş sebeplerinden birinin aldatılma şüphesi olduğu gösterilmiştir (Daly, Wilson & Weghorst, 1982). Bu şüpheye karşı ortaya çıkabilen şiddet türlerinden biri de ilişki içi cinsel tecavüzdür (Goetz, Shackelford & Camilleri, 2008; Kaighobadi, Shackelford & Goetz, 2009). Benzer şekilde hamileyken ilişki içi şiddete uğrayan kadınların, diğer kadınlara kıyasla, başka bir erkekten hamile olma olasılıklarının daha yüksek olduğu gösterilmiştir (Taillieu & Brownbridge, 2010).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">3. Kaynak sıkıntısı: Fakirlik veya ekonomik kaynak sıkıntısı aile içi şiddeti arttıran bir unsurdur (Wilson & Daly, 1993; Balci & Ayranci, 2005). Bunun geleneksel açıklaması ekonomik sıkıntının getirdiği stres olsa da evrimsel bakış açısı eşi elden kaçırma korkusunun erkeği bir çözüm olarak kadına karşı şiddete yönelteceği olasılığını da bize düşündürür.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">4. Eşler arasında çekicilik farklılığı: Kadının eş değerinin (mate value) daha yüksek olması erkeği gene eşi elinden kaçıracağı korkusuna ve çözüm olarak şiddete yöneltebilir (Graham-Kevan & Archer, 2009).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">5. Eşin terk etmiş olması: Terk edilmiş erkekler bazan eşi tekrar elde etmek için bazan da eşin başka bir erkekle ilişki kurmasını engellemek için son çare olarak şiddete başvururlar (Perilloux & Buss, 2008). Daha önceki maddelerde olduğu gibi burada da bu şiddetin kendi başına bir adaptasyon mu yoksa başka bir adaptasyonun adaptif olmayan bir yan ürünü mü olduğu tartışmalıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Erkek şiddetinin temel amacının kadının cinselliğini kontrol etmek olduğunda evrimsel yaklaşımla feminist yaklaşım uyuşmaktadır. Bu iki yaklaşımın (son 15 yıldaki sert tartışmalar göz önüne alındığında) uyuşamaz gibi göründüğü konu tecavüzdür. Evrimsel yaklaşım başka şiddet türleri gibi tecavüzün de evrimleşmiş mekanizmaların ürünü olduğunu savunurken geleneksel feminist yaklaşım tamamen sosyal öğrenmenin ürünü olduğunu savunur. Vandermassen’e (2011) göre iki tarafın savunucuları biraz daha açık fikirli olurlarsa iki tarafın da öne sürdüğü faktörleri içine alan daha geniş kapsamlı bir tecavüz teorisi ortaya konabilir. Kısaca özetlemek gerekirse, Vandermassen’e göre bir adaptasyonun ürünü de olsa, adaptif olmayan bir yan ürün de olsa, tecavüzün kökeni erkeğin ve kadının evrimleşmiş cinselliklerinde yatar (ayrıca bak. Thornhill & Palmer, 2000). Tecavüzün cinsellikle ilgili olmadığı şeklindeki geleneksel feminist slogan bilimsel açıdan ciddiye alınabilecek bir fikir değildir. Diğer taraftan tecavüzle ilgili geleneksel evrimsel hipotez de bilimsel bulgular tarafından desteklenmemektedir. Bu hipoteze göre tecavüz eş bulamamış düşük statülü erkeklerin üreyebilmek için son çare olarak kullandıkları bir yöntemdir. Oysa araştırmalara göre tecavüzcülerin çoğunluğu ne düşük statülüdür ne de cinsel açıdan tecrübesizdir. Özellikle savaş zamanı meydana gelen tecavüz olaylarında kadının genellikle tecavüzden sonra öldürülmesi de erkeğin temel amacının üreme olmadığını göstermektedir. Vandermassen Smuts’ın (1995) analizinden esinlenerek ataerkilliğin ürünü olan cinsiyet ideolojilerinin, özellikle erkeğin kadın üzerinde hakim olmasını ve gerektiğinde kadına karşı şiddet kullanmasını meşru gören anlayışın, tecavüzün açıklanmasında önemli bir unsur olduğunu düşünmektedir. Bunu kabul etmek evrimsel yaklaşıma ters düşmez çünkü ataerkilliğin kendisi de biyolojik ve kültürel evrimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak erkek doğası gereği kadının cinselliğini kontrol etmek isteyecektir. Fakat bu isteğin baskıcı ve şiddet içerecek şekillerde ortaya çıkıp çıkmayacağı kısmen öğrenmeye ve kültürde hakim olan ideolojilere bağlıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Kadınlarda Şiddet<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Kadınlarda erkeklerdeki kadar şiddet ve saldırganlık görülmediği öteden beri bilinir. Bu farkın geleneksel açıklamalarından biri yetiştirme tarzı farklılıklarıdır: Erkek çocuklar erkek stereotipi olan girişimci, baskın ve gerektiğinde saldırgan olacak şekilde yetiştirilirken kız çocuklar kadın stereotipi olan duyarlı, şefkatli ve gerektiğinde taviz verecek şekilde yetiştirilir. Fakat bu yaklaşım bu stereotiplerin nereden geldiği sorusuna cevap vermemektedir (Cross & Campbell, 2014). Evrimsel yaklaşım ise bu farkların gelişigüzel sosyal ve tarihsel olaylar yüzünden ortaya çıkmayıp biyolojik bir temele dayandığını savunmaktadır. Bu temeli en açık şekilde tasvir eden de Trivers’ın (1972) ebeveyn yatırımı teorisidir. Buna göre birçok memeli türünde erkekler kolayca yeri doldurulabilecek bir sperm verme dışında üreme faaliyetine katkıda bulunmazken dişiler hamilelik, emzirme ve yavruya bakma anlamında bir ebeveyn olarak çok daha fazla yatırım yaparlar. Daha fazla yatırım yapan cinsin kötü bir eş tercihinden kaybedeceği daha fazla şey vardır. Bu yüzden dişiler eş tercihinde daha ihtiyatlı ve seçici olacak şekilde evrimleşmişken erkekler daha değerli olan dişi cinsi elde edebilmek için birbirleriyle rekabet edecek ve gerektiğinde saldırganlık gösterecek şekilde evrimleşmişlerdir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Baskınlık ve topluluk içinde yüksek statü sahibi olmak erkekler gibi dişi hayvanların da üreme başarısını arttırmakla beraber dişi hayvanlar bu tür bir statüye sahip olmak için genellikle erkekler kadar riskli davranışlar sergilemezler (Sharp & Clutton-Brock, 2011). Bunun evrimsel sebebi kazanacaklarının nispeten az, kaybedebileceklerinin nispeten çok olmasıdır. Araştırmalar annenin ölüm veya başka sebeplerle ortada olmamasının, babanın olmamasına kıyasla, çocukların hayatta kalması üzerinde çok daha etkili olduğunu göstermiştir (Sear & Mace, 2008). Dolayısıyla saldırganlıkta kadın-erkek farklarının bir evrimsel sebebi erkeklerin baskınlık kurmak için gerektiğinde saldırganlık gösterecek şekilde evrimleşmesiyse bir diğer sebebi de kadınların çocuğun hayatını tehlikeye atacak riskli davranışlardan (ve dolayısıyla saldırganlıktan) kaçınacak şekilde evrimleşmiş olmasıdır (Campbell, 1999).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Bu farkın psikolojik düzeydeki açıklaması ise kadınların riskli durumlara girmekten daha çok korku duyduğu ve cezaya karşı daha duyarlı olduğudur (Byrnes, Miller & Schafer, 1999; Campbell, 2006). Kadınların erkeklerden daha sık ve daha yoğun korku duygusu yaşadığı birçok araştırmada gösterilmiştir (Else-Quest, Hyde, Goldsmith & Van Hulle, 2006). Dışarıdan testosteron alımının kadınlarda korku şartlanması tepkisini azaltması bu farkın testosteron düzeyi farkından kaynaklandığını düşündürmektedir (Hermans, Putman, Baas, Koppeschaar & van Honk, 2006). Buna göre saldırganlıktaki cinsiyet farkı ketleyici niteliğe sahip korku duygusundan kaynaklanmaktadır. Saldırganlık davranışını tetikleyen duygu olan öfke bakımından ise önemli bir kadın-erkek farkı yoktur (Archer, 2004). Kişilik özelliklerine baktığımızda ise cinsiyet farkını ortaya çıkaranın dürtüsellik (impulsivity) değil heyecan arama (sensation seeking) olduğu görülmektedir (Cross, Copping & Campbell, 2011).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Kadınlarda şiddet erkeklerde olduğu gibi ergenlik çağında tepe noktasına ulaşır ve eş bulmayla ilişkilidir (Ness, 2004). Kadın kavgalarının önemli bir kısmını kadının kendi cinselliğiyle ilgili söylentilere verdiği tepki oluşturur. Erkek için önemli eş seçimi kriterlerinden biri kadının cinsel namusu olduğu için kadının, namusuna dil uzatılmasına şiddetle tepki vermesi adaptif olarak görülebilir. Gene de kadınlar yumruk ve tekme atmak gibi riskli saldırganlık şekillerini değil, daha risksiz sayılabilecek kötü söz söyleme ve tehdit etme gibi saldırganlık yöntemlerini tercih ederler (Archer, 2009).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Yakın tarihli bir araştırma (Wölfer & Hewstone, 2015) cinsler içi ve cinsler arası saldırganlık farklarının açıklanmasında cinsel seçilim teorisiyle (Archer, 2009; Darwin, 1871) sosyal rol teorisini (Eagly, 1987) karşılaştırmıştır. Katılımcı olarak 11,000 kadar lise öğrencisi kullanılmış ve bunların sınıf içi arkadaşlık ve saldırganlık ağları incelenmiştir. Cinsel seçilim teorisinden türetilen ve saldırganlığı yordayabilecek değişkenler olarak erkekler arasında keskin sosyal hiyerarşiye, sınıftaki erkek-kız oranının eşitlikten ne kadar saptığına ve erkeklerle kızlar arasındaki beden-kütle endeksi farkına bakılmıştır. Sosyal rol teorisinden türetilen ve saldırganlığı yordayabilecek değişkenler olarak ise sınıftaki cinsiyet normlarının eşitlikten ne kadar saptığına ve erkeklik normlarının şiddete ne ölçüde izin verdiğine bakılmıştır. Araştırma sonucunda beklendiği gibi cinsel seçilim teorisinden türetilen değişkenlerin cinsler içi saldırganlık farklılığını (erkek-erkek saldırganlığının kız-kız saldırganlığından daha sık olmasını) daha iyi yordadığı, sosyal rol teorisinden türetilen değişkenlerin ise cinsler arası saldırganlık farklılığını (erkeklerin kızlara yönelik saldırganlığının ters yöndeki saldırganlıktan daha sık olmasını) daha iyi yordadığı bulunmuştur. Araştırmacılar bu bulguları, saldırganlıkta cinsiyet farklarının açıklanmasında iki tür teoriye de (evrimsel ve sosyal) ihtiyacımız olduğu şeklinde yorumlamışlardır. Fakat katılımcıların yaş ortalamasının 15 bile olmaması bulguların yetişkin popülasyona genellenebilirliği ve cinsel seçilimin gerçekten test edilip edilmediği konusunda kuşku yaratmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Yakın ilişkilerde şiddet konusunda ise Batı toplumlarında kadınlarla erkekler arasında önemli bir saldırganlık farkı gözlenmemektedir (Archer, 2006). Yakın ilişki şiddetinde yaralananlar ve ölenler ağırlıklı olarak kadınlardır. Bunun sebebi erkeklerin üst düzey şiddet içeren saldırganlık yöntemlerini kadınlardan daha sık tercih etmeleridir. Saldırganlık vakalarının büyük çoğunluğunu oluşturan durumsal çift saldırganlığında (situational couple conflict) ise bir anlaşmazlık büyüyerek karşılıklı saldırganlığa dönüşür (Cross & Campbell, 2014). Bu tür saldırganlığı başlatma sıklığı bakımından cinsiyet farkı yoktur. Fakat dediğimiz gibi bu bulgu günümüz Batı kültürlerine özgüdür. Bunun sebeplerini anlamada kültürel yaklaşım evrimsel yaklaşıma yardımcı olabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Kültür, Evrim ve Şiddet<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Giriş kısmında belirttiğimiz gibi saldırganlık eğilimi doğuştan geliyor olsa da saldırgan davranışın ne şekilde ortaya çıkacağı kısmen bireyin içinde yaşadığı kültürün normları tarafından belirlenir. Batılı ülkelerde son zamanlarda değişen normlar yakın ilişki şiddetinde azalan ve yok olan cinsiyet farklarını açıklamada önemli bir rol oynayabilir. Yakın zamanlı araştırmalara göre erkeğin kadına karşı gösterdiği şiddet, kadının erkeğe karşı gösterdiği benzer nitelikteki şiddetle karşılaştırıldığında, daha kabul edilemez ve polis müdahalesini daha fazla gerektirir olarak görülmektedir (Felson & Feld, 2009). Bunun sonucunda kadının erkeğe karşı şiddet kullandığında şiddetle karşılık göreceğine dair beklentisi, yani risk beklentisi, azalmış, dolayısıyla riskli durumlara girmenin yarattığı korku azalmış, sonuçta kadın şiddet göstermek konusunda kendini daha rahat hisseder hale gelmiştir (Feld & Felson, 2008).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Büyük çaplı bir kültürler arası tarama Birleşmiş Milletler’in Cinsiyet Güçlenme Ölçümü (Gender Empowerment Measure: GEM) ile yakın ilişki şiddetinde cinsiyet farkları arasında yüksek bir korelasyon olduğunu göstermektedir (Archer, 2006). GEM puanı düşük ülkelerde şiddet erkek tarafı ağırlıklıdır. GEM puanı yüksek ülkelerde bu farkın kapanması hem erkeğin şiddete daha az başvurmasından hem de kadının şiddete daha fazla başvurmasından kaynaklanır. Yüksek GEM ülkeleri aynı zamanda daha bireyselci kültürlerdir. Kadının ailenin bir parçası olarak değil kendi başına bir birey olarak görülmesi de şiddetin azalmasına katkıda bulunmuş olabilir (Haj-Yahia, 2011). <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Bahsettiğimiz durumlar evrimsel eğilimlerin kültürel faktörlerle etkileşime girerek davranışı belirlediğine dair örneklerdir: Cinslerin saldırganlığın içerdiği riske ne kadar duyarlı olduğu muhtemelen evrimsel süreçte belirlenmiş farklardır fakat bu riskin ne düzeyde olduğu kültüre bağlı olduğu için saldırganlık davranışı da kültürden kültüre değişir. Bu etkileşimin verimli bir şekilde incelenebileceği modeller gen-kültür evrimi modelleridir (Laland & Brown, 2011). Bu kısımda son olarak bu türden bir modeli kısaca tanıtacağız.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Henrich, Boyd ve Richerson’a (2012) göre tek eşli evliliğin toplumsal bir norm haline gelmesi kültürel grup seçilimi sayesinde olmuştur. Ortaya çıktığı gruplarda tek eşli evlilik, evlilik yapamayan erkeklerin sayısını azaltmış, bu sayede hem erkekler arası rekabet ve şiddet hem de kadına yönelik tecavüz gibi suçlar azalmıştır. Ayrıca erkeğin çabasını yeni eşler bulmaya değil çocuğa yatırım yapmaya yöneltmesi ekonomik verimliliği arttırmıştır. Bunun sonucunda tek eşli grupların çok eşli evlilik yapılan gruplara karşı üstünlük kurması mümkün olmuş ve üstünlük kuran grubun normu da evrimsel anlamda seçilip yaygınlaşmıştır. Gene tek eşli evlilik sayesinde karı-koca arasındaki ortalama yaş farkı azalmıştır. Eşler arasındaki büyük yaş farkı evlilik içi şiddetle korelasyon gösterdiği bilinen bir durumdur (Daly & Wilson, 1988). Son olarak tek eşli evlilik hane içinde yaşayanların genetik yakınlığını arttırmış, bu sayede genetik çıkar çatışması azalmış ve sonuçta aile içi cinayet ve çocuk istismarı gibi durumlarda da azalma meydana gelmiştir. Sonuç olarak şiddetin azalmasını sağlayan şey kültürel bir normdur. Bu normun nasıl yaygınlaştığı ise çevre şartları ve evrimleşmiş psikolojik eğilimlerin etkileşimiyle açıklanabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Genler, Evrim ve Şiddet<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Giriş kısmında söylediğimiz gibi davranışsal bir özellik doğuştan geliyorsa, evrimsel bir adaptasyonsa, özelliğin kısmen genler tarafından kontrol ediliyor olması gerekir. İnsanlar arası şiddet farklılıklarının ortaya çıkmasında çevre şartları kadar genetik faktörlerin de rolü olduğu gösterilmiştir. İkiz araştırmalarını konu edinen yakın tarihli bir meta-analiz antisosyal davranıştaki varyansın %56’sının genlerin etkisiyle açıklanabileceğini ortaya koymuştur (Ferguson, 2010). Ayrıca kalıtsallık (heritability) ölçümleri şiddet konusunda genlerin rolünün yaş arttıkça büyüdüğünü göstermektedir (Ferguson, 2010).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Moleküler genetik araştırmaları MAOA enziminin geninin bir alelinin, özellikle çocukluk dönemi travmasıyla bir arada bulunduğunda, şiddet davranışının ve antisosyalliğin olasılığını ciddi şekilde arttırdığını göstermiştir (Caspi ve ark., 2002). Bu bulgu gen-çevre etkileşimine bir örnektir. Bu tür etkileşimlerin geleneksel olarak zannedilenden daha sık görüldüğü fikri son zamanlarda popülerlik kazanmıştır (Moffitt, Caspi & Rutter, 2006). Genlerin etkisinin çevreyle etkileşim içinde ortaya çıkıyor oluşu aynı zamanda bazı araştırmalarda gösterilen genetik etkilerin neden daha sonraki başka araştırmalarda tekrarlanamadığını da açıklayabilir: Farklı bir çevrede aynı genler aynı etkiyi ortaya çıkarmayabilirler (Beaver, Nedelec, Schwartz & Connolly, 2014).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Gen-çevre etkileşimleri geleneksel olarak strese yatkınlık (diathesis-stress) modeli çerçevesinde yorumlanmıştır. Buna göre genler özel bir davranışa bir yatkınlık yaratır fakat bu yatkınlığın davranışsal fenotipe yansıması için çevresel bir tetikleyici gerekir. Daha yakın tarihli bir yaklaşım ise Belsky’nin farklılaşmış hassasiyet (differential susceptibility) modelidir (Belsky & Pluess, 2009). Buna göre bazı gen alelleri riski arttıran değil plastikliği veya çevreden etkilenme potansiyelini arttıran aleller olarak görülmelidir. Bu tür alellere sahip bireyler çevre şartlarından iyi yönde de kötü yönde de daha fazla etkilenirler. Dolayısıyla elverişli çevre şartlarında popülasyon ortalamasının üstünde, elverişsiz çevre şartlarında popülasyon ortalamasının altında fenotipik özelliklere sahip olurlar. Bu modelin saldırganlık ve şiddet konusundaki öngörüleri henüz yeterli düzeyde test edilmemiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Evrimsel tarihteki çevrede şiddet davranışı muhtemelen bugünkü çevredekinden daha adaptif olduğundan ve popülasyondaki gen sıklıkları çevre şartları kadar çabuk değişmediğinden bugün hala bizi şiddete eğilimli kılan genler taşıyoruz (Nedelec & Beaver, 2012). Bu genlerin özellikle gelişim sırasında var olan çevre şartlarıyla etkileşim içinde şiddet davranışını ortaya çıkarıyor olması ise çevresel müdahalelerle istenmeyen davranışların azaltılabileceği konusunda umut vericidir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Gelişim, Evrim ve Şiddet<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Geleneksel gelişimsel görüşlere göre saldırganlık gelişim sırasındaki bir anormallik sonucu ortaya çıkan bir bozukluktur (Ellis ve ark., 2012). Evrimsel görüşe göre ise saldırganlık başka türlü elde edilemeyecek kaynakları elde etmeye yönelik bir adaptasyon olabilir. Evrimsel temelli hayat tarihi (life history) yaklaşımına göre en adaptif strateji kaynak elde etmek için kısmen prososyal kısmen de zorlayıcı (coercive) davranış kullanmaktır (Hawley, 2011). İki davranış tarzını da etkin kullananlar sosyal açıdan baskın bireylerdir. Bu tür çocukların dışa dönük, sosyal zekası yüksek, ahlaki duyarlılık sahibi, sosyal açıdan beğenilen ve nispeten yüksek saldırganlık düzeyine (hem sosyal hem fiziksel) sahip kişiler olduğu gösterilmiştir (Hawley, 2003). Dolayısıyla saldırganlık eğilimi bir bozukluk veya irrasyonellik olarak görülemez: Saldırganlık bazı şartlar altında adaptif ve rasyonel olabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Gene hayat tarihi teorisine göre evrimleşmiş mekanizmalar hayatın ilk yıllarındaki çevre şartlarını tespit edip bundan sonraki çevrenin de buna benzer olacağı varsayımını yaparak adaptif davranış stratejilerinin gelişimine yön verirler (Belsky, Steinberg, & Draper, 1991). Bu tür stratejilere koşullu adaptasyon (facultative adaptation) adı verilebilir. Mesela yüksek stresli, kıt kaynaklı ortamlarda büyüyen ve yetişkinlerle güvenli bağlanma kuramayan çocuklar “hızlı hayat tarihi stratejisi” benimserler: Buluğ çağına daha erken girerler, cinsel ilişkiye ve üremeye daha erken yaşta başlarlar, daha çok çocuk sahibi olurlar ve çocuğa daha az yatırım yaparlar. Bu stratejinin sonuçlarından biri de riskli davranışlar, yüksek düzey saldırganlık ve suçtur (Simpson, Griskevicius, Kuo, Sung & Collins, 2012; ayrıca bak. Belsky, 2012).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Figueredo, Gladden ve Hohman’ın (2012) kurduğu yapısal eşitlik modeline göre yavaş hayat stratejisi hem kişinin eş değerinde (mate value) hem de yürütücü zihinsel işlevlerinde artışa yol açar. Bu özellikler kısa dönemli eş ilişkisi kurma ve topluma düşmanlık besleme eğilimini baskılar. Bunun sonucunda psikopati ve saldırganlık eğiliminde azalma olur. Yani dolaylı olarak da olsa yavaş hayat stratejisinin saldırganlığı azaltıcı etkisi vardır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Saldırganlığı azaltmayı hedefleyen müdahale programlarının farkında olması gereken hususlardan biri saldırgan davranışın çoğunlukla mevcut çevre şartlarına karşı verilen adaptif bir tepki olduğudur. Dolayısıyla etkili müdahale bir patolojiyle mücadele eder gibi olamaz. Çocuklarda akran zorbalığını önleme çabalarının karşılaştığı güçlükleri bu söylediğimize örnek olarak verebiliriz. Volk, Camilleri, Dane ve Marini (2012) bütün kültürlerde ve diğer sosyal memelilerde görülmesinden, genetik temelli olmasından ve kaynak ve statü eksikliği çeken ergenlerin genellikle istediğini elde etmesini sağlamasından hareketle akran zorbalığının evrimsel bir adaptasyon olduğunu iddia etmiştir. Akran zorbalığını önleme amacıyla çevre şartlarını değiştirme ve bu sayede zorbalığı adaptif olmaktan çıkarma esasına dayalı olarak Finlandiya Turku Üniversitesi’nde geliştirilen KiVa bu bakımdan umut verici bir müdahale programıdır (Kärnä ve ark., 2011).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Kaynaklar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Archer, J. (2004). Sex differences in aggression in real world settings: A meta-analytic<span style="mso-tab-count: 1;"> </span>review. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Review of General Psychology, 8</i>, 291–322.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm -1.1pt 0cm 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Archer, J. (2006). Cross-cultural differences in physical aggression between partners: A <span style="mso-tab-count: 1;"></span>social <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>role analysis. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Personality and Social Psychology Review, 10</i>, 133–153.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Archer, J. (2009). Does sexual selection explain human sex differences in aggression? <span style="mso-tab-count: 1;"> </span><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Behavioral and Brain Sciences, 32</i>, 249–311.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm -50.8pt 0cm 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Balci, Y. G., & Ayranci, U. (2005). Physical violence against women: Evaluation of women </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">assaulted by spouses. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Journal of Clinical Forensic Medicine, 12</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 258–263.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Beaver, K. M., Nedelec, J. L., Schwartz, J. A., & Connolly, E. J. (2014). Evolutionary </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">behavioral genetics of violent crime. T. K. Shackelford & R. D. Hansen (ed.), </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">The<span style="mso-tab-count: 1;"> </span>evolution of violence </i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">kitabında (s. 117–135). New York: Springer.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Belsky, J. (2012). An evolutionary perspective on child development in the context of war and</span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">political violence. T. K. Shackelford & V. Weekes-Shackelford (ed.), </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">The Oxford handbook of evolutionary perspectives on violence, homicide, and war</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"> kitabında (s. 393–409). New York: Oxford University Press.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Belsky, J., & Pluess, M. (2009). Beyond diathesis stress: Differential susceptibility to </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">environmental influences. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Psychological Bulletin</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">135</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 885–908.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Belsky, J., Steinberg, L., & Draper, P. (1991). Childhood experience, interpersonal </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">development, and reproductive strategy: An evolutionary theory of socialization. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Child</i><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Development</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">62</i>, 647–670.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Buss, D.M. & Duntley, J.D. (2011).The evolution of intimate partner violence. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Aggression </i></span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">and Violent </span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">Behavior, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">16</i>, 411–419.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Byrnes, J. P., Miller, D. C., & Schafer, W. D. (1999). Gender differences in risk taking: A meta-analysis. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Psychological Bulletin, 125</i>, 367–383.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Campbell, A. (1999). Staying alive: Evolution, culture and women’s intra-sexual aggression. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Behavioral and Brain Sciences, 22</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 203–252.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Campbell, A. (2006). Sex differences in direct aggression: What are the psychological </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">mediators? </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Aggression and Violent Behavior</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">11</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 237–264.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Caspi, A., McClay, J., Moffitt, T. E., Mill, J., Martin, J., Craig, I. W., ve ark. (2002). Role of </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">genotype in the cycle of violence in maltreated children. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Science, 297</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 851–854.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Chagnon, N. A. (1988). Life histories, blood revenge, and warfare in a tribal population. </span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Science, 239</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">, 985–992.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Chang, L., Lu, H. J., Li, H., & Li, T. (2011). The face that launched a thousand ships: The </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">mating–warring association in men. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Personality and Social Psychology Bulletin, 37</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 976–984.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Choi, J.-K., & Bowles, S. (2007). The coevolution of parochial altruism and war. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Science, </i></span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">318</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">, 636–640.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Cross, C. P., & Campbell, A. N. (2014). Violence and aggresion in women. T. K. </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Shackelford & R. D. Hansen (ed.), </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">The evolution of violence </i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">kitabında (s. </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">211–232). New York: Springer.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Cross, C. P., Copping, L. T., & Campbell, A. (2011). Sex differences in impulsivity: a meta-</span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">analysis. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Psychological Bulletin, 137</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 97–130.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Daly, M. & Wilson, M. (1988). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Homicide</i>. New York: Aldine de Gruyter.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Daly, M., Wilson, M. I., & Weghorst, S. J. (1982). Male sexual jealousy. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Ethology & </i></span><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Sociobiology, 3</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">, 11–27.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Ellis, B. J., Del Giudice, M., Dishon, T. J., Figueredo, A. J., Gray, P., Griskevicius, V., ve ark. (2012). The evolutionary basis of risky adolescent behavior: Implications for science, <span style="mso-tab-count: 1;"></span>policy, and practice. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Developmental Psychology, 48</i>, 598–623.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Else-Quest, N. M., Hyde, J. S., Goldsmith, H. H., & Van Hulle, C. A. (2006). Gender differences in temperament: A meta-analysis. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Psychological Bulletin, 132</i>, 33–72.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Feld, S. L., & Felson, R. B. (2008). Gender norms and retaliatory violence against spouse </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">and acquaintances. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Journal of Family Issues, 29</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 692–703.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Felson, R. B., & Feld, S. L. (2009). When a man hits a woman: Moral evaluations and </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">reporting violence to the police. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Aggressive Behavior, 35</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 477–488.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Ferguson, C. J. (2010). Genetic contributions to antisocial personality and behavior: A meta-</span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">analytic review from an evolutionary perspective. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">The Journal of Social Psychology</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, </span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">150</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">, 160–180.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Figueredo , A., J., Gladden, P. R., & Hohman, Z. (2012). The evolutionary psychology of </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">criminal behavior. S. C. Roberts (ed.), </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Applied evolutionary psychology</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"> kitabında (s. 201–221). Oxford: Oxford University Press.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Gat, A. (2015). Proving communal warfare among hunter-gatherers: The Quasi-Rousseauan </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">error. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Evolutionary Anthropology, 24</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 111–126.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Goetz, A. T., Shackelford, T. K., & Camilleri, J. A. (2008). Proximate and ultimate </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">explanations are required for a comprehensive understanding of partner rape.</span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"> </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Aggression and Violent Behavior, 13</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 119–123.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Graham-Kevan, N., & Archer, J. (2009). Control tactics and partner violence in heterosexual </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">relationships. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Evolution and Human Behavior, 30</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 445–452.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Haj-Yahia, M. M. (2011). Contextualizing interventions with battered women in collectivist </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">societies: Issues and controversies. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Aggression and Violent Behavior, 16</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 331–339.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Haselton, M. G., Buss, D. M., Oubaid, V., & Angleitner, A. (2005). Sex, lies, and strategic </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">interference: The psychology of deception between the sexes. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Personality and Social Psychology Bulletin, 31</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 3–23.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Hawley, P. H. (2003). Strategies of control, aggression and morality in preschoolers: An </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">evolutionary perspective. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Journal of Experimental Child Psychology</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">85</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 213–235.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Hawley, P. H. (2011). The evolution of adolescence and the adolescence of evolution: The</span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">coming of age of humans and the theory about the forces that made them. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Journal of </i><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Research on Adolescence, 21</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">, 307–316.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Henrich, J., Boyd, R., & Richerson, P. J. (2012). The puzzle of monogamous marriage. </span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Philosophical Transactions of the Royal Society B</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">367</i>, 657–669.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Hermans, E. J., Putman, P., Baas, J. M., Koppeschaar, H. P., & van Honk, J. (2006). A<span style="mso-tab-count: 1;"> </span>single </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">administration of testosterone reduces fear-potentiated startle in humans. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Biological Psychiatry, 59</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 872–874.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Kaighobadi, F., Shackelford, T. K., & Goetz, A. T. (2009). From mate retention to murder: </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Evolutionary psychological perspectives on men’s partner-directed violence. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Review of <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>General Psychology, 13</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 327–334.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Kärnä, A., Voeten, M., Little, T. D., Poskiparta, E., Kaljonen, A., & Salmivalli, C. (2011). A </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">large-scale evaluation of the KiVa antibullying program: Grades 4–6. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Child </i><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Development, 82</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">, 311–330.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Keeley, L. (1996). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">War before civilization</i>. Oxford: Oxford University Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Keeley, L. (2014). War before civilization – 15 years on. T. K. Shackelford & R. D. Hansen</span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">(ed.), </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">The evolution of violence </i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">kitabında (s. 23–31). New York: Springer.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Laland, K.N., & Brown, G.R. (2011). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Sense and nonsense: Evolutionary perspectives on human behaviour</i>. Oxford: Oxford University Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">LeBlanc, S. A. (2014). Warfare and human nature. T. K. Shackelford & R. D. Hansen </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">(ed.), </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">The evolution of violence </i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">kitabında (s. 73–97). New York: Springer.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">McDonald, M. M., Navarrete, C. D., & Van Vugt, M. (2012). Evolution and the psychology </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">of intergroup conflict: The male warrior hypothesis. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Philosophical Transactions of the </i><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Royal Society B, 367</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">, 670–679.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Moffitt, T. E., Caspi, A., & Rutter, M. (2006). Measured gene-environment interactions in </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">psychopathology: Concepts, research strategies, and implications for research, i</span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">ntervention, and public understanding of genetics. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Perspectives on Psychological <span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Science, 1</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 5–27.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Nedelec, J. L., & Beaver, K. M. (2012). The association between sexual behavior and </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">antisocial behavior: Insights from an evolutionary analysis. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Journal of Contemporary Criminal Justice, 28</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 329–345.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Ness, C. D. (2004). Why girls fight: Female youth violence in the inner city. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Annals of<span style="mso-tab-count: 1;"> t</span>he </i></span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">American Academy of Political and Social Science, 595</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">, 32–48.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Parker, G. A. (2006). Sexual selection over mating and fertilization: An overview. </span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Philosophical Transactions of the Royal Society B</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">361</i>, 235–259.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Perilloux, C., & Buss, D. M. (2008). Breaking up romantic relationships: Costs experienced </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">and coping strategies deployed. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Evolutionary Psychology, 6, </i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">164–181.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Pinker, S. (2011). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">The better angels of our nature: Why violence has declined</i>. Londra: Viking </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Books.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Sear, R., & Mace, R. (2008). Who keeps children alive? A review of the effects of kin on </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">child survival. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Evolution and Human Behavior, 29</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 1–18.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Sharp, S. P., & Clutton-Brock, T. H. (2011). Reluctant challengers: Why do subordinate female meerkats rarely displace their dominant mothers? <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Behavioral Ecology, 22</i>, 1337–1343.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Simpson, J. A., Griskevicius, V., Kuo, S. I.-C., Sung, S., & Collins, W. (2012). Evolution, </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">stress, and sensitive periods: The influence of unpredictability in early versus late </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">childhood on sex and risky behavior. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Developmental Psychology, 48</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 674–686.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Smuts, B. (1995). The evolutionary origins of patriarchy. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Human Nature, 6</i>, 1–32.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Taillieu, T. L., & Brownridge, D. A. (2010). Violence against pregnant women: Prevalence, </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">patterns, risk factors, theories, and directions for future research. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Aggression and Violent Behavior, 15</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 14–35.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Thornhill, R., & Palmer, C. T. (2000). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">A natural history of rape: Biological bases of sexual </i></span><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">coercion</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">. Cambridge: MIT Press.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Trivers, R. L. (1972). Parental investment and sexual selection. B. Campbell (ed.), <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Sexual </i></span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">selection and the descent of man 1871–1971</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;"> kitabında (s. 136–179). Chicago: Aldine.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Van Vugt, M., De Cremer, D., & Janssen, D. P. (2007). Gender differences in cooperation and </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">competition: The male-warrior hypothesis. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Psychological Science, 18</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 19–23.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Vandermassen, G. (2011). Evolution and rape: A feminist Darwinian perspective. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Sex Roles, </i></span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">64</span></i><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px; text-indent: 35.4pt;">, 732–747.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Volk, A., Camilleri, J., Dane, A., & Marini, Z. (2012). Is adolescent bullying an evolutionary </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">adaptation? </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Aggressive Behavior, 38</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 222–238.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Wilson, E. O. (1978/2004). <i style="mso-bidi-font-style: normal;">On human nature</i>. Cambridge: Harvard University Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Wilson, M. I., & Daly, M. (1993). An evolutionary perspective on male sexual proprietariness </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">and violence against wives. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Violence and Victims, 8</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 271–294.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Wilson, M. I., & Daly, M. (1996). Male sexual proprietariness and violence against wives. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Current Directions in Psychological Science, 5</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 2–7.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Wilson, M. L., Boesch, C., Fruth, B., Furuichi, T., Gilby, I. C., Hashimoto, C., ve ark. (2014). </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Lethal aggression in </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Pan</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"> is better explained by adaptive strategies than human impacts. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt;">Nature, 513</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">, 414–417.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Wölfer, R., & Hewstone, M. (2015). Intra- versus intersex aggression: Testing theories of sex </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">differences using aggression networks. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Psychological Science, 26</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 1285–1294.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">Zefferman, M. R., & Mathew, S. (2015). An evolutionary theory of large-scale human </span><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">warfare: Group-structured cultural selection. </span><i style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">Evolutionary Anthropology, 24</i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; text-indent: 35.4pt;">, 50–61.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEC4AqMSW5Ltz9vuO5IwrTbrEdETBjUrcNE62_abpswBpkLct6bvUqnI-fYB6dHHqvRw7_lkUP1wZL76iW440CG71h2jRyGBVqP0GGg0aBmnE5YHei2FgjFY_V1OmRE3LluByuguD57Fbk/s1600/tribal_warfare.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="283" data-original-width="400" height="226" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEC4AqMSW5Ltz9vuO5IwrTbrEdETBjUrcNE62_abpswBpkLct6bvUqnI-fYB6dHHqvRw7_lkUP1wZL76iW440CG71h2jRyGBVqP0GGg0aBmnE5YHei2FgjFY_V1OmRE3LluByuguD57Fbk/s320/tribal_warfare.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<br /></div>
İnsan Doğasıhttp://www.blogger.com/profile/08055395730180906657noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-50900757192116749292018-03-08T21:31:00.000+03:002018-04-05T17:51:48.755+03:00Memetik ve İletişim Psikolojisi<i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;"><br /></span></i>
<i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bu ya</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">zı Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 2016 tarihli "İnsan Sosyalliğinin Evrimi" temalı </span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">sayısında Mehmet A</span></i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;"><i>.</i></span><i><span style="font-family: "arial" , sans-serif;"> Sökmen im</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">zasıyla yayınlandı</span><span style="font-family: "arial" , sans-serif;">.</span></i><br />
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Saygıdeğer bilim insanları Stephan Hawking ve Leonard Mlodinow <i>Büyük Tasarım</i> adlı kitapta, hiçbir öne sürülmüş modelin, gerçeği açıklama çabasında tek başına yeterli olamayacağını öne sürerler. Bundan dolayı da, farklı koşullarda farklı açıklama modelleri geliştirilebilir derler. Modele bağlı gerçekçiliğin anlatmak istediği şudur: Beynimiz dünyaya ilişkin bir model oluşturur ve duyu organlarımızdan gelen girdileri yorumlar. Eğer, seçilen model olayları ve olguları açıklamakta başarılı oluyor ise, o model için gerçek bir modeldir tanımını kullanırız. Oysa, aynı fiziksel durum için model oluşturmanın birden fazla yolu olabilir. Yani, örneğin, iki teorik fizik teorisi veya modeli aynı olayı veya olguyu doğru biçimde öngörebilir. Bu durumda biri diğerinden daha gerçektir diyemeyiz, yapacağımız şey en kolay ve basit olanı seçip gönlümüzce kullanmaktır. Benim, birazdan, iletişimi dayandıracağım memetik konusunu ele alış biçimim de, bu kolaylığa ve basitliğe dayanmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bunu zihnin üzerine işlettiğimiz zaman, en kolay ve basit olan model zihin diye bir şeyin aslında olmadığını açıklayan modeldir. Evet, zihin diye bir şey yoktur. Bu sözcük, söylenişi kısa olduğu ve kolay olduğu için seçilmiştir. Her şey, ateşlemeye geçen nöronlara ve sinaptik aralıklarda seyahat eden kimyasallara bağlıdır. Tümü birden oldukça karmaşık kalıplar olarak ortaya çıkarlar ve biz bu karmaşıklığı zihin diyerek kolaylaştırmaya çalışırız. Gerçekte olan ise, beyindir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Zihnin aslında beyinden ibaret olduğunu açıkladıktan sonra, şimdi, rahat bir biçimde zihnimizde bizleri etkileyen şeye veya şeylere göz gezdirebiliriz. Leyla Gencer, Aziz Sancar veya Giordino Bruno bunlar sıradışı ve seyrek rastlanan becerilerdir. Zihinde ise bizi asıl hayrete düşürmesi gereken şeyler, günlük olarak uyguladığımız ve hatta bazen sıkıcı bulabildiğimiz beceriler ve faaliyetlerdir. Annemizin ve babamızın yüzünü tanımak, meyve suyu kutusunun içinde ne kadar meyve suyu kaldığını anlamak için kutuyu çalkalamak, günaydın demek, gün içinde yapacaklarımızı kahvaltı masasında kritik etmek gibi. Bize kör saatçi evrim tarafından beklenmedik biçimde bahşedilen bu yetenekler, henüz bir robot için zor beklentilerdir. Yine bu örneklerden hareketle, jestlerin ve mimiklerin konuşmadan çok daha önce evrimleştiğini çekinmeden dile getirebiliriz. Konunun cazibesine kapılarak bahsi geçen becerileri ve davranışları tek tek ele almak ve incelemek çok hoş olurdu; ama, şu an için iletişim üzerine yoğunlaşacağım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Önce Beyin!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Konuya başlamadan önce belirtmek isterim ki, doğanın daha büyük beyinli varlıklar evrimleştireceği yönünde bir amacı olmamıştır. Daha büyük beyinli olmak ise, en mükemmel ve kusursuz olmak veya önceden tasarlanmış olmak anlamına hiç gelmez. Kusur vardır ve bu bizi, direk olarak, evrimin kusurları ile var olduğu gerçeğine götürür. Daha da somutlaştırmak gerekir ise, Homo habilis'in Homo sapiens beynine evrimleşmek gibi bir gayesi asla olmamıştır. Zaten, hiçbir tür evrimleşmek istemez. Modern herhangi bir tür de, bir diğer modern türe evrimleşmez. Geç Homo erectus örnekleri için dişler daha Homo sapiens demek ne kadar saçma ise, Homo habilis için de beyin yakında Homo sapiens beyni olmak için hazırlanıyor demek o kadar saçmadır. Dahası bizim Homo habilis'e doğru eksiksiz fosil örneğimiz olsa idi, birini diğerinden ayırt etmemiz çok güçleşirdi. Sahte bilim üreticisi aklın düşmanları kendi açılarından bunu kullanışlı bulsa da, asıl kullanışlılığı gerçek bilim üreticileri ve gerçek bilimi anlamak isteyenler içindir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">P. Rakic beynimizin büyüklük nedenini oldukça basit bir sürece bağlar. Ventriküler zon büyüklüğü, burada yerleşim gösteren öncü hücrelerin simetrik bölünmeleri sayesinde artış göstermiştir. Her bir simetrik bölünme ile birlikte öncü hücre sayısı ikiye katlanmıştır ve bu da beynin büyüklüğünü ikiye katlamıştır. Dolayısıyla, beynimizin büyük oluşunun nedeni, üç veya dört ek simetrik bölünme geçirmiş olması olabilir. Simetrik bölünme evresi, insanlarda üçten fazla bölünmenin gerçekleşmesi için yeterli bir süreyi sağlar bir biçimde, yaklaşık, iki gün daha uzun sürer. İnsan korteksinin %15 daha kalın olduğunu gösterir bir biçimde, periyodik asimetrik bölünme periyodu, aslında daha uzundur. Dolayısıyla, insanlarda beyin büyüklüğünün artmış olmasının nedeni, simetrik ve asimetrik gelişim periyodlarının sonlanmasında ortaya çıkan gecikmeler olabilir. Bu gecikmelerin nedeni ise, beyin gelişimini kontrol eden genlerde ortaya çıkan basit mutasyonlar olabilir (Rakic 1988, s. 1988 - 1995).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Dilin doğuşunu anlamaya yönelik küçük ama umut verici ayak sesleri ise, FOXP2 üzerine yürütülen genetik çalışmalardan gelir. FOXP2, 715 aminoasit uzunluğunda olan protein zincirini kodlamaktadır. Genin fare ve şempanze (şempanze maymun değildir, şempanze bizim gibi kuyruksuz bir maymundur) versiyonları arasındaki fark, bir aminoasittir. İnsan versiyonunun bu iki varlıktan farkı, fazladan iki aminoasittir. Bu, şu anlama gelir: İnsanlar ve şempanzeler genetik olarak çok yakın akrabadırlar. Ama, FOXP2 geni, insanlar ve şempanzeler birbirinden ayrıldıktan kısa bir zaman sonra evrimleşmiştir (insanlar şempanzelerden evrimleşmemiştir, insan ve şempanze sadece ortak bir atayı paylaşırlar). O halde, saygıdeğer bilim insanı Richard Dawkins'in de dediği gibi, dilin evrimini anlamaya çalışıyorsak, aramamız gereken gen, bize doğru kör saatçi biçimde evrimleşen soy içinde bir yerde, ama şempanzelerden ayrıldıktan sonra değişen bir gendir. Bu çaba bizleri belki Homo habilis veya Homo erectus kesinlikle konuşuyordu sonucuna götürmez, sadece bizlere evrimleşen dili anlamada mantıklı bir yöntem sunar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Sözcük Üreten, Kavrayan, Anlamlandıran Beyin!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Anlamlı olan sözcükler üretebilmek, beyinde, birçok bölgenin işbirliği içinde çalışmasına dayanır. Geçmişi ve şimdiyi, anlamlı cümlelere dönüştürmenin kavşağı frontal lobdur. Eğer beyninizin ön frontal lobu (buraya Broca bölgesi denir) hasar görür ise, konuşma beceriniz bozulur. Bu türden bozuklukları olanlar, sözcüklerinin devamını getirmekte zorlanırlar, hatta, sözcükleri gruplandırmaya çalışırlar. Diğer yandan, gramer bilgisi gerektiren sözcükleri dile getirmekte de büyük sıkıntılar yaşarlar. Kelimeleri türetemezler; ama, gelişkin olmasa da, kelime türetmekten daha iyi anlama kapasiteleri vardır. Yine, Broca bölgesi hasarlı kişiler, kelimeleri bulmada ve doğru harfi doğru yerde kullanmakta güçlük çekerler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Algılama, sol yarımküremizdeki üst temporalin orta ve arka kısımlarındaki sinirsel dolaşımlarla gerçekleşir. Bu bölgeye Wernicke bölgesi denir. Wernicke bölgesi hasarlı olan kişiler, rahat ve akıcı konuşabilirler; ama, doğru telaffuza ve doğru kelimeyi seçmeye özenli değillerdir. Seslerini düzenli olarak yükseltebilirler ve alçaltabilirler. Kavrama yeterlilikleri ise, düşüktür.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Savana kelimesinin anlamını bilmek, savanaların fiziksel görünümleri hakkında şiir yazabiliyor veya savanaları yağlı tabloda betimleyebiliyoruz anlamına gelir. Ayrıca, savanalar hakkında bilgi sahibi olmak demek, savananın anlamını da bilmek demektir: Faunası ve florası. İşte, tüm bu bilgiler beynin konuşmadan sorumlu olan birincil bölgelerinde değil, beynin çağrışım kortekslerinin bulunduğu bölgelerde raflara kaldırılmaktadır. Farklı raflardaki farklı bilgiler farklı bölgelerde depolanırlar; ama, savana kelimesini duyduğumuz andan itibaren, tüm bu bölgeler harekete geçerler (birbiriyle ilişkili bilgileri bir araya getirmek, hipokampusun görevleri arasındadır).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Günümüz savanaları, silahsız Homo sapiens için oldukça tehlikelidir. Milyonlarca yıl öncesinin savanaları aynı tehdidi Homo habilis'e veya Homo erectus'a yöneltiyordu. Kas yığını olan, uzun sivri dişler ile güçlü pençelere sahip herhangi bir diğer hayvan türü ile karşılaşmak, türün devamı için, grubu uyarmayı veya partneri uyarmayı da zorunlu kılıyordu. Günümüzde bu uyarı, imdat seslenişi ile tanımlanabilir. Milyonlarca yıl öncesindeki tehlikeyi tanımlayan sesi veya kelimeyi bilmiyoruz; ama, buna yönelik herhangi bir sesin olduğunu güçlü bir biçimde düşünebiliriz. Ritmik, empatik ve melodik konuşma özelliklerini aruz şeklinde tanımlıyoruz. O halde, bizim, Shakespeare okurken duraksadığımız veya duygusal ton ile aktardığımız soneler atalarımızın ölüm tehdidi, kur yapma, çiftleşme, heyecan durumlarından evrimleşmiş olabilir mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Memetik ve İletişim Psikolojisi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Düşünme yeteneğine sahip bir gezegende yaşıyor olsaydık, 4.5-5 milyar yıl yaşındaki gezegenimiz açısından en sıradışı varlıklar bizler olurduk. En başta, geri görüş kibrine sahibiz. Geri görüş kibrimiz, dünya üzerinde olduğu kadar, evrende de bizden daha akıllısının olmadığını düşündürüyor. Diğer yandan, kendimizi anlamaya çalışmamızda da büyük bir engel!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bizi bu kadar farklı yapanın ne olduğunu her sorduğumuzda, büyük bir çoşku ile aklımız olduğunu ileri süreriz. Yazının başında açıkladığım cümleler sizi tatmin etti ise, artık bu duruma daha farklı yaklaşabileceğinizi, en azından, birçok alternatifinizin olduğunu düşünüyorum. Hemen ardından, hem zihnimiz hem de kullandığımız dil sıralanır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Satrançın büyük ustası Garry Kasparov, 1997 yılında, Deep Bulue adındaki yapay zekaya satrançta yenilmiştir. O halde, zekada biricik değiliz. Zihin ise, üzerinde hala hararetle tartışmaların devam ettiği ve yazının girişinde biraz bahsettiğimiz oldukça kaygan bir alan. Peki, dilimiz? Evet, şempanzeler cümle oluşturabilirdi. Ya da, en azından, şempanze dünyasının yeni yıldız sanatçısı bunu yapabilirdi. Bu, Kanzi adıyla tanınan bir pigme şempanze idi. Kanzi'nin öğrenme süreci, konuşulan bir sözcüğü ve onun işaret ettiği nesneyi anlamayı ve sonra bilgisayar klavyesi üzerinde onunla ilgili sembolü öğrenmeyi içeriyordu. Altı yaşına geldiğinde Kanzi, söylenen sözcüğü duyarak 150 farklı sembolü tanımlayabilecek duruma gelmişti. Farklı kelimelerin bir araya dizilmesiyle oluşan ve daha önce karşılaşılmamış yeni istekler belirten cümleleri de anlayabilmekteydi. Sekiz yaşına geldiğinde, Kanzi'nin dil yetileri iki yaşındaki Alia adlı bir kız çocuğunkilerle resmen karşılaştırılabiliyordu. İkisinin dil yetileri dikkat çekecek ölçüde benzer görünüyordu (Mithen, 1996, s.100). Bu durum elbette şempanzelerin bizden daha iyi konuşabilecekleri anlamına gelmez; bu şempanzelerin doğru bir eğitim ile neler başarabileceklerine ve kapasitelerine ışık tutar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Nedir bizi farklı yapan? Bu yazının asıl amacı, bizi farklı yapanın taklit etme yeteneğimiz olduğunu anlatmaktır ve bunun iletişim psikolojisine etkisini açıklamaktır. Konu oldukça taze. Evrimsel psikoloji, memetik ile işbirliğinde iletişim psikolojisi açısından, son yıllarda, konuyu ele almaya başladı ve bu soru aynı zamanda bizlerin neden geveze olduğunu, önyargılarımızı ve iletişim psikolojisi ile cinsel seçilim arasındaki işbirliğini de anlamamıza yardımcı olacak.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Taklit Etme ve İletişim Psikolojisi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Birini taklit ettiğinizde size birşey aktarılır. Bu bir şey sonrasında tekrar tekrar aktarılabilir ve böylece kontrol edilemeyecek duruma gelir. Bu şeyi bir fikir (iyi veya kötü bir fikir), bir yönetmelik, bir davranış, bir parça bilgi olarak açıklayabiliriz; ancak üzerinde çalışmaya devam edeceksek onu adlandırmak zorundayız.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Neyse ki bir ismi var: Mem (Blackmore, 2011, s.5).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Mem terimini tarihsel açıdan ele aldığımız zaman, ilk defa Richard Dawkins tarafından <i>Gen Bencildir</i> adlı kitapta kullanıldığını görürüz. Dawkins kitabında genlerin anlaşılabilmesi için, kendi aralarındaki rekabetin anlaşılması gerektiğini sık sık vurgular. Daha modern olan gen bakış açısına göre evrim, bireyin çıkarı veya türün yararı doğrultusunda ilerlemiş gibi görünebilmesine rağmen aslında genler arasındaki rekabetle yönlendirilmektedir (Blackmore, 2011, s. 6).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bencillik ile anlatılmak istenen nedir? Bunun da iyi anlaşılması gerekiyor. Genlerin bencil oluşu, kendilerini bir sonraki soya aktarıp aktaramamaları demektir. Genler, sadece, kopyalanabilirliği olan kimyasal paketlerdir ve kopyalandıkları ölçüde başarılı olabilirler. Bu işlem esnasında, kendi yararlarına hareket ettiklerinden, kopyalanamazlar ise elenirler. Bencillikleri bu demektir; kişiyi kesinlikle, her davranışta ve daima bencil yaparlar demek değildir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Dawkins, konuyu daha anlaşılır kılmak açısından eşleyiciler ve araç terimlerini geliştirmiştir. Örneğin, DNA bir eşleyicidir ve kendisinin kopyalanmasını ister. Araç ise, çevresi ile etkileşimde bulunma özelliğine sahip olan varlıktır (Dawkins, 2014, s.36-42).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Dawkins kitabında şu soruyu da sorar: Gezegenimizde başka eşleyiciler olabilir mi? Ve, kışkırtıcı sorusuna şu şekilde cevap verir: Evet. Yeni eşleyici için, bir ada ihtiyacımız var; bir kültürel iletim birimi ya da bir taklit birimi fikrini nakleden isme. ''Mimeme'' uygun bir Yunanca kökten gelir; fakat, ben ''gen'' sözcüğüne bir parça benzeyen tek heceli bir sözcük istiyorum. Mimeme sözcüğünü mem olarak kısaltırsam klasik edebiyatçı dostlarımın beni affedeceğini umuyorum.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Mem örnekleri ezgiler, fikirler, sloganlar, giysi modaları, çanak çömlek yapımı veya kemer inşaası gibi yöntemlerdir. Tıpkı genlerin sperm ya da yumurtalar yoluyla bir bedenden diğerine atlayarak gen havuzunda kendilerini çoğaltmaları gibi, memler de geniş anlamda taklit denilebilecek bir süreç yoluyla, bir beyinden diğerine zıplayarak kendilerini mem havuzunda çoğaltırlar (Dawkins, 2014, s. 212-213).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Jingle bells, jingle bells, jingle all the way şarkısını ele alalım. Milyonlarca insan (muhtemelen milyarlarcası) bu şarkıyı bilir. Kısa bir süre sonra kendi kendinize mırıldanmanız için yalnızca o üç kelimeyi söylemem yeterli olacaktır. Bu kelimeler olasılıkla hiçbir bilinçli kasıt olmaksızın sahip olduğunuz anıları harekete geçirerek sizi etkiler. Peki, bu nereden geldi? Diğer milyonlarcası gibi siz de bunu taklit edinmeyle öğrendiniz. Bir şeyler, bir çeşit bilgi, bir çeşit yönetmelik tüm o beyinlerde konaklar haline geldi ve şimdi hepimiz aynı tekrarı yapıyoruz. Biz, bu bir şeye mem adını veriyoruz (Blackmore, 2011, s. 9). İşte, iletişim psikilojisine etkisi de buradan geliyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">İletişim psikolojisi açısından, altının önemle çizilmesi gereken konu şudur: Nasıl ki eşleyici olarak kabul ettiğimiz DNA bencilce kendisinin kopyalanıp yaşatılmasını araç vasıtasıyla kayırıyorsa, eşleyici olarak kabul edeceğimiz iletişim de aracı veya araçları vasıtasıyla kendisinin kopyalanmasını kayırıyor. İletişimin kimi de, genler kadar bencildirler ve tek amaçları etrafa yayılmaktır ve bu durum ise, araç olanın psikolojisini olumlu veya olumsuz etkileyebilir. Bilimsel bir fikir faydalarından ötürü hızla yayılabilir; ama, jingle bells gibi bir şarkı da sinir bozucu olduğu halde beyne yapıştığı kadar dile de yapışıp kalabilir. Hayatta kalma değerini ölçen ve biçen şey, psikolojik çekiciliğidir. Genlerin doğal seçilimi ile şekillenmiş olan beyin, iletişime kendi psikolojisini oluşturma olanağı tanır. Doğal seçilim en güçlü olandan değil de en iyi uyum sağlayandan söz açarken, memetik evrim iletişim psikolojisinde en fazla kopyalananın hayatta kalacağından bahseder.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Memler zamanla evrimleşmenin etkisinde çok daha fazla büyüyebilirler. Örneğin, ana memi, alt memler destekleyebilir. Şöyle söyleyeyim; bir çanak çömlek neolitik çağda çok daha basit tekniklerle yapılırken, kalkolitik çağda temelde aynı; ama, daha gelişkin tekniklerle yapılır. Bu durum neolitikteki fikirlerin, kalkolitik çağa kadar evrimleştiğini, dahası çanak çömlek üreticisinden çok, çanak çömleğin kendisinin yayıldığını gösterir. Yani; kalkolitik çağa ait bir çanak çömlek ustası, neolitik çağa ait bir çanak çömlek ustasından daha zeki olmak zorunda değildir! Söz konusu olan, çanak çömleği oluşturan fikirlerin kendilerini kopyalamadaki başarılarıdır! O halde fikir (mem), yapıcısı ile birlikte birbirini güçlendirmiştir. Tabii, her zaman güçlendirmek gibi bir zorunluluğu da yoktur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Gevezeyiz!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Beynimiz oldukça masraflı bir organımızdır. Vücut ağırlığımızın %2'si kadar olan bu organ, harcadığımız enerjinin %20'sini tüketmektedir. Bu, şu anlama gelir; kapladığı alanın, 10 katından çok daha fazla bir enerjiyi harcıyor (Sekman, 2011, s.32).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bazı araştırmalar, sohbetlerin üçte ikisinin sosyal sorunlarla alakalı olduğunu göstermiştir (Dunbar, 1996). Beyin için harcanan masrafa benzer bir masraf, konuşma ile alakalı olarak karşımıza çıkar. Deyim yerinde ise, her fırsatta konuşuruz. Hasta yatağımızda olmamız, çoğu zaman, iletişim kurmamıza engel olamaz!<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">O halde, evrimsel psikoloji açısından bu derece konuşkan varlıklar olarak evrilmemizin nedeni nedir? Bir evrim psikoloğu, şu şekilde yanıt verir: Sorunun cevabı için, ilk avcı toplayıcılar açısından çok konuşmanın avantajları veya dezavantajları saptanabilmelidir. İşte, memetik tam bu noktada devreye girer ve şu soruyu yöneltir: Evet, genler açısından pek bir önemi kalmayan bu gevezelik, memler açısından ne gibi kazanımlar sağlar? Konuşmak memleri yaymaktadır. Başka bir deyişle, çok konuşmamızın nedeni, memlerimizi yaymak içindir. Böylece kendilerini konuşturabilen memler, bunları yapamayanlara kıyasla daha sık kopyalanacaktır. Derken bu tip memler, mem havuzunda yayılacak ve hepimiz çok konuşan bireyler olup çıkacağız (Blackmore, 2011, s.109).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Yine, herhangi bir reklam cingılı da dilimize yapışıp kalabilir. İyi reklamcılar beynimizde konakçılar haline gelip, sık sık dil ile tekrarlanacak sözcükleri veya cümleleri bulmakta ustalaşmışlardır. Amaç, tekrarın iletişim ile yayılması ve reklamda işaret edilen ürünün hayatta tutulmasıdır. Ama, mem de kendisini hayatta tutmuş olur! Bu durum, zincirleme türden bir psikolojiye götürür: Sık tekrar kişinin sinirini bozar, iletişim psikolojisi ile mem havuzunda korunur, alışverişe zorlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Önyargılarımız Var!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">İletişim psikoljisindeki önyargılar da, fevkalade, memetikçidir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bireyler mem havuzunda yer edinmiş yaygın bir fikri (konumuz açısından bu önyargıdır), sonuçlarını düşünmeksizin kabul ederek tekrar tekrar yayabilirler. Bu, psikolojik önyargıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Önyargı, genellikle saygın kişiler veya bireyin içinde bulunduğu toplumsal grubunun çoğunluğu tarafından benimsenen özellikler konusunda olabilir (Bu sürece konformist aktarım denir). Ancak hızlı bir benimseme süreci için, benzer bir önyargının çok fazla insanda var olması gerekir. Yeniliklerin her kültürde kendini göstermesi bir gruptaki kişilerin inanç ve değerlerini paylaşmak üzere bir araya gelmelerinde kültürel iletimin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Böylece, iletişim psikolojisindeki bilginin toplumsal iletiminin önemli olduğu ve evrimsel psikoloji sürecinde göz ardı edilmemesi gerektiği sonucunu çıkartabiliriz (Aunger, 2011, s.47).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Taklit yeteneği olan ve gen havuzlarında yontulmuş olan beyinlerimize giren memler, önyargılar söz konusu olduğunda oldukça acımasız olabilirler. Günlük yaşantımızda, buna örnek olarak gösterilebilecek birkaç deyiş de vardır: Adın çıkacağına, canın çıksın! Adın çıkmış dokuza, inmez sekize... Bu, açık ara, ipleri taklitçi beyinlerde ele alan memlerin dünyasıdır! Bencil genlerin evrimsel ürünü olmamız, konakçılar haline gelmiş olan memleri değiştiremeyeceğimiz anlamına da gelmez.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">İletişimin Cinsel Çekiciliği!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Atalarımız, daha kibar iletişim kuranları çiftleşmede daha fazla tercih etmiş olabilir mi? Bu soru oldukça kışkırtıcı bir soru ve iletişimin evrimsel psikolojisini anlamada önemli kavşaklardan birinin üzerinde duruyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Memetik açıdan ele alındığı zaman, oldukça yaygın olan bir mem türü olduğu göze çarpar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Erkek tavuskuşunun kuyruğu olabildiğine renklidir. Oysa, moleküler biyoloji ilksel atalarının kuyruğunun fırında kızarmış bir tavuk kuyruğu kadar olduğunu göstermiştir. Erkek bir tavuskuşunun kuyruğu, doğada, gel ve beni avla dercesine cafcaflıdır! Bu belirgin tehlikeye rağmen, bu evrimleşme! Dişiler görece daha parlak olan kuyruklu erkekleri çiftleşmede seçtikleri için, evrimin bir mekanizması olan cinsel seçilim daha fazla canlı ve renkli olan kuyruklu erkekleri kayırmıştır. O halde, kibar erkekler veya kibar kadınlar kibarlık memlerini yayarak çiftleşmede daha başarılı olmuş olabilirler mi? Eğer durum böyle ise, iletişimin cinsel psikolojisine, memetik açıdan yaklaşmak da olasıdır. Belirttiğim gibi; ana memin alt memler tarafından desteklenebileceğini düşünür iseniz, bu durum son derece mantıklı gelecektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Bu sayede memetik, iletişim psikolojisi açısından gevezeliği, iletişim psikolojisi açısından önyargıları ve iletişim psikolojisindeki cinselliği anlamaya yönelik basit bir yanıt sağlar: Konuşma olayı, her ne kadar bazen aksi yönde davransa da, ne genlerimizin faydasına ne bizim faydamıza ne de mutluluğumuz içindir. Bu, yalnızca konuşmayı taklit edebilen bir beyne sahip olmanın kaçınılmaz sonuçlarından biridir. Yalnız, beyin kimi zaman iletişimin cinsel psikolojik etkilerinde olduğu gibi bilinçsizce başlasa da bilinçli bir şekilde de süregelebilir. Bu evrimsel iletişim psikolojisi ile ilgilenen evrimsel psikologları doğrudan iki önemli konuya sürükler: Bizler neden ve nasıl ilk başta konuşmayı edindik (Blackmore, 2011, s.113)? Ben buna evrimsel psikoloji ile ilgilenen biri olarak primatları da dahil ederim; hem günümüz primatlarını hem de evrimsel atalarını.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Özetle, biz insanların iletişimi mem kaynaklıdır ve iletişim psikolojisini anlamanın yolu konakçı memleri anlamadan geçer. Evet, Newton'ın veya Einsteın'ın bir veya iki geni şu an hayatta kalmış olabilir; ama, mem kompleksileri hala çok iyi çalışmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">KAYNAKÇA<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Aunger, R., 2011, s.47; Memetik Evrim, Alfa Yayınları, İstanbul.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Blackmore, S., 2011, s.5-6-9-109-113; Mem Makinesi, Alfa Yayınları, İstanbul.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Dawkins, R., 2014, s.36-42, 212-213; Gen Bencildir, Kuzey Yayınları, İstanbul.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Dunbar, R., 1996; Grooming, Gossip and the Evolution of Language. London, Faber and Faber.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Mithen, S., 1996, s.100; Aklın Tarihöncesi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Rakic, P., 1988, s.241, 170-176; Specification of cerebral cortical areas, Science.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Rakic, P., 1195, s.18, 383-388; A small step for the cell, a giant leap for mankind: A hypothesis of neocortical expansion during evolution. Trends in Neuroscience.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "arial" , sans-serif;">Sekman, M., 2011, s.32; Herşey Beyinde Başlar, Alfa Yayınları, İstanbul.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimWuq-Mkl4fvqe5XfzgZrthqs1ad5h1J1vTEYg3zX43EGxMHuT1Kt53TGkEGPdrZl13G-gr9uIykJDa5_DXk9dOCusoyXR0pGU6i9ZuvQw8IbAPFHGuI3-WYRG2Elk1y0A5lVUzI2UwOU/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="177" data-original-width="285" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimWuq-Mkl4fvqe5XfzgZrthqs1ad5h1J1vTEYg3zX43EGxMHuT1Kt53TGkEGPdrZl13G-gr9uIykJDa5_DXk9dOCusoyXR0pGU6i9ZuvQw8IbAPFHGuI3-WYRG2Elk1y0A5lVUzI2UwOU/s1600/images.jpg" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0px;">
<br /></div>
İnsan Doğasıhttp://www.blogger.com/profile/08055395730180906657noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-67053620401199372542015-09-27T01:48:00.000+03:002015-09-27T04:54:55.165+03:00İşkence Her Zaman Yanlış mıdır?<br />
Bu yılın Temmuz ayında uzun zamandır beklenen şey oldu ve
bağımsız bir kuruluşun <a href="http://www.theguardian.com/law/2015/jul/11/american-psychological-association-torture-report" style="font-weight: bold;" target="_blank">raporu</a> Amerikan Psikoloji Birliği'nin (American
Psychological Association; APA) ileri gelenlerinin George Bush döneminde ulusal
güvenlik adına yapılan işkence uygulamalarında devlet görevlileriyle işbirliği
yaptığını belgeledi. Bunun üzerine APA yapılanlardan dolayı özür dileyen bir
<b><a href="http://www.apa.org/monitor/2015/09/cover-policy.aspx" target="_blank">bildiri </a></b>yayınladı ve gerekli önlemlerin alınacağına dair söz verdi. Bu önlemlerin arasında <span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">psikologların bu tür sorgulamalarda görev almalarını
yasaklamak da vardı</span>.<br />
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXuE5XwlJVFe2yqNE-Es-0yZtwHeSpnyDDsuHCgme_bAawXFEb2kSfPGyDKaxO5X47RvoxG2ix02dFy0PhfmwQt0ThhOjwi1eOctC_0KZtKZAYHg36BQhon9SYdwrY1YXAGNk0ifiOy3J5/s1600/Torture.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="148" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXuE5XwlJVFe2yqNE-Es-0yZtwHeSpnyDDsuHCgme_bAawXFEb2kSfPGyDKaxO5X47RvoxG2ix02dFy0PhfmwQt0ThhOjwi1eOctC_0KZtKZAYHg36BQhon9SYdwrY1YXAGNk0ifiOy3J5/s200/Torture.jpg" width="200" /></a></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<br />
Yaşananlar bütün dünyadaki psikoloji camiası için şaşırtıcı
ve üzücüydü. Fakat bazı psikologlar APA'nın yaptığı açıklamaları ve aldığı
önlemleri aşırı bir tepki olarak gördüler. Konunun pratik ayrıntılarından biraz
geriye çekilip daha teorik bir perspektiften baktığımızda temel meselenin
"işkence her zaman yanlış mıdır?" sorusu olduğunu görüyoruz. Bu
yazıda genel eğilimin tersine bu soruya "hayır" cevabı veren ve
APA'nın genel tutumunu eleştiren bir <b><a href="http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/10508422.2013.814088" target="_blank">makaleyi </a></b>ele alacağız (O'Donohue ve ark.,
2014).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Saatli Bomba ve
İşkence<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Amerikan psikoloji camiasında işkence konusu son skandal
ortaya çıkmadan önce de zaman zaman tartışılmıştı. Mesela <b><a href="http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1530-2415.2007.00118.x/abstract" target="_blank">Costanzo ve ark. (2007)</a></b> işkencenin her zaman ahlaken yanlış olduğunu ve psikologların işkence
içeren sorgulamalarda yer almamaları gerektiğini savunurken <b><a href="http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1530-2415.2007.00125.x/abstract" target="_blank">Suedfeld (2007)</a></b>
işkence görecek kişiyi koruma sorumluluğumuz olduğu gibi işkence yapılmayıp
gerekli bilgiye ulaşılamadığında zarar görecek olan kişileri koruma
sorumluluğumuz da olduğunu, dolayısıyla "işkence her zaman yanlıştır"
şeklinde bir mutlak kural koyulamayacağını savunmuştu. Ayrıca Zimbardo'nun ünlü
<b><a href="http://www.prisonexp.org/" target="_blank">Stanford hapishane deneyini</a></b> hatırlatarak psikologların sorgulamalarda yer
almalarının sorgulayıcıların davranışlarının etik sınırlar dışına çıkmadan daha
etkin olmasına katkıda bulunabileceğini iddia edenler olmuştu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Meseleye ahlak felsefesi açısından bakarsak işkencenin kabul
edilebilirliğiyle ilgili ne söyleyebiliriz? Bu soru felsefe literatüründe daha
çok saatli bomba (ticking time bomb) senaryosu bağlamında tartışılagelmiştir.
Bu senaryoda elimizde bir tutuklu vardır. Tutuklu kısa bir süre sonra
patlayacak ve birçok masum insanın ölümüne sebep olacak olan bir bombanın
yerini bilmektedir. Tutuklunun bombayı hazırlayan ve yerleştiren kişi olup olmaması
önemli değildir. Önemli olan tutuklunun bombanın yeriyle ilgili bilgiyi bize
vermeyi reddetmesi ve başka yollarla bu bilgiyi kendisinden alamayacak
olmamızdır. Aynı zamanda işkence altında tutuklunun bu bilgiyi bize vermeyi
kabul edeceğine ve bu bilgi sayesinde bombayı zamanında etkisiz hale getirerek
insanların ölümünü önleyebileceğimize dair makul bir beklentimiz vardır. Bu
özel koşullar altında işkence kabul edilebilir mi? O'Donohue ve arkadaşlarına
göre üç önemli normatif ahlak görüşü de (faydacılık, deontoloji ve erdem etiği)
bu soruya kategorik olarak "hayır" cevabı vermez.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Faydacılık ve İşkence<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Sonuççuluk (consequentialism) veya onun daha özel bir hali
olan faydacılık (utilitarianism) bir davranışın ahlaken doğru olup olmadığına
karar verirken göz önüne alınması gereken tek şeyin davranışın olası sonuçları
olduğunu söyler. Saatli bomba senaryosunda göz önüne alınıp karşılaştırılması
gereken sonuçlar işkence sonucunda tutuklunun çekeceği acı ile işkence
yapmamanın sonucunda ölecek olan insanlardır. Bu basit analiz birçok faydacıyı
zorunlu olarak şu sonuca götürür: Bu şartlar altında işkence yapmak sadece
kabul edilebilir değil aynı zamanda ahlaken zorunludur. Yani işkence yapmamak
ahlaksızlıktır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Fakat bu basit analizin fazla basit olduğunu düşünenler de
var. <b><a href="http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1468-5930.2006.00355.x/abstract" target="_blank">Bufacchi ve Arrigo'ya (2006)</a></b> göre işkencenin hoş görülmesinin ve
kurumsallaşmasının toplum açısından çeşitli sakıncaları vardır (ayrıca bak.
<b><a href="http://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/10508422.2015.1007996" target="_blank">Arrigo ve ark., 2015</a></b>). Yani göz önüne alınması gereken sonuçlar sadece işkence
mağduru kişi ve hayatı kurtarılan kişi için doğan sonuçlar değil, aynı zamanda
daha geniş bir yelpazede ve daha uzak gelecekte ortaya çıkacak sonuçlardır.
Mesela Bufacchi ve Arrigo'ya göre devlet kurumlarının işkence yapması bu
kurumlara olan güveni sarsar. Teröristlerin misilleme yapmasına ve gelecekte
daha radikal olmasına yol açabilir. Aynı zamanda işkencecilerin gelecekteki
ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<b><a href="http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/10508422.2015.1027769" target="_blank">O'Donohue ve arkadaşlarına (2015)</a></b> göre ise bütün bu
olasılıklar hesaba katıldığında bile faydacılık bizi zorunlu olarak işkencenin
yanlış olduğu sonucuna götürmez. Zira işkence yapılmadığında ve birçok masum
insan öldüğünde de benzer sonuçlar ortaya çıkabilecektir: Devlet kurumlarının
elinde imkan varken masum insanların ölümünü engelleyememesi bu kurumlara olan
güveni sarsacaktır. Terörün işe yaradığını görmek teröristleri cesaretlendirip
daha da radikalleştirebilecektir. Son olarak, işkence yapmayı reddettiği veya
cesaret edemediği için masum insanların öldüğünü görmek de devlet görevlilerin
gelecekteki ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. İşkencenin kabul
edilebilir olduğu durumlar vardır diyen faydacı argüman işkencenin
kurumsallaşmasını savunmaz. Sadece her genel kuralda olduğu gibi işkence
karşıtı kuralın da istisnaları olabileceğini söyler (ayrıca bak. <b><a href="http://www.pdcnet.org/ijap/content/ijap_2005_0019_0002_0243_0264" target="_blank">Allhoff, 2005</a></b>;
<b><a href="http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1468-5930.2009.00423.x/abstract" target="_blank">Wisnewski, 2009</a></b>).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Deontoloji ve İşkence<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Deontolojiye göre bir davranışın ahlaken doğru olup
olmadığına karar verirken davranışın genel ahlaki kurallarla ve görevlerle
uyumlu olup olmadığına bakılır. Bu görüşün en ünlü temsilcilerinden Immanuel
Kant ancak evrensel bir yasa haline getirilmesi uygunsa bir davranışın ahlaken
doğru olabileceğini söyler. Mesela yalan söylemek hoş görülemez çünkü herkesin
her an yalan söyleme hakkına sahip olduğu bir dünya ahlaken kabul edilebilir
bir dünya değildir. Davranışın olası sonuçları davranışın ahlaka uygun olup
olmadığıyla ilgili yargımızı etkilemez. Bu fikrin slogan şeklindeki ifadesini
"Fiat justitia ruat caelum" (adalet yerini bulsun, isterse gökler
yıkılsın) sözünde bulabiliriz: Sonuçları ne olursa olsun adaletin yerine
getirilmesi <span style="font-size: 11.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">ahlaki </span>bir zorunluluktur. Gene Kant'a göre insanları hiçbir zaman
sadece bir araç olarak görmemek, amaç ne olursa olsun diğer insanların
haklarını çiğnememek gerekir. Bu şekilde bakıldığında deontoloji işkenceyi
kategorik olarak reddeder gibi görünüyor: İşkence mağdurun en temel haklarını
çiğniyor, bilgi edinmek için onu sadece bir araç olarak kullanıyor. Ayrıca
işkence en genel ahlak kurallarıyla da çelişir ve kesinlikle evrensel olarak
geçerli olmasını isteyeceğimiz bir davranış değildir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Fakat meseleye daha dikkatli baktığımızda bu sonuca o kadar
kolay ulaşamayacağımızı görürüz. Saatli bomba senaryosunda ne yaparsak yapalım
hakları çiğnenecek insanlar vardır: Ya işkence yapacağız ve tutuklunun zarar
görmeme hakkı çiğnenecek ya da işkence yapmayacağız ve masum insanların yaşama
hakkı çiğnenecek. Bu durumda "kimin hakları daha önemli" veya
"kime karşı görevimiz daha öncelikli" sorusuyla karşı karşıya
geliriz. Kant'ın kendisi bile başkalarının haklarını çiğneyen bir insanın kendi
bazı haklarından da vazgeçmiş sayılacağını söyler. Bu yüzden mesela suç işlemiş bir
insanı özgürlük hakkından vazgeçmiş sayıp tutuklayabiliyoruz. Dolayısıyla
Kantçı bakış, saatli bomba senaryosundaki tutuklunun da topluma karşı görevini yerine
getirmeyerek ahlaki topluluğun dışına çıkmış olduğunu ve işkence görmeme
hakkından vazgeçmiş sayılacağını söyleyebilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Bir diğer deontolojik prensip çifte etki (double effect)
doktrinidir. Aquino’lu Tommaso’nun ifade ettiği bu prensibe göre başka birine
verdiğimiz zarar o kişiye zarar verme amacıyla yapılıyorsa kabul edilemez.
Fakat zarar başka bir amaca yönelik davranışın (istenmeyen) yan etkisi olarak
ortaya çıkıyorsa kabul edilebilir. Mesela tutukluya ceza vermek, ona acı
çektirmek amacıyla işkence yapıyorsak bu kabul edilemez. Fakat amacımız
başkalarının hayatını kurtaracak bilgiyi elde etmekse ve tutuklunun çektiği acı
bu amaca yönelik davranışımızın (istenmeyen) bir yan etkisiyse işkence kabul
edilebilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Erdem Etiği ve
İşkence<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kökenleri Platon ve Aristoteles'e uzanan erdem etiğine göre
hayatın amacı bir dizi takdire değer karakter özelliği, yani erdem
geliştirmektir. Aristoteles’e göre bu erdemler şunlardır: bilgelik,
ihtiyatlılık, adillik, azim, cesaret, açık fikirlilik, ılımlılık, cömertlik ve
yüce gönüllülük. Saatli bomba senaryosunda erdem etiğine başvurduğumuzda
sorulması gereken soru şudur: İşkence yapmak işkencecinin karakteriyle ilgili
bize ne söylüyor? İlk bakışta işkenceye razı gelmenin arkasında bir karakter
kusuru olduğunu düşünebiliriz. Fakat senaryoyu şöyle zenginleştirelim: İşgal
ordusunun askerlerinden biri sırf nefret güdüsüyle bir okula bomba yerleştirdi.
Bomba zamanında bulunup etkisiz hale getirilmezse yüzlerce çocuk ölecek veya
yaralanacak. Askerin bu planı arkadaşları tarafından öğrenildi ve asker gözaltına
alındı. Fakat asker bombayı nereye yerleştirdiğini söylemeyi reddediyor. Bu
durumda bombanın yerini söyletmek ve düşman ülkenin çocuklarının ölmesini
engellemek için bir askerin kendi silah arkadaşına işkence yapması erdemli bir
davranış mıdır?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu psikolojik açıdan cevap verilmesi kolay bir soru değil.
Fakat serinkanlı bir felsefi analiz cevabın evet olabileceğini bize gösteriyor.
İşkencenin arkasındaki güdü çocuklar için duyulan merhametse, sonradan kendi
yurttaşları tarafından ayıplanma riskine karşı gösterilen cesaretse, aynı
zamanda sadece gerektiği kadar güç kullanmaya izin veren bir ılımlılıksa
işkence erdemli ve dolayısıyla ahlaklı bir davranıştır diyebiliriz. Asker belki
kendi arkadaşına işkence ettiği için vicdan azabı çekecek. Fakat askerin bunu
da göze aldığını, "o çocukların yaşaması için hayatım boyunca vicdan azabı
çekmeye razıyım" dediğini varsayalım. Bundan daha üst düzey bir yüce
gönüllülük tasavvur etmek zor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
İşkence İşe Yarıyor
mu?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gördüğümüz gibi ne tür bir ahlaki görüşten hareket ediyor
olursak olalım işkencenin ahlaken kabul edilebilir olduğu durumlar var (ayrıca
bak. <b><a href="http://link.springer.com/article/10.1007%2Fs13164-014-0199-y" target="_blank">Spino & Cummins, 2014</a></b>). Bu durumda APA'nın işkencenin hiçbir şekilde
kabul edilemez olduğu yönündeki açıklamalarını fazla düşünülmeden yapılmış
tepkisel açıklamalar olarak görebiliriz. Fakat hipotetik bir senaryoda
işkencenin kabul edilebilir olduğu sonucuna varmak gerçek dünyada işkencenin
kabul edilebilir olduğu durumların gerçekten ortaya çıktığını kabul
etmeyi gerektirmiyor. Pratikte önemli bir mesele işkence sonucunda elde edilen
bilginin güvenilir olup olmadığı. Saatli bomba senaryosu işkencenin işe
yarayacağı, yani işkence sonucunda güvenilir bilgi elde edilebileceği varsayımına
dayanıyor. İşkenceye karşı çıkanlar ise bu varsayımın pratikte çoğu zaman doğru
olmadığını iddia ediyorlar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Burada bir ayrım yapmak yararlı olacaktır. Sorgulamanın
amacı işlenmiş bir suç konusunda sanıktan itiraf almaksa sanık gerçekten de
işkenceden kurtulmak için sahte bir itiraf vermeyi tercih edebilir. Fakat
saatli bomba senaryosuna daha çok benzeyen durumlarda, yani suçun henüz
işlenmediği ve sorgulama sonucu elde edilen bilginin kolayca doğrulanabilir
olduğu durumlarda, işkence pekala işe yarayabilir. Nitekim işe yaradığına dair
tarihsel gözlemler var (Suedfeld, 2007). Yapılması ne kadar zor olsa da bu tür
sorgulamaların ne kadar işe yaradığıyla ilgili sistematik araştırmalara acil
olarak ihtiyaç var (<b><a href="http://pss.sagepub.com/content/16/6/481.abstract" target="_blank">Russano ve ark., 2005</a></b>; ayrıca bak. <b><a href="http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/09546553.2012.744306" target="_blank">Allhoff, 2014</a></b>).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Sonuç<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<div class="MsoNormal">
Bütün bunlardan hareketle varılabilecek iki ayrı sonuç var. İlk
olarak, daha önce Amerikan Antropoloji Birliği (bak: <b><a href="http://insandogasi.blogspot.com.tr/2011/07/amerikan-antropolojisinin-ustundeki.html" target="_blank">Amerikan Antropolojisinin Üstündeki Karanlık</a></b>) ve Türk Psikologlar Derneği (bak: <b><a href="http://insandogasi.blogspot.com.tr/2013/08/otizm-ateizm-ve-turk-psikologlar-dernegi.html" target="_blank">Otizm, Ateizm ve Türk Psikologlar Derneği</a></b>) bağlamında söylediğimiz şeyi tekrar edeceğiz: Bilimsel
kurumlar kamuoyu baskısını bertaraf etmek amacıyla bilimsel veya entelektüel
açıdan savunulamayacak tepkisel açıklamalar yapmamalılar.</div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
İkinci olarak, bilimsel araştırma ve felsefi analiz
sonuçları her zaman sezgisel olarak doğru kabul ettiğimiz fikirlerle uyumlu
olmuyor. Zaten bilimi ve felsefeyi değerli kılan da bu: Ufkumuzu genişletme ve
dünya görüşümüzü değiştirme potansiyelleri.<o:p></o:p></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<br />
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Allhoff, P.
(2005). A defense of torture: Separation of cases, ticking time-bombs, and
moral justification. <i>International
Journal of Applied Philosophy, 19</i>, 243-264.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Allhoff, F.
(2014). Empirical objections to torture: A critical reply. <i>Terrorism and Political Violence, 26</i>, 621-649.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Arrigo, J.
M. ve ark. (2015). The “good” psychologist, “good” torture, and “good”
reputation – Response to O’Donohue, Snipes, Dalto, Soto, Maragakis, and Im
(2014) “The Ethics of Enhanced Interrogations and Torture”. <i>Ethics
& Behavior</i><i>, 25</i>, 361-372.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Bufacchi,
V., & Arrigo, J. M. (2006). Torture, terrorism and the state: A refutation
of the ticking-bomb argument. <i>Journal of
Applied Philosophy, 23</i>, 354-373.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Costanzo,
M., Gerrity, E., & Likes, M. B. (2007). Psychologists and the use of
torture in interrogations. <i>Analyses of
Social Issues and Public Policy, 7</i>, 7-20.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">O’Donohue,
W. ve ark. (2014). The ethics of enhanced interrogations and torture: A
reappraisal of the argument. <i>Ethics &
Behavior, 24</i>, 109-125.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">O’Donohue,
W. ve ark. (2015). Psychologists and the ethical use of enhanced interrogation
techniques to save lives. <i>Ethics &
Behavior, 25</i>, 373-385.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Russano ve
ark. (2005). Investigating true and false confessions within a novel
experimental paradigm. <i>Psychological
Science, 16</i>, 481-486.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Spino, J.,
& Cummins, D. D. (2014). </span><span lang="EN">The ticking time bomb: When the use of torture is and is not endorsed. <i>Review of Philosophy and Psychology, 5</i>,
543-563.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Suedfeld,
P. (2007). Torture, interrogation, security, and psychology: Absolutist versus
complex thinking. <i>Analyses of Social
Issues and Public Policy, 7</i>, 55-63.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Wisnewski,
J. J. (2009). Hearing a still-ticking bomb argument: A reply to Bufacchi and
Arrigo. <i>Journal of Applied Philosophy, 26</i>,
205-209.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-50466445773507362102015-09-16T01:25:00.000+03:002017-02-21T14:48:05.910+03:00Ahlakçı Tanrıların Doğuşu<br />
<div style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;">
<br /></div>
<br />
Günümüzün büyük dinlerinde dinsel inançla ahlak iç içe geçmiş olduğu için dinle ahlak arasında doğal bir birliktelik olduğu düşünülür. Oysa bu birliktelik kültürel evrimin ürünü olarak nispeten yakın bir tarihte ortaya çıkmıştır. İnsanların ahlaklı davranıp davranmadığını gözleyen, ölümden sonra bencil ve zalim davranışı cezalandıran tanrı anlayışı insanlık tarihi boyunca ortaya çıkmış birçok dinde görülmez. Günümüzde de avcı-toplayıcı topluluklarının dinlerinde bu özellikte tanrılar yoktur.<br />
<br />
<a href="http://press.princeton.edu/images/j10063.gif" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img alt="bookjacket" border="0" height="320" src="https://press.princeton.edu/images/j10063.gif" width="209" /></a>Ahlakçı büyük tanrıların evrimsel süreçte nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışan yeni bir teori 2013’te yayınlandı. Lübnan asıllı psikolog <b><a href="http://www2.psych.ubc.ca/~ara/" target="_blank">Ara Norenzayan</a></b> <a href="http://press.princeton.edu/titles/10063.html" target="_blank"><i style="font-weight: bold;">Big Gods: How Religion Transformed</i> <i style="font-weight: bold;">Cooperation and Conflict</i> </a>adlı kitabında geniş çaplı işbirliği ve büyük tanrılı dinler arasında iki yönlü bir ilişki olduğunu iddia etti: Doğaüstü gözetlenmeye ve cezalandırılmaya olan inanç grubun normlarına uygun davranma, bencil güdüleri bir kenara bırakarak grup üyeleriyle özgeci işbirliğine girme motivasyonu yarattı; bu tür bir işbirliği sonucunda gelişen ve büyüyen gruplar çevrelerine kendileriyle beraber büyük tanrılı dinlerini de yaydılar. Yani bir tür kültürel evrim süreci sonucunda büyük tanrılı dinler işbirliğini ve grubun büyümesini sağladı, grubun büyümesi de büyük tanrılı din fikrinin yaygınlaşmasını sağladı. Bu yazıda geçen ay <i>Science </i>dergisinde çıkan bir <b><a href="http://www.sciencemag.org/content/349/6251/918.summary" target="_blank">makale</a> </b>(Wade, 2015) eşliğinde bu teoriyle ilgili son tartışmaları özetleyeceğiz.<br />
<br />
Evrimsel biyolog <b><a href="http://www.politics.ox.ac.uk/academic-faculty/dominic-johnson.html" target="_blank">Dominic Johnson</a></b>’ın dediği gibi ahlakçı dinlerin kültürel evrim sonucunda yayıldığını söylemek kolay. Önemli olan bu fikri test edebilecek yöntemi bulup destekleyici veri elde edebilmek.<br />
<br />
Dinsel düşüncenin muhtemelen genetik temelli olan kaynakların biri teleolojik düşünme eğilimi. Yani canlı da olsa cansız da olsa doğadaki bütün varlıklarda ve olaylarda bir amaca yönelik olma ve niyetlilik görme eğilimi. Mesela Amerikalı çocuklar, kendilerine böyle bir şey öğretilmediği halde, kayaların neden sivri uçlu olduğu sorusuna “hayvanlar üstlerine oturmasın diye” türünden cevaplar veriyorlar (<b><a href="http://pss.sagepub.com/content/15/5/295.abstract" target="_blank">Kelemen, 2004</a></b>). Yani doğal olayları maddi süreçlerle değil niyetlerle açıklıyorlar. Bu düşünce eğiliminin animist (bütün doğal varlıklarda ruh gören) dinlerle ilişkisini görebilmek zor değil. Buna göre dinsel düşünce dinsel olmayan daha genel düşünce eğilimlerinin bir yan ürününden ibaret.<br />
<br />
Fakat Norenzayan’a göre yan-ürün fikri ahlakçı dinlerin ortaya çıkışını açıklamak için yeterli değil. <b><a href="http://psychology.uoregon.edu/profile/shariff/" target="_blank">Azim Shariff</a></b>’le yaptıkları klasik bir araştırmada (<b><a href="http://pss.sagepub.com/content/18/9/803.abstract" target="_blank">Shariff & Norenzayan, 2007</a></b>) dinsel düşünce çağrıştıran kelimelere örtük olarak maruz kalmanın insanları daha sonraki bir ekonomik oyunda karşı tarafa daha fazla para aktarmaya, yani daha özgeci davranmaya sevk ettiğini gösterdiler. Birkaç yıl sonra evrimsel biyolog ve antropolog <b><a href="http://heb.fas.harvard.edu/people/joseph-henrich" target="_blank">Joseph Henrich</a></b> ve arkadaşları (<b><a href="http://www.sciencemag.org/content/327/5972/1480.short" target="_blank">Henrich ve ark., 2010</a></b>) dünya üzerindeki 15 ayrı toplumda yaptıkları araştırmada Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi büyük dinlerden birine mensup olmanın benzer bir ekonomik oyunda diğer tarafa karşı daha özgeci davranmakla ilişkili olduğunu buldular [Ayrıca bak: <b><a href="http://insandogasi.blogspot.com.tr/2010/05/adalet-duygusu-sonradan-m-ortaya-ckt.html" target="_blank">Ahlak Duygusu Sonradan mı Ortaya Çıktı?</a></b>]. Bu bulgular özellikle ahlakçı dinleri benimsemiş olmanın işlevsiz bir yan ürün olmaktan ziyade grubun işlerliği açısından son derece yararlı olabilecek adaptif davranışlara yol açabildiğini gösteriyor. Ve bu işlev dinin nasıl evrimleştiğini açıklamaya yardımcı olabilir.<br />
<br />
Küçük topluluklarda bencil davranışın bastırılması, grubun çıkarlarını gözeten özgeci veya prososyal davranışın ortaya çıkması için din gerekli değildir. Mesela Afrikalı bir avcı-toplayıcı topluluk olan Hadzalarda ahlakçı tanrılar veya ölümden sonra hayat inancı yoktur. İnandıkları güneş ve ay tanrıları insanların günlük hayatıyla ilgilenmez. Buna rağmen Hadza toplumunda işbirliği çok üst düzeydedir. İşbirliğinden sapmanın yaptırımı için doğaüstü varlıkların gözetlemesi fikrine ihtiyaç duymazlar çünkü küçük topluluklarında herkesin her yaptığı herkesin gözünün önündedir. Bencil davranışın getireceği ün kaybı ve işbirliği ağının dışında kalma riski yeterince caydırıcıdır.<br />
<br />
Fakat toplumlar büyüdükçe bu tür bir toplumsal gözetleme giderek imkansız hale gelir ve ekonomistlerin “beleşçilik” (free riding) adını verdiği problem (katkıda bulunmadan grup hayatının nimetlerinden yararlanma) giderek keskinleşir. Norenzayan’a göre bu problemin çözümlerinden biri sürekli gözetleyen ve gerektiğinde cezalandırabilecek olan tanrı fikridir. <i>Big Gods</i> kitabının temel iddialarından biri şudur: İnsanlar ancak gözetlendiklerini düşündükleri zaman iyi davranırlar.<br />
<br />
Tarihsel ve arkeolojik bulgular dinin eski karmaşık toplumları şekillendirdiği fikriyle uyumlu görünüyor. Geleneksel olarak tarıma geçişin büyük ve karmaşık toplumları mümkün kıldığı düşünülür. Fakat tarım faaliyetinin kendisi devasa bir işbirliği projesi gerektirir ve asıl açıklanması gereken bu tür geniş çaplı işbirliğinin beleşçilik probleminden sıyrılarak nasıl ortaya çıktığıdır.<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://news.sciencemag.org/sites/default/files/styles/thumb_article_l/public/sn-biggods.png?itok=EOhi1MTL" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Scientists hope a new historical database will offer insights into important moments in the evolution of religion, such as the construction of Gobekli Tepe in southern Turkey. At 11,500 years old, it's been called "the first manmade holy place."" border="0" height="180" src="https://news.sciencemag.org/sites/default/files/styles/thumb_article_l/public/sn-biggods.png?itok=EOhi1MTL" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Göbekli Tepe</td></tr>
</tbody></table>
Türkiye’nin güney doğusundaki <b><a href="http://www.smithsonianmag.com/history/gobekli-tepe-the-worlds-first-temple-83613665/" target="_blank">Göbekli Tepe</a></b> arkeolojik bölgesi bu bakımdan Norenzayan’ın iddiasını destekler niteliktedir. 11,500 yıllık olduğu tahmin edilen bölge insanın inşa ettiği bilinen ilk kutsal yerdir. Bölgede tarımın izleri ise 500 yıl sonra görülür. Yani tarihlendirmede bir hata yoksa Göbekli Tepe’yi kuranlar avcı-toplayıcı topluluklardı. Önce yerleşik bir dine sahip oldular, arkasından büyük tarım toplumuna geçtiler.<br />
<br />
Ahlakçı büyük tanrılar teorisi neden sadece bazı dinlerin dünya çapında yayıldığını da açıklayabilir. Doğu Afrika’da hayvancılıkla uğraşan Ormalar 19. yüzyılın ikinci yarısında animist inançlarını terk edip kitlesel olarak İslamiyete geçtiler. Bunda samimi olduklarını göstermek için domuz yemekten ve alkollü içkiden vazgeçme, çok eşli evlilik kurallarını yeniden düzenleme ve beş vakit namaz kılma gibi davranışlar (antropologların deyimiyle “masraflı inanç gösterileri”) sergilediler. Bunun üzerine dünyaya yayılmış bir ticaret ağının parçası oldular. Aynı inançlara sahip olmanın yarattığı karşılıklı güven duygusu diğer Müslüman toplulukların yürüttüğü ticaret ilişkilerine kabul edilmelerini sağladı. Ve bu güvenin temelinde gene ahlakçı bir tanrıya inanma, ona karşı sorumluluk hissetme ve ahlaksızlığa karşı onun vereceği cezadan çekinme vardı. Sadece bu güveni ve ona dayanan işbirliğini kurabilen gruplar büyüyüp dünyaya yayıldı. Onlarla beraber de büyük tanrı fikri.<br />
<br />
Büyük tanrılar teorisi dinlerle ilgili birçok veriyi bir araya getirip açıklıyor gibi görünse de teoriyi eleştirenler yok değil. Mesela psikolog <b><a href="http://www.humansandnature.org/nicolas-baumard-people-168.php" target="_blank">Nicolas Baumard</a></b> dinin bir tür bilişsel yan ürün olduğu fikrinin eldeki verileri açıklamak için yeterli olduğunu düşünüyor (<b><a href="http://www.cell.com/trends/cognitive-sciences/abstract/S1364-6613(13)00076-4" target="_blank">Baumard & Boyer, 2013</a></b>). Kendisi yakın zamanda Avrasya topluluklarında M.Ö. 500’le 300 yılları arasında ortaya çıkan dinler arasında ahlakçı ve büyük tanrılı olanların yeterince zenginleşip ekstra kalori üretebilen toplumlarda ortaya çıktığını göstermiş (<b><a href="http://www.cell.com/current-biology/abstract/S0960-9822(14)01372-4" target="_blank">Baumard, Hyafil, Morris & Boyer, 2015</a></b>). Yani toplumsal zenginleşme ve uzun dönemli hedeflere kaynak aktarabilme büyük tanrı fikrinin ortaya çıkmasını sağlayan unsur olarak görünüyor. Roma'nın büyük tanrılar olmadan tarihin en başarılı imparatorluklarından birini kurmuş olması, büyük tanrılı bir dine (Hıristiyanlığa) geçtikten kısa bir süre sonra yıkılması da Noranzayan'ın teorisine uymayan bir tarihsel örnek.<br />
<br />
Büyük tanrıların sadece bir sonuç değil toplumu değiştiren bir sebep olduğunu gösterebilmek için Norenzayan’ın teorisinin birkaç testten başarıyla geçmesi gerekiyor. Bunlardan biri büyük tanrılı dinlerin mensuplarının birbirlerine gerçekten başka dinlerin mensuplarına göre daha özgeci davrandığını geniş çaplı kültürler arası araştırmalarla göstermek. Bir diğeri ahlakçı dinlerin büyük çaplı toplulukların doğuşuna sebep olduğunu daha sistematik olarak göstermek. Yakın tarihli bir araştırma (<b><a href="http://rspb.royalsocietypublishing.org/content/282/1804/20142556" target="_blank">Watts ve ark., 2015</a></b>) Pasifik bölgesindeki 96 geleneksel toplumdan sadece altısının ahlakçı tanrılara sahip olduğunu ve bu tanrıların toplumlar büyüdükten sonra ortaya çıktığını gösterdi. Bu ilk bakışta büyük tanrılar teorisine aykırı bir bulgu. Norenzayan’a göre ise bu topluluklar tarım ekonomisine geçmiş devlet düzeyindeki toplumlar olmadığı için kendi teorisine göre henüz büyük tanrı fikrine ihtiyaç duyacak derecede karmaşık toplumlar değil. Norenzayan din tarihçisi <b><a href="http://www.hecc.ubc.ca/cerc/project-summary/" target="_blank">Edward Slingerland</a></b>’le beraber bir veri tabanı (<b><a href="http://religiondatabase.org/landing/" target="_blank">Database of Religious History</a></b>) kurup tarihsel bilgiyi sayılara dökerek büyük tanrılar teorisini test edecek sorulara cevap bulmaya çalışıyor: Ahlakçı tanrılar, toplum geneline yayılmış ayinler ve doğaüstü cezalandırma fikri toplumların siyasi açıdan karmaşıklaşmasından önce mi yoksa sonra mı ortaya çıktı? Herhangi bir toplum büyük tanrı fikri olmadan büyümeyi başardı mı? Ve en başta bir tanrının “büyük” ve “ahlakçı” olması değişik kültürlerde ve zamanlarda ne anlama geliyor?<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
Kaynaklar</div>
<br />
Baumard, N. & Boyer, P. (2013). Explaining moral religions. <i>Trends in Cognitive Sciences, 17</i>, 272-280.<br />
<br />
Baumard, N., Hyafil, A., Morris, I. & Boyer, P. (2015). Increased affluence explains the emergence of ascetic wisdoms and moralizing religions. <i>Current Biology, 25</i>, 10-15.<br />
<br />
Henrich, J. ve ark. (2010). Markets, religion, community size, and the evolution of fairness and punishment. <i>Science, 327</i>, 1480-1484.<br />
<br />
Kelemen, D. (2004). Are children "intuitive theists"? Reasoning about purpose and design in nature. <i>Psychological Science, 15</i>, 295-301.<br />
<br />
Norenzayan A. (2013). <i>Big gods: How religion transformed cooperation and conflict</i>. Princeton: Princeton University Press.<br />
<br />
Shariff, A. F. & Norenzayan, A. (2007). God is watching you: Priming God concepts increases prosocial behavior in an anonymous game. <i>Psychological Science, 18</i>, 803-809.<br />
<br />
Wade, L. (2015). Birth of the moralizing gods. <i>Science, 349</i>, 918-922.<br />
<br />
Watts, J. ve ark. (2015). Broad supernatural punishment but not moralizing high gods precede the evolution of political complexity in Austronesia. <i>Proceedings of the Royal Society B, 282</i>, 20142566.<br />
<div>
</div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-67314642347594265932015-04-27T01:15:00.000+03:002017-12-01T15:50:14.675+03:00İnsanın Evrimi ve Kuran<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRfHJvzhJy3vpxeDZ9grjf03pHE4fg3vzBcC512io3iMwm4xPVMdu6g1oINsl98aMeWAdaiiwKPOmFBq4IGg60QIJef7pVrU3aX-_hBdRcQa2pVMAhA7g6rPQ1S5brJb5cy-_UgiPXEjr3/s1600/WV.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRfHJvzhJy3vpxeDZ9grjf03pHE4fg3vzBcC512io3iMwm4xPVMdu6g1oINsl98aMeWAdaiiwKPOmFBq4IGg60QIJef7pVrU3aX-_hBdRcQa2pVMAhA7g6rPQ1S5brJb5cy-_UgiPXEjr3/s1600/WV.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Rana Dajani</td></tr>
</tbody></table>
<i>Nature</i> dergisinin
bu haftaki sayısında moleküler biyolog Rana Dajani’nin “Why I teach evolution
to Muslim students” başlıklı kısa bir <a href="http://www.nature.com/news/why-i-teach-evolution-to-muslim-students-1.17364" target="_blank"><b>yazısı</b> </a>yayınlandı. Dajani Ürdün’deki
Haşimi Üniversitesi’nde Müslüman öğrencilere evrim teorisini anlattığını,
öğrencilerin önce evrim fikrine karşı düşmanca bir tutum sergilediğini ama
dönemin sonunda çoğunun bu fikri kabul ettiğini söylüyor. Dajani’nin dediğine
göre öğrenciler bu sayede kendilerine söyleneni körü körüne kabul eden değil
sorgulayan ve bağımsız düşünen sorumluluk sahibi yurttaşlar haline geliyorlar.<br />
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Öğrencilerden bazıları Dajani’yi üniversite yönetimine
şikayet etmiş. Fakat Dajani’nin evrimi anlatırken yararlandığı kitaplar
üniversitenin önceden onayladığı kitaplarmış. Dajani üniversite yönetimini ikna
ettikten sonra şikayetçi öğrencilerle de oturup uzun uzun konuşmuş. Öğrenciler
genellikle diğer türlerin evrim sonucu oluştuğu fikrine sonunda ısınmışlar.
Fakat insanın da evrim sonucunda oluştuğu fikri çoğu için tabuymuş. Bunun
sebebi Kuran’da ilk insanın kendi başına (anne-babasız) yaratıldığının
söylenmesi. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Geleneksel bir Müslümanın evrim fikrini kabul etmesinin
önündeki en büyük engel gerçekten de bu: insanın da evrim sürecinin bir
parçasından ibaret olması. Geleneksel Müslümanlara göre bu Kuran’da açıkça
reddedilen bir fikir. Dajani ise burada doğrudan bu itiraza karşı çıkmak yerine
tabiri caizse yan çiziyor. Söylediği özetle şu: Kuran doğayı gözlemeyi, doğa
hakkında düşünmeyi ve bilgi edinmeyi öğütler ama Kuran bilimle ilgili bir ders
kitabı değildir. Yani doğayla ilgili elde ettiğimiz sonuçları doğrulamakta ve
yanlışlamakta kullanılamaz. Kuran başka konularda olduğu gibi bilimsel pratik
konusunda da sadece ahlaki bir yol göstericidir. Bilimsel bir sonuçla bir Kuran
yorumu arasında uyuşmazlık olursa elde ettiğimiz sonuçta da bir yanlışlık
olabilir, Kuran yorumunda da. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dajani’nin bu yazıyı neden yazdığını ve <i>Nature</i>’ın neden yayınladığını tahmin etmek zor değil. İslami
düşünceyle bilim karşıtlığı ve tahammülsüzlük son zamanlarda bu kadar
eşleşmişken Batı’ya “İslam dünyasının tamamı sandığınız gibi değil” mesajını ve
Müslümanlara “modern bilimi ve özellikle evrimi İslamiyet’le uyumlu gören
Müslümanlar var” mesajını vermek önemli. Fakat aynı zamanda yazıda hem
kısalığından hem de pratik amaçlı olmasından kaynaklanan bir entelektüel
derinlik yoksunluğu var. İlk olarak Kuran’ın doğayı bilimsel amaçlı olarak
incelemeyi teşvik ettiği fikri eleştirilebilir. Nitekim Kuran’daki doğayı
gözleme ve üstünde düşünme temalı ayetlerin çoğunda bundan çıkarılacak ders
Allah’ın varlığının ve yüceliğinin farkına varmaktır: Gözlenecek şey zaten
apaçık meydandadır ve bundan çıkarılması gereken sonuç da bellidir. Bu durumda
Kuran’ın bilmediğimiz şeyleri öğrenmek için doğayı sistematik olarak incelemeyi
(yani bilim yapmayı) teşvik ettiği kolay kolay söylenemez.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Daha öncelikli olan mesele ise Kuran’da yazılanlarla insanın
da evrimsel sürecin ürünü olduğu fikrinin uzlaştırılması. Bu yazı bağlamında
Dajani bu konuda ikna edici ve geleneksel bir Müslümanı evrim fikrine
ısındırıcı nitelikte hiçbir şey söylemiyor. Bu tür bir uzlaşma gerçekten mümkün
mü?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Buna evet cevabı vermeye çalışan bir başka yeni tarihli
makaleye bakalım. University of California, San Diego’dan nörobilimci Adnan
Majid gene bu yıl <i>Al-Bayan</i> dergisinde
çıkan <b><a href="http://booksandjournals.brillonline.com/content/journals/10.1163/22321969-12340009" target="_blank">makalesinde </a></b>Kuran’ın imkan verdiği yorum serbestliğinden yararlanarak
Adem’in yaratılışıyla ilgili ayetleri insanın evrimleştiği fikriyle
uzlaştırmaya çalışıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Majid’in ilk söylediği şey Kuran’da modern bilim tarafından
desteklenmeyen birçok ifade olduğu ve bunların çoğunun modern Müslümanlarca
sorun olarak görülmediği. Bunların başında Meryem’in bakire doğum yapması gibi
mucizeler geliyor. 19/21’de Allah için mucize yaratmanın kolay olduğunun söylenmesini
Müslümanlar yeterli bir açıklama olarak görüyorlar. Benzer şekilde Kuran
defalarca evrenin altı günde yaratıldığını söylese de bugün çoğu Müslüman bu
ifadeleri mecazi olarak yorumluyor ve evrenin 4.5 milyar yaşında olduğunu
söyleyen modern bilimle çelişkili görmüyor. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Adem’in yaratılışıyla ilgili ayetler de benzer şekillerde
yorumlanarak evrim teorisiyle çelişmeyecek hale getirilebilir mi? Majid bu
amaçla Adem’le ilgili Kuran kaynaklı beş iddiayı ele alıyor:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
1. Kuran Adem’in topraktan yaratıldığını söyler. Bu ilk
insanın evrimleşmeyip yoktan yaratıldığını gösterir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kuran’da Adem’in hangi maddeden yaratıldığıyla ilgili birçok
ayet var. Bunlarda ana madde olarak toprak, balçık, kil gibi anlamlara gelen
“turab” ve “tin” kelimeleri geçiyor. Bu ilk bakışta Adem’in başka canlılardan
türemeyip yoktan yaratıldığı anlamına geliyor diye yorumlanabilir. Fakat Kuran
diğer insanların yaratılmasından bahsederken de ana madde olarak gene “turab”,
“tin”, “salsal” ve “arz” kelimelerini kullanıyor. Adem (ve Havva) dışındaki
insanların diğer canlılardan türediği kesin olduğuna göre Kuran türemekten veya
yoktan yaratılmaktan bağımsız olarak her insan için topraktan yaratılma
ifadesini kullanıyor diyebiliriz. Bu da Majid’e göre Kuran’daki ifadelerin
Adem’in evrimleştiği fikriyle zorunlu olarak çelişmediğini gösteriyor. Tabii burada
başka bir yorum da mümkün: Bütün insanlar Adem’den türediği için bütün
insanların bir anlamda Adem gibi topraktan yaratıldığı, ama sadece Adem’in
yoktan yaratıldığı (ve dolayısıyla evrimleşmediği) yorumu da yapılabilir. Ama
Majid’e göre bu mümkün yorumların sadece biri. Sadece Kuran’ın ne dediğiyle
sınırlı kalırsak evrim fikri zorunlu olarak dışlanmıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
2. Kuran Adem’in anne-babasız olarak ve bir anda yaratıldığını
söyler. Bu ilk insanın evrimleşmeyip yoktan yaratıldığını gösterir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kuran İsa’nın Adem gibi yaratıldığını söyler (3/59). Bunun
geleneksel yorumu Adem’in de İsa’nın da babasız olduğudur. Fakat Majid gene
bunun açıkça söylenmediğini ve tek mümkün yorumun bu olmadığını iddia ediyor.
Adem’in bir anda yaratıldığı iddiasının temeli de aynı ayet (3/59). Burada
Adem’in yaratılışı “Allah ol dedi ve oldu” (kun fe yekun) diye anlatılır. Fakat
“kun fe yekun” ifadesi Kuran’da Allah’ın yaptığı bütün işler için kullanılır.
Dolayısıyla bu ifadenin yapılan işin bir anda gerçekleştiğini belirtmesi
gerekmez. Son olarak, 38/75’te Allah’ın Adem’i elleriyle yarattığı (halaktu bi
yedeyye) söylenir. Majid’e göre Allah evcil hayvanları da elleriyle yarattığına
göre (36/71) “elleriyle yaratma” ifadesi evrimleşmeyip yoktan yaratılma
anlamına gelmek zorunda değildir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
3. Kuran Adem’in dünyada değil cennette yaratıldığını
söyler. Bu, ilk insanın diğer insanlardan çok farklı bir süreçle yaratıldığını
gösterir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Adem’in cennette yaratılıp yaratılmadığı aslında geleneksel
Müslümanlar arasında bile tartışmalıdır. Allah’ın meleklere Adem’i yeryüzünde
halife kılacağını söylemesi (2/30) yaratılış yerinin dünya olduğunu
düşündürebilir. Adem’in ve Havva’nın cennete yerleşmelerinin söylenmesi de
(2/35) ilk yaratılış yerinin cennet olmadığını düşündürüyor. Ayrıca cennetin
dünyada bir yer olmayıp göksel bir mekan olduğu da kesin değildir. Kuran’da
cennet genel olarak ağaçlı bahçe anlamında kullanılır ve bu kullanımların
bazılarında açık bir şekilde dünyadaki bahçeler kastedilir (mesela 2/265-266). Son
olarak Adem ve Havva cennetten kovulduğunda kendilerine “inin” (ihbitu) denmiş
ve bir süre yeryüzünde kalacakları söylenmiş olsa da (2/36-38) Majid’e göre bu
inişin niteliği (gerçekten göksel bir mekandan yeryüzüne mi olduğu) kesin
değildir. Bu yüzden sadece Kuran’da söylenenlerden hareketle Adem’in dünya dışı
bir mekanda yaratıldığı ve dolayısıyla evrimsel sürecin dışında kaldığı
sonucuna varmak mümkün değildir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
4. Kuran Havva’nın Adem’den yaratıldığını söyler. Bu en
azından Havva’nın evrimsel süreç sonucunda ortaya çıkmadığını gösterir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kuran’da birkaç ayette Allah’ın insanları tek bir nefsten
(min nefsin vahidetin) yarattığı ve ondan da eşini (minha zevceha) yarattığı
söylenir (mesela 4/1). Tevrat’taki kaburga kemiğinden yaratılma ifadesi
Kuran’da geçmez (Kuran’da aslında Havva ismi de geçmez). Ama Müslümanlar
geleneksel olarak Kuran’daki ifadeyi Tevrat’la uyumlu olacak şekilde
anlamışlardır. Oysa Majid’e göre bu gene mümkün yorumlardan sadece biri.
Zemahşeri ve Razi gibi klasik dönem tefsircileri Kuran’daki ifadeyi aynı
vücuttan yaratılma şeklinde değil de aynı cinsten veya aynı doğaya sahip olacak
şekilde yaratılma diye anlamışlardır. Sadece Adem’in değil bütün insanların
eşlerinin kendi nefslerinden (min enfusikum) yaratıldığını söyleyen ayetler
(mesela 16/72) bu yorumu destekler niteliktedir. Dolayısıyla Majid’e göre
Havva’nın Adem’den yaratılması ifadesi Adem’in veya Havva’nın evrimsel
sürecin dışında kaldığı anlamına gelmez.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
5. Kuran tek başına değil ancak hadislerle beraber
yorumlanabilir ve hadisler Adem’in evrimleştiği fikriyle çelişmektedir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sünni Müslümanlarca sahih sayılan hadislerde kadınların
“kaburga gibi” olduğu ve kaburgadan yaratıldığı söylenmektedir. Majid’e göre bu
hadislerde doğrudan Adem’den ve Havva’dan bahsedilmediği için bunlardan kesin
olarak geleneksel yorumu çıkarmak mümkün değildir. Gene hadislerde Adem’in cuma
günü yaratıldığı söylenir. Majid’e göre bu ifade bir anda yaratılış anlamına
gelmeyip yaratılış/evrim sürecinin başlangıç veya bitiş anına işaret ediyor
olabilir. Son olarak hadislerde Adem’in yaklaşık 30 metre boyunda olduğu ve her
geçen kuşakta insan boyunun biraz daha kısaldığı söylenir. Majid’e göre
paleontolojik bulgularda 30 metre boyunda insan kalıntısına rastlanmamış olması
bir sorun değildir çünkü Allah bu tür fosilleri modern insanlardan saklamış
olabilir. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sonuç olarak Majid’e göre Kuran evrenin 4.5 milyar yıl
içinde yavaş yavaş oluştuğunu söylemediği gibi insanların da milyonlarca yıl
süren evrimsel süreç içinde yavaş yavaş bugünkü hallerini aldığını söylemez.
Fakat iki sonuç da Kuran’la kesin olarak uyuşmaz değildir. Kuran’ın amacı
insanlara bilim öğretmek değil onlara yol gösterici olmaktır. Kuran metninin bize
tanıdığı yorum serbestliği Kuran’ın doğrudan söylemediği şeyleri de kabul
etmemizi mümkün kılmaktadır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Majid’in tezlerinin ayrıntılı olarak değerlendirilmesi bu
yazının kapsamının dışında kalıyor. Kuran’ın modern bilimle uyumu meselesini
daha geniş bağlamda ele aldığımız başka bir yazıda Majid’in tezlerine de
değinebiliriz. Fakat konuyla ilgili önceden fikri olmayan birçok okuyucunun
edineceği ilk izlenimi hiç saklamadan söyleyebiliriz: Majid’in genel argümanı
birçok açıdan eleştiriye açık ve bazı iddiaları gülünçlük derecesinde zayıf.
Makale Kuran’ın modern bilimle çeliştiğini düşünen Müslüman olmayan birini de,
evrimin Kuran’a uymadığını düşünen geleneksel bir Müslümanı da ikna edici
nitelikte değil. Kuran-evrim uyumu tezini savunanların ortaya koyabildiği en güçlü
argüman buysa Rana Dajani gibi iyi niyetli Müslüman eğitimcilerin işinin hiç
kolay olmadığını söyleyebiliriz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p>
</o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dajani, R. (2015). Why I teach evolution to Muslim students.
<i>Nature, 520</i>, 409.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Majid, D. S. A. (2015). Qur’anic interpretive latitude and
human evolution: A case study. <i>Al-Bayan:
Journal of Qur’an and Hadith Studies, 12</i>, 95-114.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-52437084743783334832014-11-08T21:00:00.000+02:002014-12-08T01:16:50.099+02:00Cinsellik ve Beyin: İndirgemecilik ve Düalizm Üzerine<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Kadınlarda
cinsel isteksizlik (hypoactive sexual desire disorder: HSDD) son yıllarda
giderek artan oranda koyulan bir teşhis. Bunun gerçekten tıbbi bir durum olup
olmadığıyla ve muhtemel sebepleriyle ilgili tartışmalar sürüyor. Dört yıl kadar
önce Wayne State University’den Michael Diamond tarafından HSDD teşhisi almış
(ve almamış) bir grup kadınla bu durumun sebeplerini anlamaya yönelik bir beyin
görüntüleme araştırması yapıldı. Hem araştırmanın kendisi hem de Diamond’ın
bundan çıkan sonuçlarla ilgili verdiği demeçler İnternet üzerinden epey
tartışıldı. Bu yazıda BBC News’da çıkan bir <a href="http://www.bbc.co.uk/news/health-11620971"><b>haber yazısı</b></a> ve bu yıl çıkan bir
<a href="http://journals.cambridge.org/action/displayAbstract?fromPage=online&aid=9363440&fileId=S1477175614000128"><b>felsefe makalesi</b></a> (Savulescu & Earp, 2014) eşliğinde kısaca bu araştırmayı
inceleyeceğiz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_27LmjOZvxJ_NS3es_17kwEcDQLLNBqDUzPDgW0nVHlPPYO-54y_QYd7jBRf6XGcQbdfjhyTv8nNPm2_9FCfotEo0fIIob3qkoRHsHqCamQaIuE4YyJiqVj4dTWa9PZTxnroflW-_ihC5/s1600/_49648140_libidospl.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_27LmjOZvxJ_NS3es_17kwEcDQLLNBqDUzPDgW0nVHlPPYO-54y_QYd7jBRf6XGcQbdfjhyTv8nNPm2_9FCfotEo0fIIob3qkoRHsHqCamQaIuE4YyJiqVj4dTWa9PZTxnroflW-_ihC5/s1600/_49648140_libidospl.jpg" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Araştırmada
Diamond 19 HSDD teşhisi almış kadına ve 7 normal kadına içinde erotik kısımlar
da olan yarım saatlik bir video klipi göstermiş. Erotik görüntüler sırasında
normal kadınlarda duygularla ilgili bir beyin bölgesi olan insulada faaliyet
artışı gözlenmiş. HSDD’li kadınlarda böyle bir artış olmamış. Bundan hareketle
Diamond HSDD’nin fiziksel bir temeli olduğunu, dolayısıyla gerçek bir tıbbi
durum olduğunu, toplumun uydurduğu bir şey olmadığını iddia
ediyor. Diamond’ın ağzından çıkıp çıkmadığı belli olmasa da BBC habere “zihin
değil beyin” başlığını da eklemiş. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Diamond’ın
araştırmasına ve yorumuna hemen birkaç eleştiri getirilebilir. Mesela beyin
görüntüleme cihazında ortaya çıkan farklılığın HSDD’ye özgü olduğunu nereden
biliyoruz? Belki bu fark depresyon göstergesi. Cinsel isteksizliğin depresyon
sonucunda ortaya çıkabildiğini biliyoruz. Veya belki bu fark HSDD’ye sebep olan
şey değil, onun bir sonucu. Bu ihtimaller daha kontrollü ve daha büyük çaplı bir
araştırma yapılması gerektiğine işaret ediyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Savulescu
ve Earp’ün (2014) eleştirisi ise metodolojik olmaktan ziyade felsefi bir
eleştiri. Bu felsefeciler Diamond’ın (ve belki BBC haberi yazarının) kavramsal
bir karışıklık içinde olduğunu, bu karışıklığın sebebinin de indirgemecilik
olduğunu düşünüyorlar. İndirgemecilikten kastettikleri psikolojik sorunların
sadece beyinden kaynaklandığı fikri. Bir psikolojik sorunun beyindeki
yansımasını (neural correlate) bulmanın o sorunun sebebini anlamak olduğu yanılgısını
eleştiriyorlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Savulescu
ve Earp’ün haklı olduğu bir nokta var. HSDD’ye yol açan nedenler zincirinde
geriye doğru gittiğimizde bu durumun elbette beyin dışında sebepleri de
olduğunu fark ederiz. Stresli bir hayat temposundan romantik ilişkide
beklediğini bulamamış olmaya kadar çok çeşitli sebepler HSDD’ye yol açmış
olabilir. Fakat bu, son aşamada HSDD’nin sebebinin beyinden kaynaklanan bir
durum olduğu gerçeğini değiştirmez. Yani diğer vücut dışı ve vücut içi
sebeplerin katkısı ne olursa olsun HSDD’nin ortaya çıkıp çıkmayacağını son
aşamada belirleyen beynin bu sebeplere verdiği tepkidir. Bu durumda “HSDD
sadece bir beyin bozukluğu değildir” gibi itirazların yanlış anlaşılmaya ne
kadar müsait oldukları da fark edilebilir. Asıl kavramsal karışıklığı yaratan “HSDD’nin
beyinsel sebepleri olduğu gibi çevresel sebepleri de var” gibi ifadelerdir.
Zira bu ifade beyinsel sebepler ve çevresel sebepler beraberce HSDD’yi ortaya
çıkarıyor gibi bir izlenim yaratıyor. Oysa HSDD’yi son aşamada ortaya çıkaran
tek başına beyindir. “Beyin bunu neden ortaya çıkarıyor?” diye sorduğumuzda
neden-sonuç zincirinde biraz daha geriye gidip çevresel (ve belki aynı zamanda
genetik) sebepleri göz önüne almamız gerekir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">BBC’nin
“zihin değil beyin” başlığını ele alalım. “Beyin değil zihin” olması mümkün
müydü? Tabii ki hayır. Zihinsel olan her şey aynı zamanda beyinseldir. HSDD’nin
sebebinin insula sorunundan değil ilişki memnuniyetsizliğinden kaynaklandığı
ortaya çıkarsa gene “beyin değil zihinmiş” diyemeyiz. İlişki memnuniyetsizliği
de (henüz bütün ayrıntılarını ortaya çıkaramadığımız) bir beyin olayıdır. İlla
bir ayrım yapılacaksa bilincinde olduğumuz beyin olayları ve bilincinde
olmadığımız beyin olayları şeklinde bir ayrım yapılabilir. Dolayısıyla buradaki
kavramsal karışıklık Savulescu ve Earp’ün işaret ettiği türden bir
indirgemeciliğe dayanan bir karışıklık değil, bir tür gizli düalizme dayanan
bir karışıklık. BBC haberinin yazarı zihinsel ve beyinsel olayların farklı
olaylar olduğunu ve araştırmada beynin rolünün ortaya çıkmasıyla zihnin bir
rolünün olmadığının gösterildiğini zannediyor. Oysa insula faaliyetindeki
farklılaşma belki de çok aşina olduğumuz bir zihinsel durumun beyindeki
yansıması.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Son
olarak, Savulescu ve Earp’ün beyin görüntüleme araştırmasındaki bulguyu fazla
küçümsediğini de belirtelim. Bu iki felsefeci makalelerinde bu tür
bulguların ancak sorunun beyindeki yansımasını gösterebileceğini, sorunun
sebebini asla gösteremeyeceğini söylüyorlar. Oysa (Diamond’ın basit
araştırmasından hareketle bunu söyleyemesek bile) gördüğümüz beyin faaliyeti
farklılığı pekala HSDD’nin sebebi de olabilir. Ayrıca bazı durumlarda
psikolojik bir sorunun sebebinden çok doğrudan beyindeki yansımasıyla da
ilgilenebiliriz. Mesela çevresel sebebi ne olursa olsun aşk acısının beyindeki
yansımasının fiziksel acı bölgelerindeki faaliyet artışı olduğunu görmek
yeterince ilginç bir bulgu olurdu. Dolayısıyla psikolojik sorunlarla ilgili “gerçek”
ilerlemenin beyin görüntüleme araştırmalarıyla elde edilemeyeceğini düşünmek
için bir sebep yok.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Kaynak:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Savulescu,
J., & Earp, B. D. (2014). Neuroreductionism about sex and love. <i>Think, 13</i>, 7-12.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-81568962306574014342014-09-08T02:50:00.000+03:002017-08-17T15:24:25.849+03:00Özgür İrade ve Bilim<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
</div>
<div class="MsoNormal">
20. yüzyılın ilk
yarısında mantıksal olguculuğun etkisi altında cevap verilemez ve dolayısıyla
anlamsız sayılan özgür irade problemi yüzyılın sonlarında hem felsefecilerin
hem de bilim adamlarının konuya ilgi göstermesiyle yeniden canlılık kazandı.
Bugün özgür iradenin var olup olmadığı, determinizmle uyuşup uyuşamayacağıyla
ilgili tartışmalar akademik alanda olduğu kadar popüler forumlarda da son
hızıyla devam ediyor. Bu keşmekeşin içine girip kafa karışıklığı yaratmadan
özgür iradeye yer açmaya çalışan felsefecilerden biri Mark Balaguer. Bu yazıda
Balaguer’in bu sene MIT Press’ten çıkan <a href="http://mitpress.mit.edu/books/free-will"><b>Free Will</b></a> adlı küçük kitabının bir değerlendirmesini sunacağız.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p> </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha1I1ooS_tEDa7-Xs4hC4BSCdWGNi4KOeL6AD0wy8lWOAHPpdk5gVZncNAlx7IpOKjK3YAByynAlyrPOF416coOTm5-wdg2vXFiqMIDeaWXTwBKiH8Vc_E-nN7K_h5b4aon-EXlXgwY7gA/s1600/Free+Will.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha1I1ooS_tEDa7-Xs4hC4BSCdWGNi4KOeL6AD0wy8lWOAHPpdk5gVZncNAlx7IpOKjK3YAByynAlyrPOF416coOTm5-wdg2vXFiqMIDeaWXTwBKiH8Vc_E-nN7K_h5b4aon-EXlXgwY7gA/s1600/Free+Will.jpg" width="143" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
Balaguer özgür irade
konusunda kendine özgü bir konuma sahip. Bir yandan özgür irade üstünde çalışan
birçok bilim adamının aksine son araştırmaların özgür iradenin var olmadığını
göstermediğini düşünüyor. Fakat bir yandan da birçok felsefecinin aksine özgür
iradenin var olup olmadığı sorusunun ancak bilimsel araştırmalardan hareketle
cevap verilebilecek ampirik bir mesele olduğunu düşünüyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Balaguer’e göre özgür
iradeyi tehdit eden iki ayrı argüman var. Bunların biri felsefi biri bilimsel:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
1. Determinizm (belirlenimcilik)
doğru da olsa yanlış da olsa özgür irade var olamaz. Determinizm doğruysa bütün
davranışlarımız ve kararlarımız kontrolümüz altında olmayan önceki olaylar
tarafından belirlenmiş demektir. Determinizm yanlışsa bazı olaylar tamamen
gelişigüzel, şans eseri ortaya çıkıyor demektir. İki durum da davranışlarımızın
ve kararlarımızın özgür olduğu fikriyle bağdaşmaz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p></div>
<div class="MsoNormal">
2. Psikoloji ve nörobilim
davranışlarımıza yön verdiğini sandığımız bilinçli kararların bilincinde
olmadığımız iç (beyinsel) ve dış (çevresel) sebepler tarafından belirlendiğini
göstermiştir. Bu durumda o davranışları ve kararları özgür olarak seçtiğimiz
söylenemez.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Balaguer kitabında iki
argümanın da geçersiz olduğunu göstermeye çalışıyor. Fakat bunu yaparken kendi ifadesiyle
“uyumculuk” (compatibilism) kolaycılığına kaçmıyor. Uyumculuğa göre determinizm
ve özgür irade bağdaşmaz fikirler değildir; determinist bir dünyada da özgür
irade sahibi olabiliriz. Balaguer ise “özgürlükçü” (libertarian) görüşe sahip:
özgür irade sahibi olabilmemiz için (en azından insan davranışı ve kararları
alanında) determinizmin doğru olmaması gerekir. David Hume gibi klasik
uyumculara göre istediğini yapabilmek (yani isteklerle davranışların uyuşması)
özgür irade sahibi olmak için yeterlidir. Immanuel Kant gibi özgürlükçülere göre ise bu, meselenin
özünü gözden kaçıran bir anlayış. En azından bazan istediğimiz şeyleri
yapabildiğimiz konusu tartışmalı bir konu değil. Asıl mesele o isteklerin,
tercihlerin, kararların nereden geldiği konusu. İstekler önceden belirleniyorsa
veya tamamen şans eseri ortaya çıkıyorsa özgür irade diye bir şey yoktur. Asıl
tartışmalı olan bu anlamda özgür iradeye sahip olup olmadığımız.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Balaguer yukarıda anılan
iki argümana cevap vermeye girişmeden önce özgür iradeden kastettiği şeyi daha
da sınırlıyor. İddiasına göre bütün bilinçli kararlarımızda değil, özel olarak
tercih yapmakta zorlandığımız, tamamen arada kaldığımız durumlarda verdiğimiz
kararlarda (torn decisions) özgür irade sahibiyiz. Bunun için verdiği örnek şu:
Dondurmacıya gidiyoruz ve tezgahın önünde durup alacağımız dondurmayı seçmeye
çalışıyoruz. 30 çeşitten 28’ini hemen eleyebiliyoruz. Geriye karamelli
dondurmayla vişneli dondurma kalıyor. İkisini de eşit derecede istiyoruz.
Önceden oluşmuş zevklerimiz, düşüncelerimiz vs. bizi zorunlu olarak birine veya
diğerine yönlendirmiyor. Sonunda bilinçli bir kararla karamelliyi seçiyoruz. Bu
karar önceden belirlenmiş de değildir, gelişigüzel ortaya çıkıp sorumluluğunu
almayacağımız bir karar da değildir. İşte bu özgür bir karardır. Çünkü 1)
kararı veren benim ve 2) benim bu kararı vermemi belirleyen herhangi bir (iç ve
dış) sebep yok. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Özgür iradeyi bu şekilde
düşündüğümüzde Balaguer’e göre 1. argümana cevap vermek mümkün hale geliyor. Çünkü söz
konusu kararlar önceden belirlenmiş de değil, gelişigüzel ortaya çıkıyor da
değil. Yani determinizm geçerli olmadığı gibi şans açıklaması da geçerli
değil. Öyleyse bu tür kararların açıklaması nedir? Balaguer’e göre şu: Kararı
“ben” veriyorum! <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Okuyucu olarak bu aşamaya
kadar bizi felsefenin çetrefilli yollarında kafa karışıklığı yaratmadan
ustalıkla gezdiren Balaguer’in burada, en can alıcı noktada, kelime oyunu
yaptığı düşüncesinden kendimizi alamıyoruz: “Ben” nedir? Beyinde ben diye bir bölge mi var? Kararı benim vermem ne
demek? Başka tür kararları ben vermiyor muyum? Ayrıca bu karara hiçbir iç ve
dış olayın sebep olmaması, kararın sebepsiz (uncaused) olması ne demek?
Sebepsiz olay bilimsel bakış açısına sahip birinin (ki Balaguer böyle bir
bakışa sahip olduğunu söylüyor) kolay kolay tasavvur edemeyeceği bir şey.
Balaguer’in 1. argümana cevabı birçok kişi için meseleyi çözmeyen, tam tersine
daha fazla gizem yaratan bir cevap. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bir diğer itiraz
Balaguer’in özgür irade tanımına getirilebilir. Özgürce aldığımız ve sorumlu
olduğumuz kararlar gerçekten tamamen arada kaldığımız durumlarda aldığımız
kararlar mı? Karamelle vişneden birinin diğerinden daha iyi olmadığını kabul
edip sebepsiz karar veriyorsak burada özgürlükten ve sorumluluktan söz
edilebilir mi? Birçok kişiye göre önümüzdeki seçeneklerden birinin diğerinden
bir gıdım daha üstün olduğunu gördüğümüz durumlarda verdiğimiz kararlar daha
fazla sorumluluk içeren kararlardır. Balaguer ise böyle kararlarda seçimimizi
yönlendiren bir gerekçe olduğu için, o gerekçe kararımıza “sebep” olduğu için,
böyle kararları özgür olarak görmüyor. Tabii bu son aşamada sezgilerle ilgili, kişiye
nasıl göründüğüyle ilgili bir mesele. Gene de Balaguer’in sorumluluk anlayışının
birçok kişinin sezgisel anlayışıyla uyumlu olmadığını söyleyebiliriz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gelelim Balaguer’in 2.
argümana verdiği cevaba. Balaguer sebepsiz olayların özgür olabileceğini
gösterdiğini düşünüyor. Asıl mesele kararlarımızın sebepsiz olabileceğini
gösterebilmek ve bunun mümkün olmadığını iddia eden bilimsel argümanı
çürütmek. Balaguer bu amaçla iki ünlü nörobilim deneyine yakından bakıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Deneylerin ikisi de
bilinçli kararlarımızın kontrolümüz altında olmayan, hatta bilincinde bile
olmadığımız olaylar tarafından belirlendiği iddiasında. Birincisi Benjamin
Libet ve arkadaşlarının 1983’te yaptığı klasik deney (Libet, Gleason, Wright
& Pearl, 1983). Deneyde katılımcılara canları istediği zaman parmaklarını
veya bileklerini hareket ettirmeleri söyleniyor ve üç ayrı olayın zamanı ölçülüyor: hareketin zamanı, harekete karar vermenin zamanı ve beyinde istemli
hareketlerden önce görülen “hazırlık potansiyeli” (readiness potential) denen
dalganın zamanı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/IQ4nwTTmcgs?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Bulgular özetle şöyle:
Bilinçli karar hareketin kendisinden yaklaşık 200 ms önce geliyor. Fakat
hazırlık potansiyeli karardan 350 ms saniye önce geliyor. Yani katılımcılar
parmaklarını hareket ettirmeye karar vermeden önce beyinde hareketle ilgili
hazırlık başlamış bile. İlk bakışta bulgular bilinçli kararların bilinçsiz
beyin olayları tarafından belirlendiğini, dolayısıyla o kararların özgür
olamayacağını gösteriyor gibi görünüyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Geçen 30 yılda Libet’ın
deneyi çok eleştirildi ve bulguların birden çok yoruma açık olduğu iddia edildi.
Balaguer de böyle düşünüyor: Hazırlık potansiyelinin işlevini bilmiyoruz.
Karara yol açan bir beyin olayından kaynaklanabileceği gibi sadece karar verme
sürecinin başlamasına işaret eden bir beyin olayı da olabilir. Dolayısıyla biz farkına varmadan önce kararın ne olacağını belirleyen bir olay olmak zorunda
değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İkinci deney daha yakın
tarihli. İlk olarak John-Dylan Haynes ve arkadaşları tarafından 2008’de yayınlanan
bir deney (Soon, Brass, Heinze, & Haynes, 2008). Deneyde katılımcılardan
gene canları istediği zaman sağdaki düğmeye sağ elleriyle veya soldaki düğmeye
sol elleriyle basmaları isteniyor. Bir yandan da beyin aktivasyonları fMRI
cihazıyla kaydediliyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/-i3AiOS4nCE?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Bu seferki bulgular Libet’ınkinden
de çarpıcı. Hareketin sağ elle mi sol elle mi olacağıyla korelasyon gösteren
iki beyin bölgesi tespit ediliyor. Ayrıca bu beyin bölgelerindeki aktivasyona
bakılarak hareketten 7-10 saniye önce hareketin ne olacağı tahmin edilebiliyor.
İlk bakışta çıkan sonuç gene aynı: Biz farkında olmadan çok önce beyinde karar
verilmiş bile.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Balaguer’in bu sonuca iki
ayrı itirazı var. Birincisi, hareketi önceden tahmin etmemizi sağlayan beyin
bölgelerine baktığımızda (frontopolar korteks ve parietal lobdaki arka singulat
korteks) bunların özgür karar almayla değil planlarla veya niyetlerle ilgili bölgeler
olduğunu görüyoruz. Katılımcılar yönergeler öyle demese de önceden hangi
ellerini hareket ettirecekleriyle ilgili plan yapmış olabilirler ve hareket
zamanı yaklaştığında özgürce yaptıkları bu planlar saklandıkları yerden geri
çağrılıp uygulamaya koyulmuş olabilir. Hareketten 7-10 saniye önce gördüğümüz
aktivasyon önceden yapılmış bu planın uygulamaya koyulmasının başlangıcına
işaret ediyor olabilir. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu yorumun makul olup
olmadığına karar vermek Haynes’in hem 2008’de hem de daha sonra yaptığı
deneylerin teknik ayrıntılarına girmeyi gerektiriyor ki buna burada
girişmeyeceğiz. Fakat Balaguer’in çok basit bir itirazı daha var: İki beyin
bölgesindeki aktivasyona bakarak biraz sonra gelecek hareketi yüzde 100
doğrulukla değil ancak yüzde 60 doğrulukla tahmin edebiliyoruz. Yani şans
düzeyinin sadece yüzde 10 üstüne çıkabiliyoruz. Bu da beyin bölgelerindeki aktivasyonun
hareketi veya kararın ne olacağını kesin olarak belirlemediği anlamına geliyor.
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Balaguer son olarak iddia
ettiği şeyin özgür iradenin varlığı olmadığını söylüyor. Özgür iradenin var
olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Gelecekteki nörobilim deneyleri var
olmadığını gösterebilir. Fakat en azından şu an için özgür irade
savunucularının uykularının kaçmasına gerek yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Balaguer,
M. (2014). <i>Free will</i>. Cambridge: MIT
Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Libet, B.,
Gleason, C. A., Wright, E. W., & Pearl, D. K. (1983). Time of conscious
intention to act in relation to onset of cerebral activity (readiness-potential):
The unconscious initiation of a freely voluntary act. <i>Brain, 106</i>, 623-642.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Soon, C.
S., Brass, M., Heinze, H.-J., & Haynes, J.-D. (2008). Unconscious
determinants of free decisions in the human brain. <i>Nature Neuroscience, 11</i>, 543-545.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-13233381184740484372014-07-12T23:37:00.000+03:002014-07-12T23:37:55.753+03:00İngiliz Bilim Adamları ve Tanrı<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bilim adamları arasında
Tanrı’ya inanma oranının halkın genelinden çok daha düşük olduğu biliniyor.
Mesela ABD’de Tanrı inancı halk arasında %95 düzeyindeyken önde gelen
bilim adamları arasında sadece %8 (Larson & Witham, 1998; ayrıca bak: <a href="http://insandogasi.blogspot.com.tr/2013/08/otizm-ateizm-ve-turk-psikologlar-dernegi.html"><b>Otizm, Ateizm ve Türk Psikologlar Derneği</b></a>). İngiltere ise ABD’ye göre daha az dindar
bir toplum. Anketler Tanrı inancının halk genelinde %40-50 civarında olduğunu gösteriyor.
Önde gelen İngiliz bilim adamları arasında durumun ne olduğunu görmek amacıyla
yeni bir araştırma yapıldı (<a href="http://www.evolution-outreach.com/content/pdf/1936-6434-6-33.pdf"><b>Stirrat & Cornwell, 2013</b></a>). Bu yazıda bu
araştırmanın bulgularını özetleyeceğiz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İngiltere Bilimler
Akademisi Royal Society üyesi 1074 bilim adamına e-postayla araştırma anketinin linki gönderilmiş.
248’inden cevap gelmiş. Sorulan sorular şunlar:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
1. Tanrı gibi bir
doğaüstü varlığa inanıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
2. Bireylerle ilgilenen,
dualara cevap veren, günahları cezalandıran kişisel bir Tanrı’ya inanıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
3. Bilimin ve dinin
birbiriyle örtüşmeyen alanları olduğuna ve çatışmadan beraber var olabileceklerine
inanıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
4. Fiziksel olarak
öldüğümüzde kişisel bilincimizin en azından kısmen var olmaya devam edeceğine
inanıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bilim adamları bu ifadeleri
1’den (“kesinlikle katılmıyorum”) 7’ye (“tamamen katılıyorum”) giden bir ölçek
üzerinde puanlamışlar. Fark edilebileceği gibi 1. ifade genel anlamda Tanrı
inancını, 2. ifade teizmdeki Tanrı inancını, 3. ifade Stephen Jay Gould’un <a href="http://www.stephenjaygould.org/library/gould_noma.html"><b>NOMA</b></a>
(non-overlapping magisteria) fikrini, 4. ifade de ruh inancını ölçüyor.
Bunların yanında bilim adamlarına hangi bilim dalında çalıştıkları, çocukluklarında ne tür bir
dinsel eğitim aldıkları gibi sorular da sorulmuş. (Bu arada belirtmek gerekir
ki Royal Society üyelerinin %95’i erkek ve ankete cevap veren 248 kişinin de 239’u
erkek. Ortalama yaşları 64.5.)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gelen cevaplar İngiliz
bilim adamlarının büyük ölçüde tanrısız olduğunu gösteriyor. Genel anlamda
Tanrı’ya inanç (6 ve 7 cevapları) %8’de kalırken inançsızlık (1 ve 2 cevapları)
%78 düzeyinde. Kişisel Tanrı’ya inanç daha da düşük: İnanç (6 ve 7 cevapları)
%5; inançsızlık (1 ve 2 cevapları) % 87. Ruha inanç da benzer düzeyde: İnanç (6
ve 7 cevapları) %8; inançsızlık (1 ve 2 cevapları) % 85.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
NOMA sorusuna verilen
cevaplar ise daha büyük değişkenlik gösteriyor. 1’den 7’ye kadar olan şıkların
her biri neredeyse eşit oranda işaretlenmiş. Yani İngiliz bilim adamları arasında
bilimle dinin çatışmadan beraber var olup olamayacağı konusunda bir fikir
birliği yok. Fiziksel ve biyolojik bilimlerde çalışanlara ayrı ayrı
bakıldığında ise aralarında fark olduğunu görüyoruz: Biyolojik bilimlerde
çalışanların daha büyük bir kısmı (%31’e karşı %18) bilimle din arasında
kaçınılmaz bir çatışma olduğunu düşünüyor. Benzer bir karşılaştırmayı diğer
sorular için yaptığımızda biyolojik bilimlerde çalışanların Tanrı ve ruh inancı
konusunda da fiziksel bilimlerde çalışanlara göre daha düşük puanlar aldığını
görüyoruz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dinle bilimin zorunlu
olarak çatışma içinde olduğu fikrinin biyolojik bilimlerde daha
yaygın olması şaşırtıcı sayılmaz. Evrim teorisine, kök hücre ve klonlama
çalışmalarına yönelik eleştirilerin ve saldırıların çoğunlukla dinsel temelli
olduğu biliniyor. Fiziksel bilimlerde ise Galileo’nun zamanından beri dinsel
temelli ciddi bir tehdit görülmediğini söyleyebiliriz. Biyolojik bilimlerde
çalışanların daha inançsız olması da şaşırtıcı bir bulgu değil. ABD’de yapılan
bir araştırma da (Gross & Simmons, 2009) üniversitelerde en yüksek ateizm
oranının biyoloji ve psikoloji hocaları arasında görüldüğünü göstermişti. Bunun
sebepleri ise ayrıca araştırmaya değer bir konu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB">Gross, N., & Simmons, S. (2009). The
religiosity of American college and university <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<span lang="EN-GB"> professors. <i>Sociology of Religion, 70</i>, 101–129.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB">Larson, E. J., & Witham, L. (1998).
Leading scientists still reject God. <i>Nature,
394</i>, </span></div>
<div class="MsoNormal">
313–314.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB">Stirrat, M., & Cornwell, R. E. (2013).
Eminent scientists reject the supernatural: a </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB"> survey of </span><span style="text-indent: 35.4pt;">the Fellows of
the Royal Society. </span><i style="text-indent: 35.4pt;">Evolution: Education
and </i></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="text-indent: 35.4pt;"> Outreach, 6</i><span style="text-indent: 35.4pt;">, 33.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioCC4I-A2IL_YTWyjh9GzIXlur-ozwiH8mkd1PerxSfILHM6dr0YZkr7XnVfU3NB1cA4SiIJ8RI-LAcWujoVU8pcP8f1Q2gO6uHjULmTSE83KPzBJdGow7vxtKGAuk0O9uMz3IGm1ZfOAm/s1600/410px-Arms_of_the_Royal_Society.svg.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioCC4I-A2IL_YTWyjh9GzIXlur-ozwiH8mkd1PerxSfILHM6dr0YZkr7XnVfU3NB1cA4SiIJ8RI-LAcWujoVU8pcP8f1Q2gO6uHjULmTSE83KPzBJdGow7vxtKGAuk0O9uMz3IGm1ZfOAm/s1600/410px-Arms_of_the_Royal_Society.svg.png" height="200" width="169" /></a></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-41034710210417557812014-07-12T19:21:00.000+03:002015-04-27T01:22:59.256+03:00Evrim ve Psikoloji Videoları<br />
YouTube'da evrim ve psikolojiyle ilgili Türkçe, Türkçe'ye çevrilmiş, veya Türk akademisyenlerin yaptığı konuşmaların videoları son bir yılda artış gösterdi. Bunların topluca bulunabileceği bir liste sunuyoruz.<br />
<br />
From Reflex to Consciousness<br />
Falih Köksal (Boğaziçi Üniversitesi)<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/ZF9zQ4tPvKw?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<br />
<br />
Davranış Evrimi<br />
Münire Özlem Çevik (TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi)<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/c-oP4-vM2K4?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<br />
<br />
Evrimsel Psikoloji Sohbetleri Bölüm 1: Evrimsel Perspektiften Din ve Ahlak<br />
Hasan Bahçekapılı (Doğuş Üniversitesi)<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe width="320" height="266" class="YOUTUBE-iframe-video" data-thumbnail-src="https://i.ytimg.com/vi/tqzJ7_pZoy0/0.jpg" src="https://www.youtube.com/embed/tqzJ7_pZoy0?feature=player_embedded" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<br />
<br />
Yale Üniversitesi'nden Paul Bloom'un Psikolojiye Giriş derslerinin evrimle ilgili olanları (çeviren İzmir Ekonomi Üniversitesi'nden Hakan Çetinkaya):<br />
<br />
Evrim, Duygular ve Mantık: Aşk<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/J32zFReldyk?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<br />
<br />
Evrim, Duygular ve Mantık: Evrim ve Akılcılık<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/43gqtOgPhFM?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<br />
<br />
Evrim, Duygular ve Mantık: Duygular, 1. Kısım<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<object class="BLOGGER-youtube-video" classid="clsid:D27CDB6E-AE6D-11cf-96B8-444553540000" codebase="http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=6,0,40,0" data-thumbnail-src="https://ytimg.googleusercontent.com/vi/L0uR_3u3NL0/0.jpg" height="266" width="320"><param name="movie" value="https://youtube.googleapis.com/v/L0uR_3u3NL0&source=uds" /><param name="bgcolor" value="#FFFFFF" /><param name="allowFullScreen" value="true" /><embed width="320" height="266" src="https://youtube.googleapis.com/v/L0uR_3u3NL0&source=uds" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true"></embed></object></div>
<br />
<br />
Evrim, Duygular ve Mantık: Duygular, 2. Kısım<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/oriTmhjKu7s?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjF8LI-c43YG4Fdi15PzAzPyFPS7StJ9loKRpZcuxXrij_1G5m1mwkz3UE_ppsnxxehF_tRzzfdJIJxP42VEru9ujkmLM5TS7-JvKOR-VoxmffDNNIyj-HfG3flWhHBDQRRawOjCdxi9F0L/s1600/indir.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjF8LI-c43YG4Fdi15PzAzPyFPS7StJ9loKRpZcuxXrij_1G5m1mwkz3UE_ppsnxxehF_tRzzfdJIJxP42VEru9ujkmLM5TS7-JvKOR-VoxmffDNNIyj-HfG3flWhHBDQRRawOjCdxi9F0L/s1600/indir.jpg" height="149" width="200" /></a></div>
<br />
<br />Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-86698889281275618862014-03-30T00:18:00.000+02:002015-04-27T01:19:22.132+03:00Ruh Üzerine<div class="MsoNormal">
<br />
Ruhunuz var mı? Felsefeye,
modern bilime ve geleneksel dine göre hayır. Bu yazıda geçen sene çıkmış bir
felsefe makalesi (<a href="http://journals.cambridge.org/action/displayAbstract?fromPage=online&aid=9001777"><b>Johnson, 2013</b></a>) eşliğinde neden böyle olduğuna bakacağız.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p> </div>
<div class="MsoNormal">
Burada geleneksel ruh
anlayışını ele alıyoruz. Buna göre ruhlar maddi olmayan varlıklardır ve
bedenden ayrılabilirler. Dolayısıyla ruh inancı bir tür iki tözcülük (substance
dualism) inancıdır: Ruhların kütlesi yoktur ve boşlukta yer kaplamazlar. Gene
bu görüşe göre ruhun işlevi zihinsel faaliyetleri yürütmektir: Duyular,
duygular, anılar, kişilik özellikleri, akıl yürütme ve karar almadan hep ruh
sorumludur. Beyindeki faaliyetler ruhu etkiliyor olabilir ama ruh beyin olmadan
da iş görebilir. Kişi öldüğü ve beyin çürüdüğü zaman ruh zihinsel faaliyete
devam eder. Mesela eski ölmüşlerle karşılaştığı zaman sevinç hissi duyabilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Geleneksel ruh anlayışı
dediğimizde bunu kastediyoruz. Bu anlamda bir ruh olmadığını düşünmek için ne
sebep var? En başta felsefi sebepler. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Felsefe<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İçebakışla bir zihnimiz,
kişisel tecrübelerimiz olduğunu fark edebiliriz. Ama içebakış bize bir ruhumuz
olduğunu gösteremez. Ruhun varlığını göstermek için felsefi argümanlar gerekir.
Bu tür argümanlar ileri süren en ünlü felsefecilerden biri René Descartes. Descartes
<i>Meditasyonlar</i> kitabında zihnin
bedenden ayrı var olabileceğini ve dolayısıyla ruhun var olduğunu savunmak amacıyla
birkaç argüman ileri sürmüştü. Bunlardan birine göre bir bedenimiz olduğundan
şüphe edebiliriz ama bir zihnimiz olduğundan şüphe edemeyiz. Ayrıca beyni
parçalara bölmek mümkündür ama zihin bölünmez bir bütündür. Şu halde zihin
bedenden ve beyinden ayrı bir varlığa sahip olmalıdır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
21. yüzyıldan geriye dönüp
baktığımızda bunların ne kadar zayıf argümanlar olduğunu hemen fark edebiliriz.
Mesela Muhammed Ali’nin boks şampiyonu olduğundan şüphe etmezken Cassius
Clay’in boks şampiyonu olduğundan şüphe edebiliriz. Bu Muhammed Ali'yle Cassius
Clay’in aynı kişi olduğu gerçeğini değiştirmez. Dolayısıyla “şüphe
edilebilirlik” nesneleri birbirinden ayrıştırmayı sağlayabilecek bir kriter
değildir. Ayrıca bugün bilişsel bilimlerdeki ve beyin bilimlerindeki
gelişmelerden hareketle zihnin bölünmez bir bütün olmadığını da biliyoruz: Beynin değişik kısımlarının hasar görmesi bazı özel zihinsel fonksiyonlarda
aksamaya yol açabiliyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ruhun varlığını savunan
argümanların zayıf kalmasının yanında ruhun var olamayacağını göstermeye
yönelik güçlü argümanlar da var. Bunların başında ruhun bedenle ve beyinle
nasıl bir nedensel ilişkisi olduğunun açıklanmasıyla ilgili güçlükler geliyor.
Mesela ruhum karar veriyor ve kolumu kaldırıyorum. Neden başkasının değil de
benim kolum kalkıyor? Ruhumu başkasının değil de benim bedenimle ilişkilendiren
şey nedir? Benim ruhumun benim bedenime başkalarınınkinden daha yakın olması
bir cevap olamaz çünkü geleneksel anlayışta ruhun uzayda bir yeri yoktur. Ruhu bir
şekilde beyinle yakın ilişki içinde olacak şekilde konumlandırsak bile fiziksel
olmayan bir varlığın fiziksel beyinle nasıl etkileşime girebildiği
Descartes’tan beri cevaplanamayan bir soru. Bu tür bir nedensel etkileşimin
fiziksel dünyadaki enerjinin korunumu kanununu ihlal edecek olması da cabası.
(Kuantum teorisini kullanarak bu güçlükleri aşmaya çalışmanın neden beyhude bir
çaba olduğunu anlatan bir makale için bak: <a href="http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0278262613001711"><b>Neuroscience, quantum indeterminism and the Cartesian soul</b></a>)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p> </div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Bilim<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bilimsel verilere
baktığımızda benzer bir durumla karşılaşıyoruz: Ruha atfedilen fonksiyonların
hepsi aslında beynin yürüttüğü fonksiyonlar ve dolayısıyla ruh kavramının açıklayıcı bir değeri yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Nöropsikolojideki en ünlü
vakalardan biri 19. yüzyıl demiryolu işçisi Phineas Gage vakası. 1848’deki bir
kazada fırlayan bir demir çubuk Gage’in yanağından girip kafasının tepesinden
çıkmış, beyninin prefrontal korteks kısmını parçalamıştı. Gage kaza sonrası
hayatta kalmayı başardı ama kişiliği tamamen değişti. Kibar, saygın ve
sorumluluk sahibi biriyken küfürbaz, saldırgan ve dürtüsel bir insana dönüştü.
Bu vaka bize ahlaki değerlerin ve kişilik özelliklerinin bile beyinden
kaynaklandığını gösteriyor. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Aslında çok daha basit
örnekler bile ruh hipotezi için sorun yaratıcı niteliğe sahip. Mesela vücut dışı
tecrübelerde insanlar vücutlarını (ve dolayısıyla beyinlerini) aşağıda bırakıp sadece
ruhları sayesinde kendilerine yukarıdan baktıklarını iddia ediyorlar. Oysa biliyoruz
ki görme korteksi hasar gördüğü zaman insan kör oluyor. Hasar görmüş bir
beyinle (ama sağlam bir ruhla) bile görmek imkansız hale gelebiliyorsa beyinsiz
görmek nasıl mümkün olabilir? (Ayrıca bak: <a href="http://www.skeptic.com/eskeptic/13-03-20/#feature"><b>What Science Really Says About the Soul</b></a>)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p> </div>
<div class="MsoNormal">
Bu örnekler insanın
zihinsel faaliyetlerini açıklamak için ruh hipotezine ihtiyacımız olmadığını
gösteriyor. Ama ruha ihtiyacımız yok demek ruh yoktur demekle aynı şey değil. Beyin
hasar gördüğünde kendini gösteremese bile ruh hala oralarda bir yerde saklı
duruyor olamaz mı? Ruh işini görmek için beyni araç olarak kullanan ve aracı
bozulduğunda doğal olarak işini göremeyen bir varlık olamaz mı? Olabilir tabii.
Bu dünyada mümkün olabilecek şeylerin sınırı yok. Ama bu fikri bilimsel açıdan
ciddiye almak için bir sebep yok. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Din<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Günümüzde geçerli olan
dinsel görüşlerin tarihsel kökenini bilmeyenlere şaşırtıcı gelebilir ama bu
yazıda ele aldığımız anlamıyla ruh kavramı tek tanrılı dinlerin kutsal
metinlerinde de yer almaz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Tevrat’ta “ruah” ve “nefeş”
diye geçen ve genellikle ruh diye çevrilen kelimelerin asıl anlamı nefes veya
hayattır. Tevrat’ta ölümsüz ruh anlayışı olmadığı gibi ölümden sonra hayat,
cennet, cehennem gibi kavramlar da yoktur. Günümüzde de birçok Yahudi bu
kavramlara inanmaz. (Bak: <a href="http://www.jewishencyclopedia.com/articles/8092-immortality-of-the-soul"><b>Immortality of the Soul</b></a>)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p> </div>
<div class="MsoNormal">
Ölümsüz ruh Yeni Ahit’te
de geçmez. İncillerde vurgulanan İsa’nın öldükten sonra dirildiği, insanların
da sonunda dirileceğidir. Vücut öldükten sonra da yaşamaya devam eden ruh anlayışı
Hıristiyanlığa 2. yüzyıldan sonra Yunan felsefesinin etkisiyle girmiştir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Aynı şekilde ölümsüz ruh anlayışı
Kuran’da da yoktur. Kuran’da geçen “ruh” kelimesi insan ruhu değil Allah’a ait
kozmik bir ruh (vahiy veya Cebrail) anlamında kullanılır. İnsana ait olan “nefs”tir.
Bu da can, öz, vicdan, benlik veya insanın kendisi anlamlarında kullanılır. Nefsin bedenden
ayrı var olabileceğini veya ölümsüz olduğunu açıkça söyleyen hiçbir ayet
yoktur. Buna rağmen birkaç ayet geleneksel olarak bu anlamı verecek şekilde
yorumlanır. Bunlardan ikisine kısaca bakalım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Zumer suresinin 42. ayeti
şöyle der: “Allah ölüm anında nefsleri öldürür. Ölmeyenleri de uykusunda. Böylece
ölümüne hükmettiklerini tutar, diğerlerini belirlenmiş bir zamana kadar
bırakır. Bunda muhakkak düşünen bir kavim için işaretler vardır.”<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kelimesi kelimesine
yapılan tercümeden anlam çıkarmak zor olmakla beraber buna geleneksel olarak
verilen anlam şudur: Ölüm anında da, uyku sırasında da Allah insandan nefsini
(ruhunu) alıyor. İnsanın ölüm vakti gerçekten gelmişse nefsi geri vermiyor,
sadece uykuya dalmışsa uykunun sonunda geri veriyor. Buradan nefsin vücut
dışında da var olabilecek bir varlık olduğu anlamı çıkabilir. Fakat ayette nefsin
bilinç anlamında kullanıldığı ve Allah’ın mecazi olarak alıp geri verdiği de
pekala düşünülebilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Araf suresinin 172. ayeti
şöyle der: “Ve Rabbin Ademoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini
aldığı zaman onları nefslerine şahit tuttu: “Rabbiniz değil miyim?” “Evet,
şahit olduk” dediler. Kıyamet günü “biz bundan habersizdik” demenize karşı.”<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Çok değişik şekillerde
yorumlanmış bu ayetin sık rastlanan bir yorumu şudur: Daha insanlar
yaratılmadan nefsleri (ruhları) yaratılmıştı. Bu ezeli ruhlar meclisinde Allah
onlardan kendisini rab olarak tanıyacaklarına dair söz alır. Bu gene ruhun
vücut dışında var olabileceği anlamına gelir. Fakat burada da farklı yorumlar
mümkün. Birincisi, ayet zaten vücuttan soyutlanmış ruhlardan değil
Ademoğullarından, yani bildiğimiz insanlardan bahsediyor. Nefsine şahit tutmak
da insanı kendi sözüne karşı şahit tutmak diye düşünülebilir. Zaten insanın
vücudundan önce ruhunun yaratıldığı fikri Kuran’ın başka hiçbir yerinde geçmez.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sonuç olarak Kuran’da da
Tevrat’ta ve İncillerde olduğu gibi vücuttan ayrı var olabilen bir ruh anlayışı
olmadığını söyleyebiliriz: İnsan nefsiyle beraber ölür ve sonra nefsiyle
beraber dirilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Sonuç<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gördüğümüz gibi ruhun
varlığına inanmak için ne felsefi, ne bilimsel ne de dinsel bir sebep var. Şaşırtıcı
ama öyle: Ruhunuz yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynak<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://journals.cambridge.org/action/displayAbstract?fromPage=online&aid=9001777">Johnson, D. K. (2013). Do souls exist? <i>Think, 12</i>, 61-75.</a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgI_f6NTKwaj38ZyV_KpUpVvID4ZaRREAU5rB3N4Zu1W_5Z8p0dNEO3vn3Gjv9N8TH4zgSCDtzo9LjKUGu7Sgyn83_pNy5ykyLIl_hCPmBpia8YxllDvBgGfgFhQipv904fBIGQoYr7app4/s1600/Ruh.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgI_f6NTKwaj38ZyV_KpUpVvID4ZaRREAU5rB3N4Zu1W_5Z8p0dNEO3vn3Gjv9N8TH4zgSCDtzo9LjKUGu7Sgyn83_pNy5ykyLIl_hCPmBpia8YxllDvBgGfgFhQipv904fBIGQoYr7app4/s1600/Ruh.jpg" height="224" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p><br /></o:p></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-73525224760319141952013-09-03T20:09:00.000+03:002013-09-06T22:52:36.813+03:00Tasarım Argümanı Üzerine 3: Doğa Olaylarının Teist Açıklamaları<br />
<div class="MsoNormal">
19. yüzyıldan itibaren
bilimler açıkça veya örtülü olarak metodolojik doğalcılığı benimsedi. Yani
doğal olayların açıklanmasında doğal sebeplerin ve mekanizmaların dışına çıkılmasının
gerekmediği, şu anda olmasa bile herşeyin eninde sonunda doğal bir
açıklamasının verilebileceği prensibi kabul edildi. Bu bilim adamlarının dine
inanmaktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Fakat bilimde dinsel/doğaüstü/teist
açıklamalara yer olmadığının kabulü anlamına geliyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu durum değişebilir mi?
Tasarım argümanının iddia ettiği gibi doğa olayları için teist açıklamaların
gerekli olabileceği fikri yeniden bilimsel saygınlık kazanabilir mi? Tanrı’yı
işin içine sokan bir açıklama iyi bir açıklama sayılabilir mi? Dizinin bu son
yazısında bu soruyu ele alacağız. Vereceğimiz cevap şu olacak: Prensipte evet
fakat bunun fiilen gerçekleşmesi çok zor. Cevap verme sürecinde temel
alacağımız kaynak Gregory Dawes’un 2009 basımı <i>Theism and Explanation</i> kitabı olacak.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Potansiyel Teist Açıklamalar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dawes’a göre potansiyel
bir açıklama abdüktif çıkarımın ikinci öncülü olabilen açıklamadır:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Beklenmedik bir gözlem (G) yapıldı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Hipotez (H) doğruysa G beklenir hale gelir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Şu halde H’nın doğru olabileceğini düşünmek için sebep
vardır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
H’nın yerine teist bir
açıklama koyabilirsek elimizde potansiyel bir teist açıklama var demektir. Bir
açıklamayı sadece potansiyel değil aynı zamanda başarılı bir açıklama
sayabilmemiz için ise açıklamanın gerçekten doğru olduğunu düşünüyor olmamız
gerekir. Bunu düşünmek için gereken şartları birazdan göreceğiz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Teist açıklamaların üç
özelliği var: Bunlar teorik açıklamalardır (doğrudan gözlenemeyecek bir varlık
ileri sürerler); niyetsel açıklamalardır (tanrısal bir niyet ileri sürerler) ve
nedensel açıklamalardır (bu niyetle doğal bir olay/durum arasında nedensel bir
ilişki ileri sürerler). <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu özellikler teist
açıklamaların potansiyel açıklama bile sayılamamasına, doğrudan devre dışı
bırakılmasına gerekçe oluşturur mu? Birinci özelliği
ele alırsak, doğrudan gözlenemeyecek varlıklar (kuarklar, yerçekimi alanları,
vs.) fiziksel açıklamalarda da kullanılır. Dolayısıyla teist açıklamaların bu
anlamda teorik olması onları otomatik olarak başarısız saymak için yeterli bir
sebep değildir. Niyetsel (intentional) açıklamalar tarih ve antropoloji gibi
insan bilimlerinde de kullanılır. Dolayısıyla teist açıklamaların bu özelliği
de onları otomatik olarak saf dışı bırakmaya yetmez. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Burada Tanrı kavramının
tutarlılığına ve Tanrısal niyetin bir neden sayılabileceği fikrine itiraz
edilebilir. Geleneksel teolojide Tanrı’ya atfedilen sıfatların (herşeyi bilme, herşeye
gücü yetme, ahlaken kusursuz olma, vs.) tutarlı bir bütün oluşturmadığını
düşünen felsefeciler var (mesela Howson, 2011). Fakat burada konuya din
felsefesi açısından değil bilim felsefesi açısından baktığımız için bu sorunun
çözülebileceğini varsayarak yolumuza devam edelim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mucize yaratabilen bir
varlığın niyetleri bir açıklama teşkil edebilir mi? Dawes’a göre rasyonellik
prensibini yerine getiriyorsa edebilir: Tanrı’nın amacına ulaşmasını sağlayacak
en rasyonel/optimal yol nedir? Cevap gözlediğimiz doğa olayıysa önerilen
açıklama en azından potansiyel bir açıklamadır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Teist açıklamalar için
asıl sorun olabilecek husus Tanrı’ya atfedilen niyetin çoğunlukla doğrudan ve
sadece açıklanmak istenen doğal olayla ilgili olması. Mesela depremde bir ev
hariç hepsi yıkıldıysa ve bunu açıklamak için geliştirilen teist açıklama
“Tanrı o ev hariç hepsinin yıkılmasını istedi” şeklindeyse buna potansiyel bir
açıklama bile diyemeyiz. Açıklamanın “Neden Tanrı özel olarak bunu istedi?”
sorusuna cevap verebilecek daha genel bir tanrısal amaç içermesi gerekir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Başarılı Teist Açıklamalar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sadece potansiyel değil
aynı zamanda başarılı bir açıklama olabilmesi ve kabul edilebilmesi için önerilen teist açıklamanın
eldeki gözlemin en iyi açıklaması olduğunun gösterilmesi gerekir:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Beklenmedik bir gözlem (G) yapıldı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Hipotez (H) doğruysa G beklenir hale gelir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Başka hiçbir hipotez G’yi H kadar iyi açıklamaz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Şu halde H’yı kabul etmek makuldür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bunu yapabilmek için teist
açıklamanın bir takım özelliklere sahip olması gerekir. Burada bunlardan altısını
ele alacağız:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
1. Test edilebilirlik<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
2. Var olan bilgilerle
uyumluluk<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
3. Geçmişteki açıklama
başarısı<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
4. Basitlik<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
5. Ontolojik tutumluluk<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
6. Bilgi vericilik<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
1. Kabul edilebilmeleri
için teorilerin testlerden başarıyla geçmiş olmaları gerekir. Bunun için de
öncelikle test edilebilir olmaları gerekir. Test edilebilir bir teori
açıklamaya çalıştığı gözlemlerin dışında öngörüler yapabilen bir teoridir.
Mesela depremde neden bir ev hariç bütün evlerin yıkıldığıyla ilgili bir
açıklama geliştirmek istiyorsak bu açıklamanın o evin neden yıkılmadığının
dışında bazı öngörülerde de bulunması gerekir. Bu şekilde öngörülerin doğru
çıkıp çıkmadığına bakarak açıklamayı test ederiz. Hiçbir öngörüde bulunmayan
bir açıklamanın ampirik içeriği yoktur, yani boştur; başarılı bir açıklama
değildir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Deprem örneğiyle ilgili
test edilebilir bir teist açıklama geliştirmeye çalışıyoruz diyelim. Daha önce
bahsettiğimiz gibi böyle bir açıklama Tanrı’nın bir amacına/niyetine atıfta bulunan, bu
amacın gerçekleştirilmesinin en optimal/rasyonel yolunun gözlenen olayın ortaya
çıkması olduğunu iddia eden bir açıklamadır. Neden bir ev dışında bütün evlerin
yıkıldığının açıklaması olarak “Çünkü Tanrı sadece o evin yıkılmasını istemedi”
dersek test edilebilir bir açıklama sunmuş olmayız. Zira bu, açıklamaya
çalıştığı şey dışında hiçbir öngörüde bulunmayan bir açıklamadır. Fakat “Tanrı'nın cinsel ahlaksızlığı cezalandırmak gibi bir amacı vardır ve o ev dışındaki bütün
evler cinsel ahlaksızlık yuvasıydı” dersek açıklama test edilebilir hale gelmiş
olur. Zira ortada artık genel bir amaç vardır ve buradan Tanrı’nın neler
yapacağıyla ilgili başka öngörüler çıkarsanabilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dolayısıyla test
edilebilir teist açıklamalar geliştirebilir. Fakat sorun teistlerin genellikle
bu tür açıklamalar geliştirmek, bunlardan test edilebilir öngörüler çıkarsamak,
bunları gerçekten test edip doğru çıktıklarını göstermekle uğraşmamaları. Yani
prensipte mümkün olsa da pratikte teist açıklamalar genellikle test edilebilir
olmuyorlar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
2. Başarılı bir
açıklamadan bekleyeceğimiz bir diğer özellik açıklamanın önerdiği mekanizmanın
dünya hakkında bildiğimiz diğer şeylerle uyumlu olması. Burada teist açıklamaların
ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğunu hemen görebiliriz: Maddi olmayan bir
varlığın niyetlerinin olması ve bu niyetlerin maddi dünya üzerinde doğrudan
etkide bulunması günlük hayatta ve bilimde aşina olduğumuz mekanizmaların
hiçbirine benzemiyor. Hatta bu, teist anlayışın dışına çıkıldığında tasavvur
edilmesi bile zor bir kavram.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
3. Diğer bir özellik
geçmişteki açıklama başarısı. Hipotezin parçası olduğu araştırma programı daha
önce birçok doğal gözlemi başarıyla bir araya getirmişse o programdan
çıkarsanacak hipoteze test sonucundan bağımsız olarak daha çok güveniriz.
Burada teist açıklamalar gene ciddi bir sorunla karşılaşıyor çünkü son 200
yılda bilimde doğalcı araştırma programının çok başarılı olduğunu, teist
açıklamaların çoğu kere gereksiz olduğunu gösterdiğini biliyoruz. Dolayısıyla
önerilen yeni bir teist açıklamaya bilim camiası kuşkuyla yaklaşacaktır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
4. Basitlik bilimsel
açıklamalarda genellikle aranan ama tanımlanması zor olan bir kavram. Burada
Paul Thagard’dan (1978) yola çıkarak basitliği, bir teorinin açıklama
yapabilmesi için ihtiyacı olan yardımcı hipotezlerin sayısı olarak
tanımlayacağız. Açıklama için teoriye ek olarak ne kadar az yardımcı hipotez
uydurmamız gerekiyorsa açıklama o kadar basit demektir. Teoriyi yanlışlanmaktan
kurtarmak için arka arkaya yardımcı hipotezler eklenmesi gerekiyorsa teorinin
ampirik içeriği ve test edilebilirliği azalıyor demektir. Yani bu anlamda
karmaşık bir teorinin yanlışlanabilirliği daha düşüktür. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dünyayla ilgili çok
hassas tahminler yapmadığı ve yapmaya da çalışmadığı için teist açıklamalar
genellikle çok karmaşık olmuyorlar. Fakat özel bir konuda, kötülüğün varlığının
açıklanması konusunda, teist açıklamalar yanlışlanmaktan korunmak için gayet
karmaşık hale gelebiliyor. Bu yüzden teist açıklamaların bu bakımdan da
istenen düzeyde olmadığını söyleyebiliriz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
5. “Ontolojik tutumluluk”
bazan basitlikten veya Ockham’ın usturasından bahsettiğimizde anlaşılan şeyle
aynı. Yani açıklamanın kaç değişik tür varlık ileri sürdüğü. Gerekmedikçe ileri
sürülen varlıkların sayısını arttırmamak bilimde arzu edilir bir şey. Bunun “var olan
bilgilerle uyumluluk” prensibiyle ilişkili olduğu kolayca görülebilir:
Bilmediğimiz türden varlıklar önermesi bir teori için kuşku verici bir özellik.
Teist açıklamaların bu bakımdan da başarılı oldukları söylenemez.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
6. Son olarak, bir
açıklamanın bilgi verici olmasını, yani gözlenen olayın tam olarak nasıl ortaya
çıktığını ayrıntılarıyla ortaya koymasını bekleriz. Doğa bilimlerini bu kadar
değerli kılan şey çok hassas nicel öngörüler yapabilmeleri. Ama teist
açıklamaları doğa bilimleriyle değil, günlük hayattaki veya insan bilimlerindeki
açıklamalarla karşılaştırmak daha doğru olur. Zira niyetlere dayalı
açıklamaları daha çok bu alanlarda kullanıyoruz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Buradaki asıl sorun
Tanrı’nın gizemli bir varlık olması. İnanç, istek, niyet gibi zihinsel durumlar
ve konuşma, affetme, yöneltme gibi davranışlar Tanrı’ya ne anlamda
atfedilebilir? Bildiğimiz kadarıyla bu tür zihinsel durumlar ve davranışlar ancak
gelişmiş beyne sahip varlıklarda olabiliyor. Tanrı’nın beyninden
bahsedemeyeceğimize göre bu durumları Tanrı’ya ancak mecazi olarak
atfedebiliriz. Mecazi zihinsel durumlardan ve davranışlardan hareketle
ayrıntılı açıklamalar ortaya koymak ise çok zor. Kriter olarak önümüze günlük
hayattaki açıklamaları alsak bile. Bundan dolayı teist açıklamalar gerçek
anlamda bir açıklama sunmaktan ve hassas öngörülerde bulunmaktan çok, var olanı
içine alma amacı güdüyorlar. Yani hiçbir öngörüde bulunmadan muğlak bir
mekanizmayla var olan herşeyi açıklamaya çalışıyorlar. Bu da başarılı bir
açıklamada olmasını kesinlikle istemediğimiz bir özellik.<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=1484872129400273491" name="_GoBack"></a><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Sonuç<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Birçok teist açıklama
optimallik şartını sağlamadığı için potansiyel bir açıklama bile değil.
Potansiyel açıklamalar da istenen özelliklere sahip olmadığı için başarılı
açıklamalar değil. Diğer bir deyişle şu ana kadar ileri sürülen teist
açıklamalar hiçbir şeyin en iyi açıklaması değil. Fakat bu analiz aynı zamanda
bir teist açıklamanın ileride başarılı bir açıklama sayılma olasılığının sıfır
olmadığı anlamına da geliyor. Yani bir açıklama sırf Tanrı’nın niyetlerini işin
içine soktuğu gerekçesiyle peşinen reddedilemez. Başarılı bir açıklama
olmadığının özel olarak gösterilmesi gerekir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Diğer taraftan bu analiz
doğal açıklamaları tercih etmemiz, henüz elimizde olmasa bile doğal olayların
doğal açıklamalarını bulmaya çalışmamız gerektiği anlamına da geliyor. Teizm henüz
modern bilimin metodolojik doğalcılık prensibini tehdit edebilecek güce sahip
değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Dawes, G.
W. (2009). <i>Theism and explanation</i>. New
York: Routledge.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Howson, C.
(2011). <i>Objecting to God</i>. Cambridge: Cambridge
University Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Thagard, P.
(1978). The best explanation: Criteria for theory choice. <i>Journal of <o:p></o:p></i></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<i><span lang="EN-US"> Philosophy,
75</span></i><span lang="EN-US">, 76-92.<i><o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHrLRFoC3tcPgjyv6jWNvSYmeRJSn6u-4JcEox0ZruFCbHwP6wgRsu08YreQwNwslN2iOynblcLAg60Ohh1ThW54SJdtKxPzp4W3NpLc6oGQqTVke64UcWCrvUazK_D-jR4Ai75aSHCqBE/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHrLRFoC3tcPgjyv6jWNvSYmeRJSn6u-4JcEox0ZruFCbHwP6wgRsu08YreQwNwslN2iOynblcLAg60Ohh1ThW54SJdtKxPzp4W3NpLc6oGQqTVke64UcWCrvUazK_D-jR4Ai75aSHCqBE/s200/images.jpg" width="196" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US"><br /></span></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-89915410402244599582013-08-29T13:35:00.000+03:002013-12-26T00:34:06.653+02:00Tasarım Argümanı Üzerine 2: Hayatın Ortaya Çıkışı<br />
<div class="MsoNormal">
Bir önceki yazıda organik
tasarım argümanının mantıksal yapısı itibarıyla karşılaştığı güçlüklerden
bahsettik. Bunları üç başlık halinde özetleyebiliriz:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
1. Yaptığımız gözlemlerin
tasarım açıklamasından hareketle yüksek olasılığa sahip olduğunu söyleyebilmek
için tasarımcının niyetleriyle ilgili bağımsız bilgiye sahip olmamız gerekir
(ve sahip değiliz).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
2. Yaptığımız gözlemler tasarım
açıklamasından hareketle yüksek olasılığa sahip olsa bile tasarım açıklaması
şans açıklamasından daha yüksek olasılığa sahiptir diyemeyiz (Bayes kuralı
gereği).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
3. Tasarım açıklaması
şans açıklamasından daha yüksek olasılığa sahip olsa bile ortada hiç hesaba
katılmayan üçüncü bir açıklama var (doğal seçilim).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Tasarım savunucuları için
bu güçlüklerden bir miktar sıyrılabilen ve organik tasarım argümanına en sağlam
malzeme sağlayan örnek hayatın ortaya çıkışı. Doğal seçilim kendi kendini
kopyalayabilen moleküllerin ortaya çıkışından (ve dolayısıyla hayatın
başlangıcından) sonra başladığı için hayatın ortaya çıkışını açıklamakta
kullanılamaz. Ayrıca hayatın başlangıcı o kadar karmaşık yapıların var olmasını
gerektirir ki bunların tesadüf eseri ortaya çıkma olasılığı neredeyse sıfırdır.
Dolayısıyla tasarım savunucularına göre hayatın başka yönleri olmasa bile ilk
ortaya çıkışı akıllı bir tasarımcının varlığını gerektirir. Bu yazıda hayatın
ortaya çıkışıyla ilgili en yeni bilimsel görüşleri özetledikten sonra bu türden
bir tasarım iddiasını özel olarak ele alacağız.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Hayatın Ortaya Çıkışıyla İlgili Görüşler<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIUDfWLWL8moydeUBPdhbQRILFuu14YqQTBh-uFltp0tGgA4Rac2IBw4RfUITwgfOQC1E3i7UepRjN9iWOMMo8hysr5ZrmUW4wKfl8trTcr0lb0tJ58gHD_Icq76VGf4L4reogGP9XOB27/s1600/centralDogma.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="112" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIUDfWLWL8moydeUBPdhbQRILFuu14YqQTBh-uFltp0tGgA4Rac2IBw4RfUITwgfOQC1E3i7UepRjN9iWOMMo8hysr5ZrmUW4wKfl8trTcr0lb0tJ58gHD_Icq76VGf4L4reogGP9XOB27/s200/centralDogma.jpg" width="200" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">DNA, RNA, protein</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
Bugün en basit canlı
hücrede bile, inşa ettiğimiz en karmaşık makinadakinden daha karmaşık metabolik
faaliyetler yürütülüyor. Bu mekanizmanın işlemesini sağlayanlar enzim dediğimiz
protein temelli katalizörler. Proteinler olmadan bugün bildiğimiz türden hayat
mümkün değil. Proteinlerin yapı taşları olan amino asitlerin doğada kendi
kendine ortaya çıkabileceği 1950’lerde gösterilmişti. Fakat amino asitlerin
peptit bağlarıyla birleşerek kendi kendine proteinleri oluşturması mümkün görünmüyor.
Bugün hücre içinde amino asitlerden protein sentezlenmesi işini nükleik asitler
(proteinlerin kodlarını taşıyan DNA ve RNA) yürütüyor. Fakat protein sentezi
için enzimlerin yardımı gerekiyor ve enzimlerin kendisi de protein. Dolayısıyla
proteinlerin sentezlenmesi için nükleik asitlere, nükleik asitlerin işlerini
yapabilmesi için de proteinlere ihtiyaç var. Bir tür tavuk-yumurta problemiyle
karşı karşıyayız. Proteinlerin ve nükleik asitlerin hayatın başlangıcında aynı
anda ortaya çıkmış olması inanılamayacak kadar büyük bir tesadüf olacağı için
biyokimyacılar iki görüşten birinin doğru olduğunu düşünüyorlar: Ya önce proteinlere
ihtiyaç duymayan genetik bilgi kodlayıcı ve kopyalayıcı moleküller ortaya çıktı
(“önce genetik bilgi” görüşü), ya da genetik bilgiye ihtiyaç duymadan
metabolizma faaliyeti yürütebilen protein benzeri katalizörler ortaya çıktı
(“önce metabolizma” görüşü). Her bir görüşle ilgili son yıllardaki gelişmeleri
kısaca özetleyelim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3MOlzNAKmz1dQBFrhg5HRC0Aj-qpnf42BUi7LyDsifW0K_0eI6Dey_Gh34JAhNKHHWRtm6DtdFHYd8qmlWLrzXTunNl9Xemj2lGFmlVUnYYDdQcdUhXPwJ5bN_anJKUdSnta_04OqwMeB/s1600/ribozim.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3MOlzNAKmz1dQBFrhg5HRC0Aj-qpnf42BUi7LyDsifW0K_0eI6Dey_Gh34JAhNKHHWRtm6DtdFHYd8qmlWLrzXTunNl9Xemj2lGFmlVUnYYDdQcdUhXPwJ5bN_anJKUdSnta_04OqwMeB/s200/ribozim.jpg" width="200" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Ribozim</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
Birinci görüşün
popülerlik kazanmasına neden olan olay 1980’lerde katalizör olarak (yani
proteinler gibi) iş görebilen RNA moleküllerinin (ribozimlerin) keşfedilmesiydi.
Bu moleküller hem genetik bilgiyi taşıyabiliyor hem de bu bilginin eşlenmesini
(replikasyon) katalizleyebiliyordu. Bu keşif hayatın ilk aşaması olarak “RNA
dünyası” hipotezinin ortaya çıkmasına yol açtı. Buna göre DNA’nın ve
proteinlerin evriminden önce RNA hem DNA’nın hem de proteinlerin işlevini
yerine getiriyordu. Bu durumda açıklanması gereken şey RNA’nın basit organik
moleküllerden nasıl kendi kendine ortaya çıkabileceğiydi. Son yıllarda James
Ferris ve <b><a href="http://exploringorigins.org/">Jack Szostak</a></b> gibi araştırmacılar killerin yardımıyla ve başka bazı
yollarla RNA’nın yapı taşları olan ribonükleotitlerin nasıl bir araya gelip kısa
RNA zincirlerini oluşturmuş olabileceğini gösterdi. Bir sonraki adım
ribonükleotitlerin nasıl ortaya çıktığının açıklanmasıydı. Bunun henüz herkesin
kabul ettiği bir çözümü olmasa da bu konuda da son zamanlarda (özellikle John
Sutherland’in araştırmalarından hareketle) ilerleme kaydedildiği söylenebilir (<b><a href="http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=origin-of-life-on-earth">Ricardo & Szostak, 2009</a></b>).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8aREY-JdTGLqs8WkbPQZUpa6HJlWGfP4zLZUYv1gF-DXbs-AYTciGmsBhW3thIZORhdzDbDda1X-4-9JzQX6p6fcvkPkEIBaQaPffdf-N81zocYaERGmTw2rQINpRq8FrR4Cy0pqq6qjl/s1600/protocell.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8aREY-JdTGLqs8WkbPQZUpa6HJlWGfP4zLZUYv1gF-DXbs-AYTciGmsBhW3thIZORhdzDbDda1X-4-9JzQX6p6fcvkPkEIBaQaPffdf-N81zocYaERGmTw2rQINpRq8FrR4Cy0pqq6qjl/s200/protocell.jpg" width="200" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Basit hücre</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
Alternatif görüş,
üremeden önce metabolizma faaliyetinin ve dolayısıyla protein işlevi gören
moleküllerin ortaya çıktığı hipotezi. Biyokimyacılar arasında bunun azınlık görüşü
olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre hayatın ortaya çıkışı kendi kopyasını
katalizleyebilen metabolik ağların ortaya çıkışına denk gelir. Bu ilk aşamada
ortada bir genetik mekanizma yoktu. Bu metabolik yapılar bugün bildiğimiz
proteinler kadar karmaşık değildi elbette ama proteinler gibi metabolik faaliyetler
yürütüyorlardı. Bu görüşün karşılaştığı güçlük bugüne kadar laboratuvarda bu
tür bir metabolik döngünün üretilememiş olması. Bir ihtimal bu ilk döngü bugünkü
ters sitrik asit döngüsüne benziyordu. Bugün bu döngüde mikroorganizmalar
organik molekülleri sentezlerken katalizör olarak protein enzimlerini
kullanıyorlar. Harold Morowitz’e göre başlangıçta katalizör görevini proteinler
yerine doğada bol bulunan sülfit mineralleri yürütmüş olabilir (<b><a href="http://www.jstor.org/stable/10.1525/bio.2010.60.9.3">Phillips, 2010</a></b>;
daha ayrıntılı bilgi için <i>Philosophical
Transactions of the Royal Society B</i> dergisinin 2011’deki “<b><a href="http://rstb.royalsocietypublishing.org/content/366/1580.toc">The chemical origins of life and its early evolution</a></b>” konulu özel sayısına bakılabilir).</div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Bu anlatılanlardan sonra
“hayat tesadüfen ortaya çıkmış olamaz çünkü proteinlerin kendi kendine
oluşmasının olasılığı neredeyse sıfırdır” argümanının ne kadar yüzeysel ve
cahilce kaldığı görülebilir. Fakat bu argüman hala ileri sürülebiliyor. Hem de
sadece sıradan yaratılışçılar tarafından değil, aynı zamanda akademisyenler
tarafından. Yazının geri kalan kısmında felsefeci Caner Taslaman’ın, bir
<b><a href="http://www.canertaslaman.com/2011/12/tasarim-delili-bir-kur%E2%80%99an-delilinin-modern-bilimlerin-isiginda-degerlendirilmesi/">makalesinde </a></b>canlıların tasarım ürünü olduğunu göstermek amacıyla yaptığı
olasılık hesaplarını ele alacağız (ayrıca bak. <b><a href="http://www.canertaslaman.com/2013/05/evrenden-allaha/">Taslaman, 2013</a></b>).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Caner Taslaman’ın Olasılık Hesapları ve Diğer Hataları<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Proteinler yukarıda
belirttiğimiz gibi amino asitlerin peptit bağlarıyla birleşmesinden oluşur.
Doğada bulunan amino asitler sağ-elli veya sol-elli olabilir ama proteinleri
oluşturan amino asitler sadece sol-ellidir. Ve doğada yüzlerce değişik amino
asit olsa da protei<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=1484872129400273491" name="_GoBack"></a>nleri oluşturan amino asitler sadece
20 çeşittir. Taslaman 584 amino asitli orta büyüklükteki serum albümin
proteininin kendi kendine oluşmasının olasılığını şu üç adımda hesap ediyor:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
1. Tek bir amino asidin
sol-elli olma olasılığı ½ olduğuna göre serum albümindeki 584 amino asidin
tamamının sol-elli olma olasılığı ½ üzeri 584’tür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
2. İki amino asidin
birbirine başka bir bağla değil de peptit bağıyla bağlanma olasılığına ½ dersek
584 amino asidin tamamının birbirine peptit bağlarıyla bağlanma olasılığı ½
üzeri 583’tür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
3. Toplam 20 amino asit
olduğuna göre serum albümindeki her bir amino asidin doğru yerde olma olasılığı
1/20’dir. 584 amino asidin tamamının doğru yerde olma olasılığı ise 1/20 üzeri
584’tür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Serum albüminin kendi
kendine oluşma olasılığını hesaplamak için bu üç olasılığı çarpmamız gerekir.
Bunu yaptığımızda karşımıza 1/10 üzeri 1000’den bile küçük bir sayı çıkar. Buna
göre evrenin oluşumundan bu yana her saniye milyarlarca tesadüfi amino asit
bağı kurulmuş olsa bile bugüne kadar bir serum albümin molekülünün ortaya çıkma
olasılığı hala ihmal edilebilir düzeydedir. Bu hesaptan hareketle Taslaman
serum albüminin (ve diğer bütün proteinlerin) ancak hayatı ortaya çıkarma
niyetine sahip akıllı bir tasarımcı tarafından yaratılmış olabileceğini
söylüyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Argümanın matematik bilen
ama biyoloji bilmeyen birinin elinden çıktığını hemen fark edebiliyoruz. O
sonuca varmak için yapılan varsayımlardaki hataları birkaç başlık halinde ele
alacağız.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
1. Yukarıda anlattığımız
gibi hiçbir biyokimyacı hayatın ortaya çıkışının bir protein molekülünün kendi
kendine oluşmasıyla gerçekleştiğini düşünmüyor. Çoğunluk fikri olan “önce
genetik bilgi” görüşüne göre proteinler kendi kendini eşleyebilen moleküllerin
ve dolayısıyla evrimsel sürecin başlamasından çok sonra ortaya çıktı. Evrimsel
süreç bir kere başladıktan sonra proteinler de dahil olmak üzere çeşitli
işlevlere sahip çok karmaşık yapılar doğal seçilim yoluyla evrimleşebilir.
“Önce metabolizma” görüşünü savunanlar da ilk metabolik faaliyetlerin
proteinler tarafından değil çok daha basit katalizörler tarafından
yürütüldüğünü düşünüyorlar. Ne şekilde bakarsak bakalım Taslaman’ın ele aldığı
serum albümin evrimleşmiş bir proteindir ve kendi kendine ortaya çıkmasına
gerek yoktur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
2. Hayatın ortaya
çıkmasını sağlayanın protein benzeri ama daha basit bir katalizör olduğunu
varsayalım. Bunun kendi kendine ortaya çıkma olasılığı Taslaman’ın yaptığına benzer
bir şekilde hesaplanabilir mi? Cevap hayır. Hayat tek bir özel katalizörle
başlamış olsa bile bu, hayatın başlaması için o katalizörün varlığının zorunlu
olduğunu göstermez. Aynı işi görebilecek birçok (belki milyonlarca) değişik
katalizör mümkünken hayat tesadüfen o özel katalizörün ortaya çıkışıyla
başlamış olabilir. Dolayısıyla olasılık hesabı yaparken mümkün katalizörlerin
sayısını elde ettiğimiz değerle çarpmamız gerekir. Bu sayının ne olabileceği
hakkında fikrimizin olmaması bu tür hesaplamaların ne kadar güvenilmez
olduğunun da göstergesidir (<b><a href="http://link.springer.com/article/10.1007%2Fs10539-005-6860-1">Carrier, 2004</a></b>; ayrıca bak. <b><a href="http://richardcarrier.blogspot.com/2009/05/statistics-biogenesis_01.html">Statistics & Biogenesis</a></b>).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
3. Bir diğer temelsiz
varsayım ilk katalizörün uzunluğu (veya büyüklüğü) hakkında. Taslaman kendi
örneğinde 584 amino asitli serum albümini ele alıyor. Hayatın ortaya çıkmasını
sağlayan katalizör ise çok daha az amino asitten oluşuyor olabilir. David Lee
ve arkadaşları 1996’da 32 amino asitten oluşan ve kendi kendini eşleyebilen
peptitler üretmeyi başarmışlardı (<b><a href="http://www.nature.com/nature/journal/v382/n6591/abs/382525a0.html">Lee ve ark., 1996</a></b>). Protein denemeyecek kadar
kısa amino asit dizilerine peptit adı veriliyor. Kendi kendini eşleyebilen bir
peptidi özel kılan şey hem DNA/RNA işlevine hem de temel protein yapısına sahip
olması. Bu tür basit bir peptit bizi tavuk-yumurta probleminden kurtarabilir.
Kendi kendine ortaya çıkma olasılığı da serum albümine göre çok daha yüksektir.
Bu peptit hayatın ortaya çıkışı sorununu çözmüyor tabii. Fakat Taslaman’ın
yaptığına benzer olasılık hesaplarının ne kadar temelsiz varsayımlara dayandığını
gösteriyor: Hayatın ortaya çıkmasını sağlayacak katalizörün minimum uzunluğunu
bilmediğimiz sürece yapacağımız hesap güvenilmez olacaktır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
4. Taslaman her bir amino
asidin başka herhangi bir amino asitle bağ yapma olasılığının eşit olduğunu
varsayıyor. Oysa fiziksel ve kimyasal kısıtlamalar yüzünden bazı bağlar daha
yüksek olasılıklı olabilir. Ayrıca bazı bağlar diğerlerinden daha sağlam ve
kalıcı olabilir. Dolayısıyla tamamen tesadüfi bir şekilde çarpışan amino
asitler hiç tesadüfi gibi görünmeyen dizilim örüntüleri ortaya çıkarabilirler.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
5. Hayatın ortaya
çıkışının doğal açıklamasını vermek isteyenler proteinlerdeki amino asitlerin
eş-elli olmasının (homochirality) tesadüfen ortaya çıktığını varsaymak zorunda
değil. İlk canlı formlarında eş-ellilik yokken doğal seçilim sonucunda daha
kararlı oldukları için geriye sadece eş-elli proteinler kalmış olabilir. Veya
eş-ellilik canlı formlarının kendi kendilerini organize etmesi sonucu ortaya
çıkmış olabilir (bak. <b><a href="http://rstb.royalsocietypublishing.org/content/366/1580/2878.short">Blackmond, 2011</a></b>). Dolayısıyla proteinlerin eş-elliliği olasılık
hesaplarına Taslaman’ın yaptığı gibi katılamaz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Taslaman’ın makalesinde, alıntı yaptığı bilim adamlarının görüşlerini de çarpıttığını görüyoruz. Mesela
Steven Rose için şunu söylüyor:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 1.0cm; margin-right: 1.0cm; margin-top: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-size: 10.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Biyolog Steven
Rose, daha basit bir proteini amino asit dizilimleri açısından ele almakta ve
bu proteinin amino asit uzunluğunda 10 üzeri 300 olası form olabileceğini, bu
olası formlar gerçekten var olsalardı ağırlıklarının 10 üzeri 280 gram
olacağını; oysa evrendeki tüm maddenin tahmini ağırlığının 10 üzeri 55 gram
olduğunu söyler. Bu da belirli bir proteinin tesadüfen elde edilmesinin ne
kadar imkansız olduğunu gösterir. (sayfa 13)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 1.0cm; margin-right: 1.0cm; margin-top: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Buradan Steven Rose da
Taslaman’ın tasarımcının gerekliliği sonucuna katılıyor gibi bir anlam çıkıyor.
Oysa Rose ateist olduğu bilinen bir biyologdur. Böyle bir sonuca varıyor
olamaz. Nitekim Taslaman’ın referans verdiği Rose’un (1997) <i>Lifelines</i> kitabının 255. sayfasına baktığımızda
bambaşka bir sonuca ulaşıldığını görüyoruz. Rose mümkün olan onca organik
molekül ve reaksiyon içinde neden sadece çok küçük bir kısmının biyokimyasal
süreçlerde yer aldığını merak ediyor. Yukarıdaki tür hesaplamalardan hareketle
yaratılışçıların ve evrim karşıtlarının hayatın tesadüfen ortaya çıkmasının
imkansız olduğu sonucuna vardığını söylüyor. Oysa Rose’a göre biyokimyasal
süreçlerin tamamen tesadüf eseri ortaya çıktığını zaten kimse iddia etmiyor.
Mümkün olan süreçlerin sadece çok küçük bir kısmı fiilen ortaya çıkıyorsa bu
bir takım fiziksel ve kimyasal kısıtlamalar yüzündendir. İlgili kısmın başlığı
bile bu fikri açıkça belli ediyor: “Şans mı Zorunluluk mu?” Rose’un
yaratılışçılık karşıtı bir argümanını bir yaratılışçının alıntılayıp kendi
görüşüne destek olarak kullanmaya çalışması gerçekten çok ironik. (Benzer
şekilde Taslaman ateist fizikçi Roger Penrose’un yaptığı bir hesaplamayı da
Penrose bir yaratıcının varlığına inanıyormuş izlenimi verecek şekilde sunuyor;
sayfa 10.)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İlginç bir şekilde
Taslaman doğal seçilim denen sürecin ne olduğunu da anlamamış görünüyor. Doğal
seçilimin var olduğunu kabul ettiğini söylüyor. Ama bunun için verdiği örnekler
hastalık veya avlanma yüzünden bazı hayvan türlerinin yok olması (sayfa 16).
Buna biyolojide doğal seçilim değil soy tükenmesi denir. Doğal seçilim bir yapı
veya işlevin, üreme başarısını arttırdığı için, sonraki kuşaklarda popülasyon
içindeki sıklığının artmasıdır. Taslaman ise doğal seçilimi popülasyondan
elenip gitmek olarak anlıyor. En temel kavramlardaki cahillik bu derece derin
olunca makaledeki ana argümanın zayıflığına da şaşmamak gerek.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Sonuç<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Taslaman (2013) doğaüstünü
peşinen reddeden, teist yaklaşımı destekleyen (tasarım delili dahil) bunca veri
varken bunları görmezden gelen ateist-natüralist bilim adamlarının tavrından
şikayet ediyor. Doğrudur, teist açıklamalar otomatik olarak bilimin dışına
atılamaz (bak. <b><a href="http://insandogasi.blogspot.com/2011/08/akll-tasarm-nasl-elestirmemeli.html">Akıllı Tasarımı Nasıl Eleştirmemeli</a></b>). Fakat teistlerin de
ciddiye alınmak için bundan çok daha güçlü argümanlarla ortaya çıkmaları
gerekiyor. Nasıl bir teist argümanın başarılı bir açıklama sayılabileceği
konusunu dizinin bundan sonraki yazısında ele alacağız.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: left;">
Blackmond, D. G. (2011). The
origin of biological homochirality. <i>Philosophical
Transactions <o:p></o:p></i></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: left; text-indent: 35.4pt;">
<i>of the Royal Society B, 366</i>, 2878-2884.<o:p></o:p></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div class="MsoNormal">
Carrier, R. C. (2004).
The argument from biogenesis: Probabilities against a natural origin <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
of life. <i>Biology and Philosophy, 19</i>, 739-764.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Lee, D. H., Granja, J.
R., Martinez, J. A., Severin, K., & Ghadiri, M. R. (1996). A self-<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
replicating peptide. <i>Nature, 382</i>,
525-528.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Phillips, M. L. (2010).
The origins divide: Reconciling views on how life began. <i>BioScience, <o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<i>60</i>, 675-680.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ricardo, A., & Szostak,
J. W. (2009, Eylül). Origin of life on earth. <i>Scientific American, <o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i> 301</i>, 54-61.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Rose, S. (1997). <i>Lifelines: Biology beyond determinism</i>.
Oxford: Oxford University Press.<o:p></o:p><br />
</div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Taslaman, C. (2013). <i>Evrenden Allah’a: Modern bilimin ve
felsefenin verileriyle tasarım</i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<i>delilinin savunulması</i>. İstanbul: Etkileşim Yayınları.<o:p></o:p></div>
</div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-90907046773801765772013-08-26T13:50:00.001+03:002021-09-25T14:10:41.839+03:00Tasarım Argümanı Üzerine 1: Argümanın Mantıksal Yapısı<br />
<div class="MsoNormal">
Tasarım argümanı doğada
yaptığımız gözlemlerden hareketle Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışan
klasik argümanlardan biri. Argümanın iki türü var: kozmik tasarım ve organik
tasarım. Bunlardan birincisi bir bütün olarak evrenin sahip olduğu bazı
özelliklerden (doğa yasalarının varlığı, fiziksel sabitlerin karmaşık yaşamın
ortaya çıkmasına imkan sağlaması, vs.) yola çıkarak bunların ancak Tanrı
tarafından bilinçli olarak tasarlanmış olabileceğini göstermeye çalışır.
Organik tasarım argümanı ise özel olarak canlıların bazı özelliklerinden
(çevreye uyumu sağlayan karmaşık ve zarif organlar, v<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=1484872129400273491" name="_GoBack"></a>s.)
yola çıkarak bunların gene ancak Tanrı tarafından tasarlanmış olabileceğini
göstermeye çalışır. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu yazı dizisinde
özellikle organik tasarım argümanının değişik formlarını ve sonuca ulaşmak için
yaptığı ek varsayımları birkaç kısım halinde ele alacağız. İlk kısımda
argümanın en soyut ve olasılıksal halinin temel yapısı üstünde duracağız.
Varacağımız sonuç temel mantıksal yapıda ciddi sorunlar olduğu olacak. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Tasarım argümanının
değişik formları düşünce tarihinde Eski Yunan’dan beri savunuldu. Bugün en bilinen
halini popüler hale getiren ve savunan ise İngiliz felsefeci ve din adamı
William Paley’dir (1743-1805). Paley ilk olarak 1802’de yayınlanan kitabı <b><a href="http://darwin-online.org.uk/content/frameset?itemID=A142&viewtype=text&pageseq=1"><i>Natural</i> <i>Theology</i></a></b>’nin başında şöyle bir düşünce deneyi kurgular:</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTeHYzGFeXknCOWIOiWRhUCxFmZAH9j09nLlenEBjAFWlIC4v9YbjJ_jTy-OiMed_jUMyRtwJBmPrL5fWYFmTjyidgrWr8pqPzYcBEtrt0Y-u66xU5U7I8LIvvj9ZU-1j-nlh7kKS0gHBd/s1600/Paley.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTeHYzGFeXknCOWIOiWRhUCxFmZAH9j09nLlenEBjAFWlIC4v9YbjJ_jTy-OiMed_jUMyRtwJBmPrL5fWYFmTjyidgrWr8pqPzYcBEtrt0Y-u66xU5U7I8LIvvj9ZU-1j-nlh7kKS0gHBd/s200/Paley.jpg" width="150" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
Kırda yürürken ayağımı
bir taşa çarptığımda ve “Bu taş nereden çıktı” diye düşündüğümde özel bir
açıklama getirmem gerekmez. Taş belki de hep oradaydı. Ama yerde bir saat
görürsem ve “Bu saat nereden çıktı” diye sorarsam aynı cevabı vermem mümkün
değildir. Saatin varlığı özel bir açıklama gerektirir. Şans eseri ortaya çıkmış
olamaz. Ancak zeki bir tasarımcı tarafından yapılmış olabilir. Bunun sebebi
saatin birbiriyle koordinasyon içinde çalışan birçok parçadan oluşması ve özel
bir amaca (zamanı göstermeye) yönelik olarak yapılmış izlenimi vermesidir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Paley’ye göre bir
omurgalının gözüyle karşılaştığımızda da aynen saat gibi çalışan bir sistem
olduğunu anlarız: Birçok değişik parça koordinasyon içinde belli bir amaca
(görmeye) yönelik olarak çalışmaktadır. Üstelik buradaki tasarım çok daha
zengindir. Saat şans eseri ortaya çıkamıyorsa gözün şans eseri ortaya çıkması
hiç mümkün değildir. Gözün varlığı ancak insandan daha üstün bir tasarımcının
varlığıyla açıklanabilir. Bu da Tanrı’dan başkası olamaz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Argümanı daha rahat
değerlendirebilmek için hikaye halinden çıkarıp formel ve olasılıksal hale
sokalım (bak. <b><a href="http://www.cambridge.org/us/academic/subjects/philosophy/philosophy-science/debating-design-darwin-dna">Sober, 2004</a></b>). Saat örneğinde ortada bir gözlem (G) ve iki
açıklama (A) var: </div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
G: Saatin bir dizi özelliği var. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
A1: Saat akıllı bir tasarımcı tarafından yapılmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
A2: Saat şans eseri ortaya çıkmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Paley gözlemin birinci
açıklamayı daha iyi desteklediğini söylüyordu. Koşullu olasılıklar cinsinden
ifade edecek olursak:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
P(G|A1) > P(G|A2)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yani akıllı tasarımcının
varlığını kabul edersek saat gözlemi yüksek olasılığa sahiptir. Saatin şans
eseri oluştuğunu kabul edersek yaptığımız gözlem düşük olasılığa sahiptir.
Buradaki akıllı tasarımcı insandır. Aynı kurguyu göz örneği için yaparsak:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
G: Gözün bir dizi özelliği var. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
A1: Göz akıllı bir tasarımcı tarafından yapılmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
A2: Göz şans eseri ortaya çıkmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Paley’ye göre saat
örneğinde olduğu gibi göz örneğinde de gözlemin akıllı tasarımcı açıklamasını
daha iyi desteklediğini söyleyebiliriz:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
P(G|A1) > P(G|A2)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Buraya kadar argümanda
bir kusur yok. Fakat argümanın ne gösterdiğine ve ne göstermediğine dikkat
etmek gerekir: Gözlemden hareketle akıllı tasarım açıklamasının olasılığının
şans açıklamasının olasılığından daha yüksek olduğunu söylemiyoruz. Akıllı
tasarım açıklamasından hareket edersek yaptığımız gözlemin olasılığının daha
yüksek olduğunu söylüyoruz. Oysa “şans eseri olmuş olamaz, bir akıllı tasarımcı
olmalı” diyebilmek için bu bize yetmez. Yukarıdaki koşullu olasılıklardan
hareketle her bir açıklamanın olasılığını bilebilmek için Bayes kuralını kullanmamız
gerekir:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
P(A1|G) = P(G|A1) x P(A1) / P(G)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
ve<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
P(A2|G) = P(G|A2) x P(A2) / P(G)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ancak P(A1|G)’nin değeri
P(A2|G)’den yüksek olursa “şans eseri olmuş olamaz, bir akıllı tasarımcı
olmalı” diyebiliriz. Oysa bunu gösterebilmek için tasarım açıklamasının ve şans
açıklamasının ilk (gözlem öncesi) olasılıklarını bilmemiz gerekir. Yani P(A1)
ve P(A2)’yi. Sober’a göre bunlar objektif değer atfedilebilecek olasılıklar
değildir. Tanrı’nın varlığı veya yokluğu hakkında herkesin bir kişisel fikri
olabilir ama kişisel fikirler objektif olasılıklardan farklıdır. Bu yüzden
burada Bayes teoremi karşı tarafı ikna etme amaçlı olarak kullanılamaz.
Dolayısıyla Paley’nin argümanı bize “şans eseri olmuş olamaz, bir akıllı
tasarımcı olmalı” deme imkanı vermez.<o:p></o:p><br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Argümanı olasılıklar
cinsinden değil başka şekilde kurgularsak daha başarılı olabilir mi? Mesela
analojik (benzerliğe dayalı) bir argüman olarak? Paley’den önce yaşayan David
Hume (1711-1776) <i><b><a href="http://www.anselm.edu/homepage/dbanach/dnr.htm">Dialogues Concerning Natural Religion</a></b></i> adlı kitabında bunun başarısızlığa mahkum olduğunu iddia
ediyordu. Söz konusu olan şöyle bir argüman:<br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Saatler akıllı tasarımın ürünüdür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Organizmalar büyük ölçüde saatlere benzer.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Şu halde muhtemelen organizmalar da akıllı tasarımın
ürünüdür.<o:p></o:p><br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHLAiC9D4wD2pohCVaQhyJJNmaTn4P75wc2e5LAqm0n8Wa6Ag6nFfcFTkkO4azL6w68q827KRXmZ37Sr7gxflj5HVFQ4dqe0psu-kKIgDJRSbVuQQvg6mMJ852jZWAidT15W_vQBjTZ9sn/s1600/Hume.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHLAiC9D4wD2pohCVaQhyJJNmaTn4P75wc2e5LAqm0n8Wa6Ag6nFfcFTkkO4azL6w68q827KRXmZ37Sr7gxflj5HVFQ4dqe0psu-kKIgDJRSbVuQQvg6mMJ852jZWAidT15W_vQBjTZ9sn/s200/Hume.jpg" width="168" /></a>Hume’a göre ikinci öncül
yanlış: Organizmalarla saatler çok az bakımdan birbirine benziyorlar. “Az
bakımdan benzeşseler bile benzeştikleri yönler ikisinin de akıllı tasarımın
ürünü olduğunu düşündürüyor” diyebilmek için ise Paley türü argümanların çok
ötesine geçmek gerekir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Veya tümevarımsal bir
argüman denesek? Cevap gene Hume’dan geliyor: Dünyamızın akıllı tasarım yoluyla
oluştuğunu tümevarıma dayanarak gösterebilmek için önce başka birçok dünyanın
akıllı tasarım yoluyla oluştuğunu gözlemlememiz gerekir. Şu ana kadar bu türden
kaç dünya gözlemledik? Sıfır. Tümevarım da işe yaramıyorsa en baştaki
olasılıksal argüman istediğimiz sonucunu vermese bile en sağlam argüman olarak
görünüyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Paley’nin argümanının olasılıksal
ifadesinin birkaç eksiğini daha hemen sayabiliriz. Birincisi, Paley akıllı
tasarımcı açıklamasının tek alternatifi olarak şansı görüyordu. Oysa bugün
akıllı olmayan ama tamamen şansa da dayanmayan doğal seçilim diye bir sürecin
varlığını biliyoruz. Gözün şans eseri oluşmasının olasılığı çok düşük olsa da
doğal seçilim sonucu oluşmasının olasılığı gayet yüksek olabilir. Hatta yeterli
zaman olduğunda bu olasılığın gerçekten yüksek olduğu gösterilmiş durumda (<b><a href="http://link.springer.com/article/10.1007%2Fs12052-008-0091-2">Lamb ve ark., 2008</a></b>; <b><a href="http://rstb.royalsocietypublishing.org/content/364/1531/2833.abstract">Nilsson, 2009</a></b>).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
İkincisi, argüman bir
akıllı tasarımcının varlığını gösterse bile bu tek tanrılı dinlerdeki Tanrı
olmak zorunda değil. Gene Hume’a göre bu tasarımcı her şeyi bilmeyebilir,
her şeye gücü yetmeyebilir, insanların iyiliğini istemeyebilir, tek başına değil
grup halinde çalışıyor olabilir, vs. Paley’nin argümanı (kendisinin de kabul
ettiği gibi) tek başına Tanrı’nın varlığını gösterebilecek bir argüman değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Üçüncüsü, akıllı
tasarımcı açıklamasının göz oluşumunun olasılığını yükselttiğinden neden bu
kadar eminiz? Saati gördüğümüzde aklımıza bir akıllı tasarımcı (insan) geliyor
çünkü insanların yeteneklerini, niyetlerini iyi biliyoruz ve saat yapma
olasılıklarının yüksek olduğunu görebiliyoruz. Ama Hume’a göre doğaüstü bir
akıllı tasarımcı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Dolayısıyla göz
yaratmak isteyeceğini kesin olarak düşünmemiz için de bir sebep yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgPwA5-usGLU2XeKzKoKTEO78KhKR2pyb0k6QMKFStAWAs8CiuuiH2WVd2cXNL1mmV-4rMOTN6XoUg23SHcP4HExuj1qm5FuL34h6WWS-Oie1j5kiQLz5Tw7pP8-DVH3D6fqnKK6zEMJ0y/s1600/Panda.gif" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="151" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgPwA5-usGLU2XeKzKoKTEO78KhKR2pyb0k6QMKFStAWAs8CiuuiH2WVd2cXNL1mmV-4rMOTN6XoUg23SHcP4HExuj1qm5FuL34h6WWS-Oie1j5kiQLz5Tw7pP8-DVH3D6fqnKK6zEMJ0y/s200/Panda.gif" width="200" /></a>Sober’a göre Hume’un bu
son eleştirisi akıllı tasarımcı açıklamalarının en büyük kusurunu yakalıyor: Bu
açıklamalar herhangi bir ampirik öngörüde bulunmuyorlar ve yüzden test
edilemiyorlar. “Bir doğaüstü akıllı tasarımcı var” önermesinden hareketle
doğayla ilgili öngörüler yapabilmek için bu önermenin yanına tasarımcının
niyetleriyle ilgili varsayımlar eklenmesi gerekir. Bu varsayımların da ampirik
gözlemlerle destekleniyor olması gerekir. Sorun tasarımcının niyetleriyle
ilgili bu tür varsayımlar yapacak durumda olmamamız. Bu bazen tasarım
savunucularının zor durumlardan kurtulmasını sağlıyor. Mesela “dünyada bu kadar
kötülüğün var olması her şeyi bilen, her şeye gücü yeten iyi bir tasarımcının
varlığıyla bağdaşmaz” dendiğinde tasarım savunucusu “tasarımcının niyetlerini
bilemeyiz, belki o gördüğümüz kötülükler çok daha üst düzey bir iyiliğe ulaşmak
için gerekli” diyebiliyor. Veya Stephen Jay Gould <b><a href="http://www.athro.com/evo/pthumb.html">pandanın başparmağının</a></b>
gördüğü işlev açısından çok verimsiz tasarımlanmış olduğunu ve akıllı bir
tasarımcının var olduğu fikriyle bağdaşmadığını söylediğinde tasarım savunucusu
gene “tasarımcının pandaları ne amaçla yarattığını bilemeyiz, bu yüzden
başparmağın verimsiz olduğunu söyleyemeyiz” diyebiliyor. Tasarımcının her şeyi
yapabilme ihtimalinin olması bazen bir kaçış yolu ama aynı zamanda da büyük bir
sorun. Niyetlerini bilmediğimiz bir tasarımcının ne yapacağıyla ilgili hiçbir
öngörüde bulunamayız. Bu yüzden gözün özelliklerini gördüğümüzde “akıllı
tasarımcının varlığı bu özellikleri açıklar” diyebilecek durumda değiliz.
Tasarım argümanının karşılaştığı en büyük güçlük budur. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB">Lamb, T. D., Pugh, E. N., & Collin, S.
P. (2008). The origin of the vertebrate eye. <i>Evolution, </i></span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-GB">Education and Outreach, 1</span></i><span lang="EN-GB" style="text-indent: 35.4pt;">,
415-426.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB">Nilsson, D.-E. (2009). The evolution of
eyes and visually guided behaviour. <i>Philosophical </i></span><i style="text-indent: 35.4pt;"><span lang="EN-GB">Transactions of the Royal Society B</span></i><span lang="EN-GB" style="text-indent: 35.4pt;">, <i>364</i>, 2833-2847.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB">Sober, E. (2004). The design argument. <i>Debating design: From Darwin to DNA</i>
kitabında (s. </span><span style="text-indent: 35.4pt;">98-129). W. A.
Dembski & M. Ruse (Ed.), Cambridge: Cambridge University Press.</span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB"><br /></span></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-19516600392088814982013-08-20T23:16:00.001+03:002017-07-04T12:20:24.353+03:00Otizm, Ateizm ve Türk Psikologlar Derneği<br />
<div class="MsoNormal">
Her şey nisan ayında
garip bir adamın garip sözleriyle başladı. Adana Otistik Çocuklar Sağlık ve
Eğitim Derneği başkanı sosyolog Fehmi Kaya özet olarak otistik çocukların
empati kurmayı bilmedikleri için dinsel inançla ilgili sorunları olduğunu, beyinlerinde
bir inanç alanı olmadığını, durumlarının ateizmle paralellik gösterdiğini
söyledi. Söylediklerinin bilimsel araştırma sonuçlarına dayandığını da ekledi. Ayrıca
yürüttükleri ücretsiz tedavi programıyla otistik çocukları inançlı çocuklar
haline getirmeye çalıştıklarını söyledi. Yaptığı açıklama İhlas
Haber Ajansı’ndan Fatih Keçe imzasıyla birkaç gazetede yer aldı. Haber bazı
gazetelerde “<b><a href="http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23107667.asp">Bütün otistik çocuklar ateist</a></b>” başlığıyla yer aldığı için Fehmi Kaya’ya
tepki yağdı.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhn_G-sJDwy8w3vcbv9FgU0eYRLBMZiBKeVSNtAgLx8hKP7q50HItNxMQaVRhOHB0Q7jX97jXfbogr7Ry4cXBY9AUjSO0cP6pepP_HTvuvssgoS2Gd6_7wPICbEfv_ptz3libj_rl5BpOt2/s1600/Fehmi+Kaya.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="120" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhn_G-sJDwy8w3vcbv9FgU0eYRLBMZiBKeVSNtAgLx8hKP7q50HItNxMQaVRhOHB0Q7jX97jXfbogr7Ry4cXBY9AUjSO0cP6pepP_HTvuvssgoS2Gd6_7wPICbEfv_ptz3libj_rl5BpOt2/s200/Fehmi+Kaya.jpg" width="200" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
Otizm Platformu hem yaptığı
açıklamanın bilimsel bir temeli olmadığı için hem de otizmle ilgili önyargılara
bir yenisini eklediği için Fehmi Kaya’yı ve derneğini kınayan bir <b><a href="http://www.otizm.org/?p=1120">mesaj</a> </b>yayınladı. Tepkiler üzerine Fehmi
Kaya sözlerinin çarpıtıldığını iddia etti. Otistik çocuğu olan ailelerden özür
diledi. Fakat otizm-ateizm ilişkisinin kendi kişisel görüşü olmadığında, bunu
gösteren bilimsel bulgular olduğunda <b><a href="http://www.radikal.com.tr/turkiye/otistik_cocuk_ateisttir_sozu_kime_ait-1130710">ısrar etti</a></b>.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ateistler de Kaya’nın
sözlerinden rahatsız oldular. Onların rahatsızlığı ateistlerin rızaları dışında
inanç sahibi yapılmaya çalışılmasıydı. <b><a href="http://garajimdakiejder.blogspot.com/2013/04/otistik-tinercilerin-beynindeki-bosluk.html">Garajımdaki Ejder</a></b> otizmle ateizm
arasındaki ilişkiye bakan araştırmaların Kaya tarafından çarpıtıldığını
göstermeye çalıştı. Bu ikisi arasında bir ilişki olsa da ateizmin otizmin bir
türü olduğunu söylemek mümkün değil dedi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bilimsel dernekler de
fazla gecikmeden açıklamalar yayınladılar. <b><a href="http://www.psikiyatri.org.tr/news.aspx?notice=1126">Türkiye Psikiyatri Derneği</a></b>
açıklamasında otizmle ilgili temel bilgileri verdikten sonra otizmle ateizm
arasında bağlantı kuran iddiaların otistiklerin ailelerini duygusal açıdan
incitici olduğunu ve tedavi sürecini olumsuz etkileyebileceğini vurguladı. Ek
olarak yetkinliği olmayan kişilerin otizm konusunda açıklama yapmasının ve
tedavi yürütmesinin sakıncalı olduğunu söyledi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Türk Psikologlar Derneği’nin (<b><a href="http://www.psikolog.org.tr/index.php?Detail=785">TPD</a></b>) açıklaması ise çok daha iddialıydı ve bu daha başlıktan belli oluyordu: “Otizm ile İlgili Bilimsel Gerçekler”. Bu açıklamaya yakından
bakalım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Diğer
eleştirenler Fehmi Kaya’nın otizm-ateizm ilişkisiyle ilgili araştırma
sonuçlarını çarpıttığını söylerken TPD bu ikisi arasında bir ilişki olmasının
mümkün bile olmadığına en baştan hükmediyor:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 1.0cm; margin-right: 1.0cm; margin-top: 0cm; mso-add-space: auto; text-align: justify;">
<span style="font-size: 10.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Otizm spektrum bozukluğu (OSB), karşılıklı sosyal iletişim ve etkileşimdeki
yetersizlikler; tekrarlayıcı, sınırlı ve basmakalıp davranışlar, etkinlikler ve
ilgilerle tanımlanan genel olarak üç yaşından önce beliren ve ömür boyu süren
nörogelişimsel bir bozukluktur. Dolayısıyla bilinçli bir tercih olan ateizmle
bu bozukluk arasında hiçbir ilişkinin bulunmadığı açıktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
İnsan ilk
okuduğunda bu sözleri sarf eden bir psikolog olabilir mi diye hayret ediyor.
Nörogelişimsel bozukluklarla bilinçli tercihler arasında hiçbir ilişki
olamayacağını söyleyen bir bilimsel yasa var da biz mi bilmiyoruz acaba?
Bilinçli tercihlerin beyinden kaynaklanmadığı yönünde bir düalist varsayım var
sanki burada.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Daha sonraki
paragraflarda TPD bildirisi Fehmi Kaya’nın var olduğunu iddia ettiği
araştırmaların varlığını kesin bir dille reddediyor ve otistik çocukların inanç
ve ibadetle ilgili sorunlarına farklı bir açıklama getiriyor:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpLast">
<br /></div>
<div style="background: white; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 1.0cm; margin-right: 1.0cm; margin-top: 0cm; mso-add-space: auto; text-align: justify;">
<span style="color: #222222; font-size: 10.0pt;">Dolayısıyla OSB tanısı bulunan
bireylerin sıralanan özellikleri göz önünde bulundurulduğunda inanç, ibadet
gibi soyut düzeydeki dini kavramları öğrenmede ve insanların inançlarını
anlamlandırmada sorunlar yaşamaları beklendik bir durumdur. Bu durumun ateizmle
ya da hiçbir bilimsel dayanağı bulunmayan açıklamalarla bir ilgisi
bulunmamaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div style="background: white; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 1.0cm; margin-right: 1.0cm; margin-top: 0cm; mso-add-space: auto; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="background: white; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 1.0cm; margin-right: 1.0cm; margin-top: 0cm; mso-add-space: auto; text-align: justify;">
<span style="color: #222222; font-size: 10.0pt;">OSB tanısı bulunan bireyleri konu alan
çalışmalar arasında ise bu bireylerin beyinlerinde inanç alanı olup olmadığını
inceleyen ve olmadığını gösteren herhangi bir bilimsel araştırmanın
bulunmadığını özellikle vurgulamak istiyoruz.</span><span style="color: #222222; font-family: "arial" , "sans-serif"; font-size: 10.0pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormalCxSpFirst" style="margin-right: 1.0cm; mso-add-space: auto;">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Buradan
çıkaracağımız sonuç şu: Bildiri Fehmi Kaya’nın açıklamasından günler sonra
kaleme alınmış olmasına rağmen TPD 10 dakikalık bir İnternet taraması sonucunda
ulaşılabilecek araştırmaları arama zahmetine girmemiş. Üstelik konuyla ilgili
kısa bir blog yazısı yazan ve halka karşı hiçbir bilimsel sorumluluğu olmayan
Garajımdaki Ejder bile bu araştırmalardan birini bulup tanıtmışken. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Bilinç-beyin
ilişkisi konusunda Descartes’tan kalma fikirlere sahip olan ve literatür
taramayı bilmeyen TPD’nin açıklamasını şimdilik bir kenara bırakalım, Fehmi
Kaya’nın otizm-ateizm ilişkisi konusunda ısrarla var olduğunu iddia ettiği bu
araştırmalar nelermiş bir bakalım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Göründüğü
kadarıyla bu konudaki ilk araştırma Boston Üniversitesi’nden Catherine
Caldwell-Harris ve arkadaşlarının 2011’deki Cognitive Science Society
konferansında sundukları yayınlanmamış bir <b><a href="http://csjarchive.cogsci.rpi.edu/proceedings/2011/papers/0782/paper0782.pdf">bildiri</a></b>. Araştırmacılar
şöyle bir mantık yürütmüşler: Dinsel inanç görünür olayların arkasında
görünmeyen doğaüstü varlıkların niyetlerinin, amaçlarının yattığı fikrine
dayanır. Yani dinsel inanç için niyetler gibi zihinsel olaylarla ilgili akıl
yürütme becerisi gerekir. Otistik bireylerin profilinde karşımıza çok sık çıkan
bozukluklardan biri zihin okumayla, yani zihinsel süreçler hakkında akıl
yürütmeyle ilgili sorunlardır. Dolayısıyla otistik bireylerin bilinç ve niyet
sahibi doğaüstü varlıklarla ilgili inançlara eğilimi diğer insanlardan daha az
olabilir.</div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Bu öngörüyü
test etmek amacıyla araştırmacılar önce bazı tartışma forumlarına gönderilen
yorumlardan hareketle, sonra da İnternet üzerinden dağıtılan bir anketten
hareketle otizmle dinsel inanç ilişkisine bakmışlar. Otistiklerin ve normallerin
("nöro-tipik"lerin) dinsel gruplara dağılımına bakıldığında 61 otistik
arasında en yaygın din yaklaşımının ateizm, 105 normal arasında en yaygın dinin Hıristiyanlık olduğu görülmüş. Otistik olup olmamakla dinsel inanç sahibi olup olmamak arasında
gerçekten bir ilişki var gibi görünüyor. Bunların normal veya normale yakın
IQ’ya sahip otistikler olduğunu belirtelim. İki grup (otistikler ve normaller) topluca ele alındığında ve
otizme eğilim puanları (AQ; Autism Quotient) değerlendirildiğinde en yüksek
puanların ateistlerde, sonra geleneksel olmayan inanç sistemlerine sahip
olanlarda, en düşük puanların da geleneksel dinlere mensup olanlarda olduğu görülmüş. Yani sadece klinik düzeyde otizm değil, otizme eğilim de dinsel inançta zayıflamayla paralellik gösteriyor. (Caldwell-Harris
daha sonra otizm ve dinsel inanç ilişkisini daha geniş bir bağlamda popüler bir
<b><a href="http://www.scienceandreligiontoday.com/2011/09/26/why-are-high-functioning-autistics-more-likely-to-be-atheists-or-agnostics/">dergide</a> </b>de ele aldı.)</div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Bulgular ilginç
olmakla beraber araştırma korelasyona dayandığı ve birçok kontrol edilmemiş
değişken içerdiği için kesin sonuçlara varmak zor. Mesela otistik bireyler
gerçekten otistik oldukları için mi ateizme eğilimli oluyorlar yoksa otizmle
korelasyon gösteren bambaşka özellikleri yüzünden mi? Ayrıca otizm çok yönlü
bir bozukluk. İkisi arasında gerçekten bir ilişki varsa otizmin hangi yönü
ateizme eğilim yaratıyor? Bu sorulara cevap verebilecek deneysel manipülasyon
yapmak çok zor. Ama daha kontrollü bir korelasyon araştırması yapılabilir.
Caldwell-Harris ve arkadaşlarından bir yıl sonra <b><a href="http://www.plosone.org/article/info:doi/10.1371/journal.pone.0036880">Norenzayan ve arkadaşları (2012)</a></b>
aynen böyle bir araştırma yapmışlar. Araştırmadaki
dört ayrı çalışmanın bulguları özetle şöyle:</div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle" style="margin-left: 36.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-family: "wingdings"; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Wingdings; mso-fareast-font-family: Wingdings;">n<span style="font-family: "times new roman"; font-size: 7pt;"> </span></span><!--[endif]-->Otistik bireylerde Tanrı inancı nöro-tipiklere
göre daha düşük. IQ düzeyi bu ilişkiyi etkilemiyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle" style="margin-left: 36.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-family: "wingdings"; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Wingdings; mso-fareast-font-family: Wingdings;">n<span style="font-family: "times new roman"; font-size: 7pt;"> </span></span><!--[endif]-->Normal popülasyon (nöro-tipikler) içinde otizme
eğilimli olmayı ölçen AQ puanlarıyla dinsel inanç arasında negatif ilişki var.
Bu iki değişken arasındaki dolayımı empati becerisi ve gözlerden zihin okuma
becerisi kuruyor. (Bu iki beceri otistik bireylerde genellikle zayıf olan
beceriler.)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle" style="margin-left: 36.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-family: "wingdings"; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Wingdings; mso-fareast-font-family: Wingdings;">n<span style="font-family: "times new roman"; font-size: 7pt;"> </span></span><!--[endif]-->Erkeklerde dinsel inanç kadınlardan daha düşük. Bu
iki değişken (cinsiyet ve inanç) arasındaki dolayımı sağlayan gene empati ve
zihin okuma becerisi. Erkeklerde bu beceriler daha zayıf.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle" style="margin-left: 36.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-family: "wingdings"; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Wingdings; mso-fareast-font-family: Wingdings;">n<span style="font-family: "times new roman"; font-size: 7pt;"> </span></span><!--[endif]-->“Makinalara ve kurallara dayalı sistemlere ilgi
duyma” şeklinde tanımlanabilecek değişken dinsel inançla ilişkili değil.
(Otistik bireyler bu değişkende genellikle yüksek puanlara sahip oluyorlar.)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle" style="margin-left: 36.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-family: "wingdings"; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Wingdings; mso-fareast-font-family: Wingdings;">n<span style="font-family: "times new roman"; font-size: 7pt;"> </span></span><!--[endif]-->Uyumluluk (agreeableness) ve sorumluluk sahibi
olma (conscientiousness) adı verilebilecek kişilik özelliklerinin otizme
eğilimlilik ve dinsel inanç arasındaki ilişkide rolü yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle" style="margin-left: 36.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-family: "wingdings"; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Wingdings; mso-fareast-font-family: Wingdings;">n<span style="font-family: "times new roman"; font-size: 7pt;"> </span></span><!--[endif]-->Dinsel törenlere katılma sıklığının da otizme
eğilimlilik ve dinsel inanç arasındaki ilişkide rolü yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle" style="margin-left: 18.0pt; mso-add-space: auto;">
<o:p> </o:p> </div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Sonuç olarak
bulgulardan hareketle otizm (veya otizm eğilimi) ile dinsel inanç arasındaki ilişkiyi
sağlayan ana değişkenin empati veya zihin okuma becerisi olduğu ortaya çıkıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Konuya daha
geniş açıdan bakacak olursak otistik bireyleri de, diğerlerini de dinsel
inançsızlığa yönelten faktörlerden sadece birinin zihin okuma becerisi (veya beceriksizliği) olduğunu söyleyebiliriz. İnançsızlığın başka ne gibi kaynakları
olabilir? <b><a href="https://psychology.as.uky.edu/sites/default/files/Norenzayan%26Gervais_2013%20TiCS_0.pdf">Norenzayan ve Gervais (2013)</a></b> bu yıl çıkan makalelerinde bu soruya
cevap verecek bir model geliştiriyorlar. Buna göre
dinsel inancın da inançsızlığın da bilişsel, motivasyonel ve kültürel öğrenmeye
dayalı sebepleri var. Bu sebepler de evrimsel mekanizmalara dayanıyor (burada
hem genetik hem kültürel evrim kastediliyor). Buna göre insanları inanca veya
inançsızlığa götüren dört ayrı (ama etkileşime girebilen) yol sayabiliriz:</div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
1. Evrimleşmiş
bilişsel eğilimler (cognitive biases): Görünen ve görünmeyen varlıkların
zihinsel süreçleriyle ilgili akıl yürütme eğilimi. Bu eğilimin zayıf olması
kişiyi dinsel inançsızlığa götürebiliyor. Bunun en uç örneğini otistik
bireylerde görüyoruz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
2. Dünyada anlam,
huzur, güvenlik ve kontrol arayışı gibi varoluşsal kaygıların giderilmesinde doğaüstü
varlıklara ihtiyaç duyma: Bu tür bir arayış için motivasyon düşük olduğunda veya
bu tür varlıklara ihtiyaç duyulmadığında dinsel inançsızlık ortaya çıkabiliyor.
Bunun bir örneğini sosyal güvenlik sistemleri çok güçlü olan İskandinav
ülkelerinde görüyoruz (Zuckerman, 2008).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
3. Dinsel
inancı teşvik eden kültürel desteklerden mahrum olma: Bireyin dinsel inancı, etrafındaki insanlardan ve toplumun genelinden gelecek desteğe ihtiyaç duyuyor.
Özellikle küçük yaşta alınan sıkı dinsel eğitim ve düzenli dinsel törenler ve
semboller olmadığında kişi inançsızlığa kayabiliyor. Bunun bir örneğini dinsel
sembollerin kamusal alanın dışına çıktığı seküler toplumlarda görüyoruz (Lanman, 2012).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
4. Sezgisel
düşünceyi bastıran analitik düşünce: Sistematik eğitimle geliştirilen
sorgulayıcı ve analitik düşünce sezgisel açıdan doğal sayılabilecek dinsel
inancın reddedilmesine yol açabiliyor. Bunun uç örneğini de bilim adamlarında görüyoruz:
Önde gelen bilim adamları arasındaki inançsızlık oranı genel popülasyondaki
oranın çok üzerinde (Larson & Witham, 1998).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Bütün bunlar
Fehmi Kaya’nın nisan ayında söylediklerini destekliyor mu? Aslında hayır. Zira
bütün otistikler ateist değil, normal insanların beyinlerinde olup da
otistiklerin beyinlerde var olmayan bir inanç alanından bahsetmek mümkün değil
ve böyle bir alanı terapi yoluyla oluşturmak da mümkün değil. Fakat burada asıl
büyük yanılgıya düşen TPD. Zira otizmle ateizm arasında gerçekten bir ilişki
var. Ayrıca ateizm sadece bilinçli tercihlere dayanmıyor. Bilinçli tercihlerin
altında yatan bazı sezgisel düşünce eğilimlerine de dayanıyor ki bu durumda
ateizmin beyinsel temelleri ve evrimsel kökenleri olduğu söylenebilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Son olarak şu
soruyu soralım: TPD’nin bildirisinde yer alan fikirler bilimsel düzeyde olmasa
bile pragmatik düzeyde savunulabilir mi? Sonuçta TPD durup dururken halkı otizm
konusunda bilinçlendirme isteği duymadı. Otizmle mücadele çabalarını olumsuz
etkileyebilecek, otistik çocuklara kötü davranılmasına yol açabilecek bir
gelişmeye acilen müdahale edebilmek için bu çıkışı yaptı. Otistik çocukları
koruyabilmek için bilimsellikten biraz sapmak hoş görülebilir mi?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<br /></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Bunun çok basit
bir cevabı var: Kesinlikle hayır! TPD bilimsellikten (bilerek veya bilmeden)
sapmakla uzun dönemde kendi saygınlığına ve ciddiye alınabilirliğine zarar
vermiş oluyor. TPD (veya bilimsel gerçekleri açıkladığını iddia eden herhangi
bir kurum) açıklama yaptığında başka kurumlardan daha fazla ciddiye alınmayı
neden bekler? Çünkü konuyla ilgili objektif verileri tarafsız bir şekilde
açıklayacağı beklentisi vardır. Ama bilimsel bir kurum kendi toplumsal
idealleri doğrultusunda halktan bilgi saklamaya veya bilgi çarpıtmaya başlarsa
herhangi bir grubun açıklamasından daha fazla ciddiye alınmayı hak etmez. (Bak: <b><a href="http://insandogasi.blogspot.com/2011/07/amerikan-antropolojisinin-ustundeki.html">Amerikan Antropolojisinin Üstündeki Karanlık</a></b>)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<o:p> </o:p></div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
Bugün özgür bir
bilim camiası modern demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak
görülüyor. Fakat başta ABD olmak üzere bilimin
sosyal politikaların belirlenmesindeki rolü marjinalleşmiş durumda (<b><a href="http://www.plosbiology.org/article/info:doi/10.1371/journal.pbio.1001553">Rosenberg ve ark., 2013</a></b>; ayrıca bak. <b><a href="http://insandogasi.blogspot.com/2010/10/bilimsel-ozgurluk-uzerine.html">Bilimsel Özgürlük Üzerine</a></b>). Oysa insanlığın karşı karşıya olduğu yerel ve global sorunların
çözümü için bilimsel veriye ve tavsiyeye belki de en fazla ihtiyaç duyduğumuz dönemdeyiz. Toplumsal
politikaların “bilim adamları ne düşünüyor?” diye sorulmadan belirlenmesinden
bütün bilim camiası rahatsız. Fakat suçu biraz da kendilerinde aramalılar. Daha
önce Amerikan Antropoloji Birliği bağlamında söylediklerimizi şu andaki konuya uyarlayacak
olursak:<br />
<br />
Psikoloji bir bilim olmaktan çıkıp otistik hakları savunuculuğuna soyunursa söylediği şeyler herhangi bir çıkar grubunun
propagandasından daha fazla saygıyı hak etmez. Gerçekleri ortaya çıkarmaya
çalışmayan, kanıtları önemsemeyen bir çaba iyi niyetli olsa da sadece bilim ve
etik için değil aynı zamanda demokrasi için de tehlikelidir. Bilimsel kurumların saygınlıklarını bu kadar kolay harcamamaları gerekir.</div>
<div class="MsoNormalCxSpMiddle">
<o:p></o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="EN-GB">Kaynaklar:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="EN-GB"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-GB"></span></div>
<div class="MsoNormal">
Caldwell-Harris, C.L.,
Murphy, C.F., Velazquez, T., & McNamara, P. (2011). Religious Belief Systems of
Persons with High Functioning Autism. Annual Meeting of the
Cognitive Science Society'de sunuldu, Boston, MA.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Lanman, J. (2012). The
importance of religious displays for belief acquisition and secularization. <i>Journal of Contemporary Religion, 27</i>,
49–65.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Larson, E.J. &
Witham, L. (1998). Leading scientists still reject God. <i>Nature,</i> <i>394</i>, 313–314.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Norenzayan A., & Gervais W. M. (2013). The origins of religious disbelief. <i>Trends in Cognitive Sciences, 17</i>, 20-25.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Norenzayan A., Gervais W.
M., & Trzesniewski K. H. (2012). Mentalizing deficits constrain belief in a
personal God. <i>PLoS ONE, 7</i>(5): e36880.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Rosenberg, A. A., Halpern, M., Shulman, S., Wexler, C., & Phartiyal, P. (2013). <o:p></o:p>Reinvigorating the role
of science in democracy. <i>PLoS Biology, 11</i>(5): e1001553.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Zuckerman, P. (2008). <i>Society without God</i>. New York: New York
University Press.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-92143910872025832052013-08-19T19:17:00.001+03:002013-09-04T20:41:23.914+03:00Hayvanlarda Bilinç ve Bilincin Evrimi<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzGluKXNvMFDcUlCyH-xMxajMzHl2rhxrA_U4CUqv_39_jpd80uvCbH5CFAWJHukkbug1DW5QuQz9iZOJcNmDymSmRgjpG8UOt_SGCb02irtbzTa4fanZh4tD3VCeDmzaXRSv-lMx93fM/s1600/chimp-mirror-test-self-recognition-sentient-sentience-intelligence-intelligent-animals-sapient.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzGluKXNvMFDcUlCyH-xMxajMzHl2rhxrA_U4CUqv_39_jpd80uvCbH5CFAWJHukkbug1DW5QuQz9iZOJcNmDymSmRgjpG8UOt_SGCb02irtbzTa4fanZh4tD3VCeDmzaXRSv-lMx93fM/s320/chimp-mirror-test-self-recognition-sentient-sentience-intelligence-intelligent-animals-sapient.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bir yılan olmak nasıl
bir histir? Bir yılanın vücuduna sahip olmak, onun gibi hareket etmek, dünyayı
bir yılan gibi algılamak nasıldır? Susan Blackmore’un “Bilinç” adlı kitabında sorduğu
bu soruya kesin bir cevap verebilmek tabii ki çok zor. Bunun öncelikli nedeni yılan
gibi diğer hayvanların bizimkine benzer bir bilinç sahibi olup olmadığını bilemememiz.
Geçmişte olduğu gibi bugün de bu sorunun bütün zorluğuna rağmen birçok
felsefeci ve bilim insanı “hayvanlar bilinç sahibi midir?” sorusuna cevap aramaktalar.
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR">Bilincin Tanımı<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR"><br /></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bu noktada
bilinçten ne kastettiğimizi daha açık ifade etmemiz yararlı olacaktır. Webster İngilizce
sözlüğünde bilinç “kişinin etrafının ve özellikle de kendinin farkında olması
niteliği ya da hali” olarak tanımlanır. Bilinci sadece etrafında olup bitenden
haberdar olma halinden ayıran da işte bu kişinin kendinin farkında olması
durumu yani “bireysel farkındalık” ya da “öz-bilinç” (self-consciousness) durumudur.
Bilinci dışsal ve içsel bilinç olarak ikiye ayırabiliriz. Buna göre dışsal
bilinç etrafımızda olan bitenden haberdar olma durumu, içsel bilinç ise rüya
hali gibi iç kaynaklı bilinç halleridir. Geçtiğimiz haziran ayında <i>PNAS </i>dergisinde
yayınlanan makalelerinde Mashour ve Alkire (2013) bilinçte üç aşama tanımlar.
Bunlar uyanıklık, uyuşukluk ve uyuşturulmuşluk ya da anestezi halidir. Tartışmamıza
yararlı olacak bu kavramlara değindikten sonra sorumuza geri dönelim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR">Hayvanlar Bilinç Sahibi
midir? İki Ana Görüş</span></i></b><span lang="TR"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR"><br /></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Eminim ki bu
soruya direk ve kesin bir cevap vermenin ne kadar zor olduğunu çoktan fark
etmişsinizdir. Fakat en azından birçok etik tartışmasını beraberinde getiren bu
soruya verilen cevapları iki ana görüşte toplayabiliriz. İlk görüşe göre sadece
insanlar bilinç sahibidir ve hayvanlar bu yetiye sahip değildirler. Bu görüş Fransız
filozof Descartes’ın ortaya attığı dualizm fikrine dayanmaktadır. Bu fikre göre
hem insanlar hem de hayvanlar vücutları itibariyle etten ve kemikten yaratılmış
makinelerse de insanlar ruh sahibi olarak zihne ve özgür iradeye de sahipken
hayvanlar bu özelliklerden yoksundur. Bu anlamda da bilinç sahibi değillerdir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Buna karşı ikinci görüşü benimseyenler insan dışında diğer canlıların da kısmen ya da
tamamen bilinç sahibi olduğunu savunurlar. Descartes’ın dualizmine karşı ve bu
ikinci görüşe uygun olarak hayvanların hiçbir hisse sahip olmadığını öne sürmek
de gerçekçi olmayacaktır. Zira memeli sinir sistemi acıdan ve sıkıntıdan kaçmak
üzere evrilmiştir. Biyolog Marian Dawkins’e göre bir hayvanın ne kadar acı hissettiğini
anlamanın en iyi yolu acıdan kaçınmak için ne kadar çalışmayı kabul ettiğidir. Örnek
vermek gerekirse, bir levyeye basarak kendisine verilen elektrik şoklarından kurtulmayı
öğrenmiş bir sıçan şoklar gerçekten canını acıtıyorsa su içmekten veya yemek
yemekten tamamen feragat edip sadece şoktan kaçınmak için bu levyeye basmayı
sürdürebilir. Bu anlamda da hayvanlar etraflarında olup bitenin farkındadır
diyebiliriz. Fakat hayvanların öz-bilince sahip olup olmadığı sorusu halen tartışmalıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR">Kendini Tanıma Yetisi ve
Öz-bilinç<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR"><br /></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Öz-bilincin
ortaya çıkışı için en önemli basamak organizmanın kendini tanıması ya da idrak
etmesidir. Bu nedenle 1970'lerde psikologlar
ve sinirbilimciler değişik hayvan türlerinde kendini tanıma özelliğinin bulunup
bulunmadığını araştırmaya başladılar. Kendini tanıma özelliğinin en kabul gören
testi 1970 yılında psikolog Gordon Gallup tarafından şempanzelerde kullanılmak üzere
hazırlanan “ayna-iz testidir”. Gallup bu testte anestezi altında şempanzenin
normalde ayna olmadan göremeyeceği kaş ve kulak bölgelerini kırmızı bir boyayla
boyar. Deneğin normal şartlarda vücudunda görse kaşıyarak çıkarmaya çalışacağı
bu izi ayna karşısında da tekrarlayıp tekrarlamayacağı test edilir. Eğer denek
aynada gördüğünün kendisi olduğunun farkındaysa yani öz-bilinç sahibiyse bu
izi çıkarmaya çalışacak, eğer aynada gördüğü hayvanın kendisi olduğunu fark
edemiyorsa yani öz-bilinç sahibi değilse bu izi çıkarmaya çalışmayacaktır. Şempanzeler
dışında balıklar genelde karşılarına ayna konduğunda gördükleri şeyin bir başka
balık olduğunu sanarak saldırmaya çalışır. Fakat daha kompleks sinir sistemine
sahip hayvanlarda öz-bilincin bu türden izlerini görebilmek mümkün. Nitekim Gallup
deneylerinin sonucunda şempanzelerin aynayla ilk karşılaşmalarından bir kaç gün
sonra kendilerini aynada tanıyabildiğini göstermiştir. Ayna-iz testini
kullanarak benzeri davranışlar diğer insansı ve insansı olmayan maymunlarda
(Rajala ve arkadaşları, 2010), yunuslarda (Marten ve Psarakos, 1994), ve hatta saksağan
gibi kuşlarda (Prior ve arkadaşları, 2008) gösterilmiştir. İnsanlarda ise
kendini tanıma davranışı 18 ila 24 aylıkken gelişmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmcuBdBhN5ZaeRt9tHBhGEcEKKIMGvzPzZW26UhphLbi_dWZKMfvdxoLOMOrg98D9Mr0wtTCVf-bflB7VD5MlvXOcx-JWPNL2RgLzjQjMNlXDIZDHoq6Wu_j_a_nu5HRK5pjgeiCHMlz4/s1600/magpie.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmcuBdBhN5ZaeRt9tHBhGEcEKKIMGvzPzZW26UhphLbi_dWZKMfvdxoLOMOrg98D9Mr0wtTCVf-bflB7VD5MlvXOcx-JWPNL2RgLzjQjMNlXDIZDHoq6Wu_j_a_nu5HRK5pjgeiCHMlz4/s320/magpie.jpg" width="234" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: xx-small; text-align: start;">Saksağanlarda ayna-iz testi </span></td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Kendini aynada tanıyabilme
özelliği en azından hayvanların bir kısmının bir “ben” kavramına sahip olduğunu
gösterse de primatolog Povinelli’ye göre bu, türlerin kendi içsel psikolojik durumlarının
farkında olduğu anlamını taşımaz. Psikolog Cecilia Heyes’e göre ise ayna-iz
deneylerinin sonuçları sadece bazı türlerin kendi hareketini aynada tanıyabilme
özelliğini göstermektedir. Bunun ötesinde öz-bilinçle ilgili bir çıkarım
yapılamaz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR">Bilincin Sinirsel Temelleri
ve Evrimi<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR"><br /></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Hayvanların
bilinçli olup olmadığı sorusuna cevap verebilmek için bilincin sinirsel ve
evrimsel temellerine bakmak yararlı olacaktır. Öncelikle Gallup ve
takipçilerinin sonuçları hayvanların insanlarla paylaştığı ilkel bir öz-bilinç yetisini
ve ortak bir sinirsel mekanizmanın varlığını gösterdiği için önemlidir. Bu
fikre paralel olarak 2012 yılında Cambridge Üniversitesinde düzenlenen bilinç kongresinin
sonunda yayınlanan “Cambridge insansı olmayan hayvanlarda bilinç
deklarasyonuna” göre bilinci destekleyen sinirsel altyapı sadece insanlara özgü
değildir. Şimdi bu yönde yorumlanabilecek bir kaç deneysel sonuca yer verelim.<b><i><o:p></o:p></i></b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bilinç ve bilinçsizlik halleri arasındaki sinirsel
farklardan hangi beyin bölgelerinin bu yeti için önemli rol oynadığı
anlaşılabilir. </span><span lang="TR">Örneğin, </span><span lang="TR">Långsjö ve arkadaşları
2012 yılında yayınladıkları araştırmada anestezi kullanarak insanların bilinç
seviyesini ayarlarken PET görüntülemesi aracılığıyla da hangi beyin bölgelerinin
bu seviyelerde aktive olduğunu belirlediler. Sonuçlara göre denekler bilinçlerini
kazanmaya başlarken beyin sapı, hipotalamus, talamus, ve ön singulat gibi
beynin evrimsel olarak daha eski bölgelerinde aktivite artışı gözlendi. Buna rağmen
evrimsel olarak daha yeni neokortikal (yeni korteks) bölgeler bilinç
seviyesiyle paralellik göstermedi. Bunla beraber Långsjö ve arkadaşlarının
bilinçle paralellik gösterdiğini gözlemlediği bölgelerin zarar görmesi kişinin
komaya girerek bilincini kaybetmesine neden olmaktadır. Bu şu anlama geliyor:
bu anatomik yapılara sahip diğer türler de insanlardakine benzer bir
farkındalığa/bilince sahip olabilir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Kuşlar ve memelileri ortaya çıkaran evrimsel hatlar
bundan yaklaşık 315 milyon yıl önce ayrılmıştır. Fakat ilginçtir ki daha önce
belirttiğimiz gibi kuşlar kendini tanıma özelliği dahil olmak üzere bilinçle bağdaştırılan
mental olarak karşı tarafın niyetini okuyabilme (zihin kuramı, theory of mind)
ve olayların bilinçli hafızasını oluşturabilme (a</span><span lang="TR">ç</span><span lang="TR">ık olaysal bellek, explicit episodic memory)
gibi özelliklere sahiptirler. Bu tür
bilişsel düzeydeki benzerliklerin nedeni insanlar ve kuşların beyin anatomilerindeki
benzerlikleridir. Daha önce bahsettiğimiz anestezi deneylerinin bilinçle
paralellik gösterdiğini bulduğu beyin bölgelerinin analogları kuş beyin
anatomisinde de yer almaktadır. Bu akla iki ihtimali getirmekte: ya evrimsel
süreçte bilinç birbirinden bağımsız olarak en az iki kere ortaya çıktı ya da
kuşlar ve insanların ilkel sinir sistemine sahip ataları hali hazırda ilkel bir
bilince sahipti. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Anestezi çalışmalarında ortaya çıkan evrimsel açıdan ilkel
anatomik yapılar genel anlamıyla uyanık olma, ya da farkında olma durumunu
sağlayan mekanizmalardır ve kuşlardan sürüngenlere, düşük seviye memeli kabul
edilen kemirgenlerden, insansı maymunlara ve sonunda insanlara kadar merkezi
sinir sistemine sahip birçok türde bu yapıları bulabiliriz. Ancak öz-bilincin
ortaya çıkması için gereken beyin yapısı olan prefrontal korteks evrimsel
olarak yeni ortaya çıkmış ve tüm hayvanların paylaşmadığı bir beyin bölgesidir. İlginçtir
ki Gallup ve takipçilerinin sonuçlarına paralel olarak prefrontal korteks ya da
kuşlardaki analoğu pallium öz-bilince ve yüksek bilişsel yeteneğe sahip türlerin
beyin anatomisinde daha büyük yer kaplar. Bu da tam anlamıyla bilince sahip
türlerin hem farkındalık için gerekli ilkel beyin yapılarına hem de öz-bilinç için
gerekli daha yeni beyin yapılarına ihtiyaç duyduğu anlamına gelebilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR">Türler Arası Bilincin Sınırlarını Çizmek ve Sonuç<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR"><br /></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Yukarıda ortaya
koymaya çalıştığımız üzere bilinç, temel düzeyde farkındalık ve daha yüksek
seviyede öz-bilinç ve “ben” kavramı, belli sinirsel mekanizmaları paylaştıkları
için insan dışında birçok türe atfedilebilir. Yine de bu türlerin insanlarla
aynı seviyede bilinç sahibi olduğunu iddia etmek zordur. Tıpkı türlerin sinir
sistemleri daha az kompleks hale geldikçe o türlere atfedilen yüksek bilişsel
yetilerin azalması gibi bilincin de sinir sisteminin gelişmişliğine göre çeşitli
seviyelerde ortaya </span><span lang="TR">çıktığını </span><span lang="TR">düşünebiliriz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgP3e8a4oqrK9TJuQu2xZjFDzNIlOXqIoXK2V-Zh8PCwMpsN2yniJasRDb_V5IaXVD8hFk76GKxWtAELrv-vOgsrZqiPgPSs2dbvNDl8XbD6RQzV4qmg0X3lV6QYRzLgiCE2FjOBau_KE/s1600/deniz+tavsani.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgP3e8a4oqrK9TJuQu2xZjFDzNIlOXqIoXK2V-Zh8PCwMpsN2yniJasRDb_V5IaXVD8hFk76GKxWtAELrv-vOgsrZqiPgPSs2dbvNDl8XbD6RQzV4qmg0X3lV6QYRzLgiCE2FjOBau_KE/s1600/deniz+tavsani.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: xx-small; text-align: start;"> Deniz tavşanı </span></td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Amerikalı
felsefeci Daniel Dennett türleri öğrenme ve zihinsel yetilerine göre farklı kategorilere
ayırmıştır. Örneğin, Dennett’</span><span lang="TR">ı</span><span lang="TR">n en düşük kategorisi Darwinci canlılardır ve bu canlılar sadece
mutasyonlarla seçilir veya yok olurlar. Dış dünyayı kontrol etme yetileri
yoktur. Deniz tavşanı (bir deniz salyangozu türü) gibi Skinnerci canlılar (Amerikalı
psikolog B.F. Skinner’a ithafen) önlerindeki tüm hipotezleri tek tek deneyerek
ve yanlışları eleyerek öğrenebilirken, tüm omurgalı türlerin oluşturduğu
Popperci canlılar (Felsefeci Karl Popper’e ithafen) denenecek tepkileri henüz denemeden
zihinsel olarak eleyebilirler. Daha yüksek yetilere sahip belirli karga ve insansı
maymun türlerinin oluşturduğu Gregorcu canlılar (Nöropsikolog Richard Gregory’ye
ithafen) alet yapıcılarıdır ve dil gibi zihinsel aletlere sahiptirler. Böylece bu
türler ayni türden diğer bireylerden kullanılan ortak dil yoluyla öğrenebilir
ve bütün mümkün hipotezleri oluşturmak ve denemek zorunda kalmazlar. Son olarak
en yüksek öğrenme yetilerine sahip Bilimsel canlılar bilimsel metodu kolektif olarak
kullanabilecek kadar toplumsal halde yaşayan türlerdir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUDytkxLnlrPj9drpBuS4G55M3c2LRNqW0ngCshWVgXRWDvJosChG7SLYjbjFEV2DxBCja6gkXV3oKMl9Bz4FcbIYgL4Og9miM0s_uFkSn-YOxQXoTPDAkA6Ycc4Xupb73FBNoPqvOPnA/s1600/deniz+uzumu.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUDytkxLnlrPj9drpBuS4G55M3c2LRNqW0ngCshWVgXRWDvJosChG7SLYjbjFEV2DxBCja6gkXV3oKMl9Bz4FcbIYgL4Og9miM0s_uFkSn-YOxQXoTPDAkA6Ycc4Xupb73FBNoPqvOPnA/s1600/deniz+uzumu.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: xx-small; text-align: start;">Deniz üzümü</span></td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Dennett’</span><span lang="TR">ı</span><span lang="TR">n bu kategorizasyonunu kullanarak bilinç üzerine
çıkarımlarda da bulunabiliriz. Örneğin, farkındalık anlamında bilinç Darwinci canlılar
haricinde diğer tüm kategorilere ait türlerde ortaya ç</span><span lang="TR">ı</span><span lang="TR">km</span><span lang="TR">ış</span><span lang="TR"> olmalıdır. Buna göre mikro organizma düzeyindeki türler haricinde dış dünyayı
algılama yetisine sahip tüm türler farkındalık anlamında bilinç sahibidir diyebiliriz.
Mashour ve Akire (2013) bu sınırı hareketlilik üzerinden çizmiştir. Yazarlara göre
hareket etme becerisine sahip her canlı dış dünyayı algılamak üzere bir sinir
sistemine, dolayısıyla da dış dünya ile ilgili farkındalığa sahiptir.</span> Aynı makalede verilen deniz üzümü (kordalılar sınıfına giren ilkel bir deniz hayvanı)
örneği ilginçtir. Buna göre deniz üzümü yerleşmek için uygun bir yer bulduktan
sonra sinir sistemini kendi içinde sindirerek yok eder. Bir diğer deyişle
hareket etmeyi bıraktıktan sonra ne dış dünyayı algılamaya (yani farkındalık
anlamında bilince) ne de buna izin veren sinir sistemine ihtiyacı vardır.</div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Buna karşın öz-bilinç
ancak gelecek durumları öngörüp zihinsel olarak kendini bu durumlarda konumlandırabilen,
içsel temsil becerisine sahip Popperci canlılarda mümkün olacaktır. Bilinçli
olduğundan (yine de yüzde yüz olmamakla birlikte) emin olabileceğimiz tek tür
olan insan şüphesiz bu kategorizasyonda Bilimsel canlılara örnektir. Belki de
bu aşamada hangi türlerin bilinçli olduğu sorusu hakkında yapabileceğimiz tek yorum Bilimsel canlılar ve Popperci canlılar arasında gösterebileceğimiz ve yeterli
derecede kompleks sinir sistemlerine sahip özellikle kuş ve memeli türlerini belli aşamada hem farkındalık hem öz-bilinç anlamında bilinçli kabul etmek
olacaktır. Hangi türlerin hangi kategoriye düştüğünü göstermek şüphesiz bilimin
gelecekte aydınlatacağı bir soru olarak önümüzde durmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Munir Gunes Kutlu<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR">Kaynakça<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0in 0in 0.0001pt 0.5in; text-indent: -0.5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Gallup GG Jr (1970) Chimpanzees: self-recognition.
<i>Science 167</i>(3914):86–87. </span><span lang="TR"><o:p></o:p></span><br />
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0in 0in 0.0001pt 0.5in; text-indent: -0.5in;">
<span lang="TR">Långsjö JW, et al. (2012) Returning from
oblivion: Imaging the neural core of consciousness. <i>J Neurosci 32</i>(14):4935–4943.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0in 0in 0.0001pt 0.5in; text-indent: -0.5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0in 0in 0.0001pt 0.5in; text-indent: -0.5in;">
<span lang="TR">Mashour, G. A., & Alkire, M. T. (2013).
Evolution of consciousness: Phylogeny, ontogeny, and emergence from general
anesthesia. <i>Proceedings of the National Academy of Sciences, 110</i>(Supplement 2),
10357-10364. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0in 0in 0.0001pt 0.5in; text-indent: -0.5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0in 0in 0.0001pt 0.5in; text-indent: -0.5in;">
<span lang="TR">Marten K, Psarakos S (1994) Evidence of
self-awareness in the bottlenose dolphin (</span><span lang="TR">Tursiops truncatus</span><span lang="TR">). In:
Parker ST, Mitchell RW, Boccia ML (eds) <i>Self-awareness in animals and humans:
developmental perspectives</i>. Cambridge University Press, Cambridge, pp 361–379.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0in 0in 0.0001pt 0.5in; text-indent: -0.5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
<span lang="TR">Rajala AZ, Reininger KR, Lancaster KM, Populin LC
(2010) Rhesus Monkeys</span><br />
<span lang="TR">(Macaca </span><span lang="TR">mulatta) </span><span lang="TR">Do </span>Recognize Themselves in the Mirror:
Implications for the<br />
Evolution of Self-Recognition. <i>PLoS ONE 5</i>(9): e12865.</div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
<span lang="TR">Prior H, Schwarz A, Gunturkun O (2008)
Mirror-induced behavior in the </span><br />
<span lang="TR">magpie </span><span lang="TR">(Pica </span><span lang="TR">pica): </span><span lang="TR">Evidence of </span>self-recognition. <i>PLoS Biol 6</i>(8): e202.<br />
<span lang="TR"><br /></span></div>
kutluguneshttp://www.blogger.com/profile/10235421284026080385noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-22455350605408425272013-08-12T21:01:00.000+03:002018-06-13T14:35:19.675+03:00Hayatın Anlamı ve Beyin<br />
<div class="MsoNormal">
Platon’a göre Sokrates savunmasında “Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez” (ho
de aneksetastos bios ou biotos anthropoi) der. Yani hayatı anlamlı kılan
sorgulamak, eleştirel düşünmek, özellikle de erdem üzerinde kafa yormaktır.
Aradan geçen 2400 yılda hayatın anlamı üzerinde ilerleme kaydettik mi? Özellikle
bilim bu konuda bize yeni bir şey söylüyor mu?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Felsefeci, psikolog ve bilgisayar bilimci Paul Thagard bu soruya evet
cevabı veriyor. 2010’da çıkan kitabı <i><a href="http://cogsci.uwaterloo.ca/brain.html"><b>The Brain and the Meaning of Life</b></a></i>’ta özellikle beyin bilimlerindeki gelişmelerden
hareketle hayatın anlamı nedir sorusuna cevap verebilir hale geldiğimizi iddia
ediyor.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgW9v0feSeELcEt_kVcAxh3XQpkoPTW5mJWtVK1zRAQIkU-lpCAbmD8jx5nLDtS8iw8eEiIq36ZvoBNZI2JHim_6UPWKvMlhzjhUAn0rrRFamwc9T30ESJNpkytxDjDSzjUWa1e65tbvL-7/s1600/Thagard.brain.cover.jpeg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgW9v0feSeELcEt_kVcAxh3XQpkoPTW5mJWtVK1zRAQIkU-lpCAbmD8jx5nLDtS8iw8eEiIq36ZvoBNZI2JHim_6UPWKvMlhzjhUAn0rrRFamwc9T30ESJNpkytxDjDSzjUWa1e65tbvL-7/s320/Thagard.brain.cover.jpeg" width="209" /></a></div>
<o:p></o:p><br />
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Thagard’ın kitabın başındaki iddiaları doğalcılık manifestosu niteliğinde:
Gerçekliği bilim yoluyla bilebiliriz; bilgi ve diğer zihinsel tecrübeler
beyinden kaynaklanır; zihin beynin ötesinde bir şey değildir; doğaüstü bir
varlık tarafından bildirilen mutlak doğrular ve yanlışlar yoktur; bilim
ölümsüzlük ve özgür irade gibi dinsel kavramları çürütmüştür. Thagard kendi
görüşüne “beyinsel doğalcılık” (neural naturalism) diyor. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kitabın ilk yarısı psikoloji ve beyin bilimlerindeki son gelişmeleri,
özellikle de duygular, ahlaki yargılar ve mutluluk hissiyle ilgili gelişmeleri
özetliyor. Mesela neler insanları mutlu ediyor diye merak edecek olursak
Thagard bize araştırmalardan hareketle şöyle bir liste sunuyor: minnet
duygusunu ifade etmek, iyimser bir hayat görüşü geliştirmek, kuruntu yapmamak
ve kendini başkalarıyla karşılaştırmaktan kaçınmak, küçük iyilikler yapmak, sosyal
ilişkiler kurmak, zorluklarla başa çıkacak stratejiler geliştirmek, affetmeyi
öğrenmek, insanı kapıp götüren faaliyetlerle uğraşmak, hayatın küçük
neşelerinin keyfini çıkarmak, ideallerine bağlı kalmak, dini vecibeleri yerine
getirmek ve hayatın ruhani yönüyle ilgilenmek, fiziksel aktivite ile vücudu
zinde tutmak, vs. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Anlatılan ilginç nöropsikolojik araştırmalardan biri şu: Aşık insanları
beyin görüntüleme cihazının içine sokuyorlar ve aşık oldukları kişinin resmini
gösteriyorlar. Bu durumda beynin ventral tegmentum ve nukleus akkumbens bölgelerinde
aktivasyon görülüyor. Bu bölgeler kokain bağımlılarına kokain gösterildiğinde
harekete geçen bölgelerle aynı. İki bölgede de dopamin reseptörleri var. Yani
haz duygusu ve ödülle bağlantılılar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Fakat Thagard’ın amacı sadece araştırma bulgularını ve teorileri özetlemek
değil. Bunlardan hareketle normatif sorulara cevap vermek istiyor. Mesela
“hayatın amacı nedir” veya “hayatı ne anlamlı kılıyor” diye sorduğunda
kastettiği şey sadece “insanlar ne yaptıklarında mutlu oluyorlar veya anlamlı
bir hayat yaşadıklarını düşünüyorlar” sorusu değil. Thagard “hayatın amacı ne
olmalı” veya “insanca bir hayat nasıl olmalı” sorusuna da cevap verebileceğini
iddia ediyor. Kitabın tartışmalı olan yönü de burası.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Hayatı ne anlamlı (yaşamaya değer) kılıyor? Thagard’a göre cevap “hiçbir
şey”, “din” ve “mutluluk” olamaz. Hayatın hiçbir anlamı veya objektif değeri
yok diyen nihilizm doğru olamaz çünkü birçok insan hayatlarını değerli kılacak
sebepler buluyor ve birçok insan mutlu olduğunu söylüyor. Din de cevap olamaz
çünkü bazı insanlara huzur verse de dinsel inanç sistemleri birçok yanlış
inanca ve hatalı akıl yürütmelere dayanıyor. Son olarak cevap mutluluk da
olamaz çünkü mutluluk hayatın anlamı olmaktan ziyade anlamlı bir hayat
sonucunda ortaya çıkan şey. Anlamlı hayat yaşamadan da mutlu olunabilir ve
mutlu olmadan da anlamlı hayat yaşanabilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoHyperlink">O zaman hayatın anlamı nedir? Merakla bekleyen okuyucuya Thagard şu
cevabı veriyor: Sevmek, çalışmak ve oynamak. Yani anlamlı ilişkiler kurmak,
üretken faaliyetler sonucu tatmin edici başarılar elde etmek ve eğlenmek. Okuyucu
olarak bu noktada müthiş bir aydınlanma yaşadığımız söylenemez. Bazılarımız
Freud’un, bazılarımız ise anneannemizin çok benzer bir şeyi çok önceden söylediğini hatırlar gibiyizdir (gerçi Freud çalışmayı ve sevmeyi hayatın
anlamı olarak değil toplumsal hayatın temeli olarak öne çıkarıyordu). </span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Neden başka şeyler değil de sevmek, çalışmak ve oynamak? Çünkü Thagard için
bu üç faaliyet ilişki kurma (relatedness), ustalık kazanma (competence) ve özerk
olma (autonomy) ihtiyaçlarını karşılıyor. Thagard’ın normatif teorisinde
ihtiyaç kavramı merkezi bir role sahip. Temel ihtiyaçları karşıladığı ve bu
sayede insan olmayı sağladığı için sevmek, çalışmak ve oynamak hayatın anlamını
oluşturuyor. Ve bunların temel ihtiyaçlar olduğunu beyin araştırmalarından
hareketle biliyoruz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Thagard’ın kitaptaki tezlerini bu şekilde özetledikten sonra kısa bir
eleştirel değerlendirme yapalım. Özellikle üç soruya odaklanarak (<b><a href="http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/09515089.2012.677531">Landau, 2013</a></b>):<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
1. Hayatın gerçekten objektif bir anlamı var mı?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
2. Bu anlamı sağlayan şeyler gerçekten sevmek, çalışmak ve oynamak mı?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
3. Bunu gerçekten beyin araştırmalarından hareketle mi biliyoruz?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Nihilizme göre hayatın objektif bir anlamı ve değeri yoktur. Thagard’ın
kitaptaki argümanları nihilizmi çürütüyor mu? Aslında Thagard nihilizmi
çürütmeye çalışmıyor. Sadece doğru olmadığını varsayıyor. Mesela sevgi, çalışma
ve oyun temel ihtiyaçlarımızı karşılıyor ve gerçek anlamda insan olmamızı
sağlıyor diyor. Ama “insan olmak” gerçekten değerli bir şey mi? Nihilistler
buna hayır cevabı verirler. Bu yüzden kitapta aslında nihilizme karşı verilmiş
bir cevap yok. Bazı faaliyetlerin insanları mutlu etmesi ve hayatlarının
anlamlı hale geldiğini düşündürmesi bir nihilisti hayatın yaşamaya değer
olduğuna ikna edecek şeyler değil. Üstünde durmaya değer tek felsefi meselenin
intihar olduğunu düşünen Camus ve hiç doğmamış olmanın doğmaktan her zaman daha
iyi olduğunu düşünen <b><a href="https://global.oup.com/academic/product/better-never-to-have-been-9780199549269?cc=tr&lang=en&" target="_blank">Benatar</a></b> muhtemelen Thagard’ın argümanlarına burun kıvırıp
geçerdi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Biz de nihilistlere burun kıvırdık ve hayatın gerçek anlamını aramaya devam
ettik diyelim. Bulacağımız cevap kaçınılmaz olarak sevmek, çalışmak ve oynamak
mı olur? Thagard’a göre bunlar temel ihtiyaçları karşılayan ve insan olmak için
gerekli olan şeyler. Bu gene Thagard’ın öyle olduğunu göstermediği, sadece
varsaydığı bir şey. Ülkesini kurtarmak için hayatının çoğunu cephelerde geçiren
bir asker, insan haklarını savunmak için hayatını hapishanede geçiren bir
aktivist veya münzevi yaşayıp hayatını tefekkürle geçiren bir keşiş Thagard’a
göre anlamlı bir hayat yaşamıyor. Zira hayatlarında Thagard’ın anladığı anlamda
sevgi, çalışma ve oyun yok. Oysa çoğu kimse bu insanların hayatlarının anlamsız
olduğu fikrine katılmayacaktır. Bu insanların hayatlarını anlamlı saymak için
pozitif duygular içinde olmaları gerekmez çünkü pozitif duyguların anlamlı
hayat için yeterli ve gerekli olmadığını Thagard kendisi de kabul ediyor.
Mesela bir uyuşturucu bağımlısı kendisine müdahale eden biri olmadığı sürece
hayatını maksimum düzeyde haz içinde geçirebilir ama anlamlı bir hayat yaşadığı
söylenemez.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ayrıca sevmenin, çalışmanın ve oynamanın hayatı anlamlı hale getirdiğini
kabul etsek bile bu, anlamlı bir hayat yaşamak için sadece bir ilk adım.
<b><a href="http://ndpr.nd.edu/news/24414-the-brain-and-the-meaning-of-life/">Roskies</a></b>’e göre asıl mesele anlamlı sevgiye, anlamlı işe ve anlamlı eğlenceye
nasıl ulaşacağımız ve bu üçü arasındaki dengeyi nasıl kuracağımız. Thagard’ın
kitabı maalesef bu bakımdan yol gösterici değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Son olarak, beyin araştırmalarının hayatın anlamı tartışmalarına bir
katkısı var mı? Landau’ya göre psikolojik ve felsefi düzeydeki analiz bunun
için yeterli. Mutlu olmak veya insan olmak için ilişki içinde olmak gerektiğini
zaten biliyorsak aşıkların beyinlerinin hangi bölgesinin aktivasyon gösterdiğini
bilmenin bize hayatın anlamıyla ilgili söyleyeceği ek bir şey yok. İlişkiler
olmadığında beyinde neyin değiştiğini bilmek ilginç olurdu ama “ilişkiler
olmadığında hayat anlamsız olur” diyebilmek için bunu bilmeye gerek yok.
Buradaki sorun beyinle ilgili bilgimizin eksik olması değil. Beyinle ilgili
her şeyi bilsek bile insanlara yine ne hissettiklerini sormamız gerekiyor ve
ancak bu soruya aldığımız cevaptan hareketle anlamlı hayat yaşamakla ilgili
teoriler kurabiliriz. Ayrıca Thagard’ın bahsettiği üç ihtiyacın beyinde
karşılığının olması bunların temel biyolojik ihtiyaçlar olduğunu göstermez.
Psikolojik olan her şeyin beyinde bir karşılığı olacaktır. Bunu söylemek zaten
doğalcılığın gereği. Uyuşturucu ihtiyacının da beyinde bir karşılığı var (kokain
beklentisi beyindeki ödül sistemini harekete geçiriyor) ama bu Thagard’a göre
bir temel ihtiyaç değil. Dolayısıyla Thagard neden bazı ihtiyaçlar temel de
diğerleri değil sorusunun cevabını da tatmin edici bir şekilde vermiyor. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sonuç olarak Thagard’ın kitabını duygular, düşünceler ve kararlar
konusundaki son psikolojik ve nörobilimsel bulguların güzel bir özeti olarak
tavsiye edebiliriz. Hayatın anlamı konusunda ise Sokrates’in kaldığı yerden
sorgulamaya devam etmemiz gerekiyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p><br /></o:p></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Landau, I. (2013). Neurology, psychology, and
the meaning of life: On Thagard’s <i>The
Brain and the Meaning of Life. Philosophical Psychology, 26</i>, 604-618.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Thagard, P. (2010). <i>The brain and the meaning of life</i>. Princeton: Princeton University
Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1X010IGR-Jdavyv9O2L9LNe9HDcS5JTUcI3E_xkqjGm95Na8g9aYSAj30m-jt1Y1Fz52y97YzDY7VjuH0021iZaca783GLBHltnKPLLWNaVl7whPlS4NOqWzYMh8Wa0R-WBP2B4_uhyP2/s1600/42.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="124" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1X010IGR-Jdavyv9O2L9LNe9HDcS5JTUcI3E_xkqjGm95Na8g9aYSAj30m-jt1Y1Fz52y97YzDY7VjuH0021iZaca783GLBHltnKPLLWNaVl7whPlS4NOqWzYMh8Wa0R-WBP2B4_uhyP2/s200/42.jpg" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US"><br /></span></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-52135781115940944982013-08-06T02:27:00.003+03:002017-09-21T18:35:33.176+03:00Sosyal İnşacılık ve Freudcu Psikanaliz<br />
<div class="MsoNormal">
<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=1484872129400273491" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"></a>Radikal sosyal inşacılık
geçtiğimiz 20 yılın “bilim savaşları”nın baş aktörlerinden. Sosyal inşacılığın
bilimsel epistemolojiye ve bilimsel rasyonelliğe yaklaşımı bilim felsefesi
çevrelerinde genellikle kabul görmüyor. Fakat Belçikalı iki felsefeciye göre (<a href="http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1755-2567.2011.01098.x/abstract"><b>Boudry & Buekens, 2011</b></a>) klasik Freudcu psikanaliz “sosyal inşacılığın bilimle
ilgili iddiaları doğru olsaydı bilim nasıl bir şey olurdu” sorusuna cevap
olarak çok uygun bir örnek teşkil ediyor.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Sosyal İnşacılık<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sosyal inşacılık terimi
çok değişik anlamlara gelebiliyor. Yazarlar bu makalede terimi epistemolojik
boyutuyla ele alıyorlar. Geleneksel epistemolojide bir şeye neden inandığımızın
en doğal açıklaması olarak o şeyle ilgili kanıta (doğadan gelen ampirik veriye)
sahip olmamız gösterilir (Boghossian, 2006). Radikal sosyal inşacılığa göre ise
inançlarımızın ve bilimsel bilginin oluşturulmasında doğal dünyanın hemen hemen
hiçbir rolü yoktur. Dünyayla ilgili veriler inançlarımızı hiçbir şekilde
sınırlandırmaz. Bilimsel inançlar da dahil olmak üzere inançların
açıklanmasında asıl önemli rolü oynayan sosyolojik bağlam ve ideolojik etkilerdir
(Collins, 1981).<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sosyal inşacılığın bu iddiası
ilk bakışta o kadar sağduyuya aykırı görünüyor ki herhangi bir kimse bu kadar
radikal bir görüşe gerçekten inanabilir mi, veya savunmaya kalkarsa nasıl
savunabilir diye insan merak ediyor. Kukla’ya (2000) göre sosyal inşacılar
şöyle bir retorik strateji izliyorlar: Önce çok radikal bir iddia ortaya
atıyorlar; bunun savunulamaz olduğu gösterildiğinde daha zayıf bir iddiaya
doğru geriliyorlar ve yanlış anlaşıldıklarını, baştan beri savunduklarının
zaten bu zayıf iddia olduğunu ileri sürüyorlar. Yani üstlerine gidildiğinde
sosyal inşacılar bu kadar radikal fikirlere sahip olmadıklarını iddia etseler
de yazdıklarından bu anlamlar pekala çıkabiliyor. (Sosyal inşacılığın felsefi
açıdan eleştirisi için Koertge’ye (2000), Kukla’ya (2000) ve Boghossian’a
(2006) bakılabilir.)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Freudcu Psikanaliz<o:p></o:p></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Freudcu psikanalizin
birkaç boyutu var: hem bir psikoloji teorisi, hem insan zihnini incelemeye
yönelik bir yöntem, hem insan davranışını yorumlamaya yönelik bir kavramsal
çerçeve, hem de bir psikoterapi yaklaşımı. Bütün bu farklı boyutların
merkezinde “dinamik bilinçaltı” kavramı var. Zihinsel tecrübelerin,
davranışların ve patolojik durumların açıklanmasında bu kavram kullanılıyor. Bu
açıklamaların bilimsellikten ne kadar uzak olduğuna dair birkaç örnek verelim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Freud’un teorisine göre nevrozun
sebebi sapkın arzuların baskılanması ve tatmin edilmemesidir. Ama sapkın
arzular tatmin edildiği halde nevroz geliştiği de oluyor. Bu durum teoriyi
yanlışlıyor mu? Freud’a göre hayır (Cioffi, 1998). Arzular sapkın davranışlarla
tatmin edildiği durumda bile nevrozun ortaya çıkmasının sebebi sapkınlıktan
kaçınmanın baskılanmasıdır. Yani sapkınlığın baskılanması da nevroza sebep
oluyor, sapkınlıktan kaçınmanın baskılanması da. Nevroz hangi durumda ortaya
çıkarsa çıksın “nevrozun sebebi sapkın arzularla ilgili bir baskılanmadır”
fikri yanlışlanmamış oluyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bir diğer örnek “Oedipus
kompleksi” açıklamasını savunmak için Freud’un kullandığı mantık. Erkek
çocukların anneye karşı sevgi ve yakınlık göstermesi Oedipus kompleksiyle
açıklanır. Ama bazan erkek çocuklar anneye karşı soğuk davranırken babaya
yakınlık duyarlar. Freud bu durumu çocuğun anneye karşı duyduğu cinsel ilginin
bastırılması ve yön değiştirmesiyle açıklıyor. Yani çocuk anneye ne şekilde
davranırsa davransın anneye cinsel ilgi duyduğu açıklamasından vazgeçmiyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Freud’a göre “bilinçaltı”
yorumlanmaya, anlaşılmaya karşı aktif olarak direnç gösteren, bizi sürekli
kurnazca yanıltmaya çalışan bir varlıktır. Bu fikir uyarınca Freud hastanın
davranışında kendi açıklamasını destekleyen bir ipucu bulamadığında bunu
hastanın bilinçaltının direnç göstermesine bağlıyordu. Mesela bir hasta
rüyasında tatilini hiç sevmediği kaynanasıyla beraber geçirdiğini görüyor.
Freud’a göre rüyalar bilinçaltı arzuların gerçekleşmesini temsil eder. Arzu
edilmeyen bir şeyin rüyada görülmesi bu görüşü yanlışlar mı? Tabii ki hayır.
Freud’a göre hastanın bilinçaltı sırf Freud’un teorisinin yanlış çıkması için
teoriyle uyumlu olmayan bir rüya yaratmıştır. Bu da bilinçaltının kurnazca
direnç gösterdiği fikrinin kanıtıdır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Başka bir örnek: Hasta
Freud’un önerdiği (mesela penis hasetiyle ilgili) yoruma itiraz ettiğinde Freud
bunu hastanın direnç gösterdiği ve dolayısıyla kendi açıklamasının doğru olduğu
şeklinde yorumluyor. Peki hasta Freud’un yorumunu hemen kabul ederse? Elbette bu da Freud’un yorumunun doğru olduğu
anlamına geliyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Freudcu psikanalizin bir
başka sorunu kavramların değişik yerlerde değişik anlamlarda kullanılması.
Mesela “libido” bazan sadece cinsel istek anlamında, bazan da genel olarak
sevgi ve bağlanma anlamında kullanılıyor (Cioffi, 1998). Bu ikili kullanım sayesinde
hem libido arzularının neden bastırılması gerektiği açıklanıyor, hem de her
semptomun altında nasıl olup da libidonun yattığı anlaşılır hale geliyor. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Makalenin yazarlarına
göre burada dikkat edilmesi gereken nokta, bütün bu yanlışlanmaya karşı
bağışıklık kazanma stratejilerinin teorinin kendisinden ayrıştırılabilecek zayıflıklar
olmadığı, teorinin özünden kaynaklanan ve teorinin kavramsal çerçevesi içinde
tamamen meşru olan yöntemler olduğudur (ayrıca bak. Boudry & Braeckman, 2010). Bütün
bunlar sosyal inşacıların “doğada (bu durumda zihinde) neyin var olduğu, neye
inanacağımız üzerinde bir sınırlama koymaz” prensibini hatırlatıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Psikanalizin Sosyal İnşacı Yorumu<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bir şeyin sosyal olarak
inşa edildiği iddiasının ilginç olabilmesi için bunun en başta fark edilmeyip
inceleme sonucunda ortaya çıkarılmış olması gerekir (Boghossian, 2006). Mesela
para değerinin sosyal olarak inşa edildiğini söylemek ilginç değildir çünkü
insanların ona atfettiği değerden bağımsız olarak paranın “gerçekten” değerli
olduğunu zaten kimse iddia etmez. Yazarlara göre Freudcu psikanalizin bir tür
sosyal inşa olduğu iddiası bu anlamda ilginçtir çünkü buna göre
psikanalistlerin keşfettiklerini iddia ettikleri doğal (zihinsel) olgular
aslında tamamen teorinin kendisinden ve çarpık metodolojisinden kaynaklanan
sosyal inşa ürünü şeylerdir: Psikanalitik “olguları” (mesela bir rüya
sembolünün penis anlamına geldiğini) ancak teoriyi benimsemiş biri
görebilmektedir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Buradan hareketle
psikanalizin iki bakımdan sosyal inşacılığın bilim modeline uyduğunu
söyleyebiliriz: Teorilerin geliştirilmesinde ampirik veriler ihmal edilebilir
düzeyde bir rol oynamaktadır ve teorik tartışmaların çözümlenmesinde epistemolojik
kaygıların fazla bir rolü yoktur. Gerçekten de Sigmund Freud, Otto Rank, Alfred
Adler, Jacques Lacan, Karen Horney ve Melanie Klein gibilerin arasındaki teorik
tartışmaların çözüme kavuşturulmasını sağlayacak hiçbir rasyonel yöntem yoktur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
“Penis haseti” bu son
söylediğimiz şeye iyi bir örnek olabilir. 20. yüzyılın ikinci yarısında bu
doktrin psikanalitik çevrelerde yavaş yavaş terk edildi. Oysa 20. yüzyılın ilk yarısında
Freudcular bu doktrini defalarca “doğrulamışlardı” ve analitik teorinin temel
taşlarından biri olarak görüyorlardı. Ne oldu da bu doktrin sonradan
terk edildi? Buna cevap verebilmek için yeni ampirik verilerin elde edildiğini
veya yeni epistemolojik sebeplerin fark edildiğini düşünmeye gerek yok: Değişen
kültürel duyarlılıklar sonucunda penis haseti doktrini ataerkil ve kadın
düşmanı olarak görülmeye başladığı için terk edildi. Karen Horney’ın “rahim
haseti” kavramını da benzer kaygıların ürünü olarak görebiliriz. Sosyolojik ve
ideolojik sebepler psikanalitik teorinin neden ve nasıl değiştiğini açıklamak
için yeterli. Aynen sosyal inşacıların (bilimin geneli için) iddia ettiği gibi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yazarlar son olarak
saptamalarının sosyal inşacılık için de bir sorun teşkil ettiğini düşünüyorlar ve
bunu bir <i>modus</i> <i>tollens</i> argümanı şeklinde ifade ediyorlar: Sosyal inşacılığın
söylediği şey doğru olsaydı bilimin tamamı psikanaliz gibi olurdu; oysa
psikanaliz gerçek bilimi temsil eden bir disiplin değil; şu halde sosyal inşacılığın
söylediği şey bilimin geneli için doğru değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Kaynaklar<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Boghossian,
P. A. (2006). <i>Fear of knowledge: Against
relativism and constructivism</i>. Oxford: Oxford University Press.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Boudry, M.,
& Braeckman, J. (2011). Immunizing strategies and epistemic defense
mechanisms. <i>Philosophia, 39</i>, 145-161.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Boudry, M.,
& Buekens, F. (2011). The epistemic predicament of a pseudoscience: Social
constructivism confronts Freudian psychoanalysis. <i>Theoria, 77</i>, 159-179.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Cioffi, F.
(1998). <i>Freud and the question of pseudoscience</i>.
Chicago: Open Court.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Collins, H.
M. (1981). Stages in the empirical program of relativism: Introduction. <i>Social</i> <i>Studies of Science, 11</i>, 3-10.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Koertge, N.
(2000). “New age” philosophies of science: Constructivism, feminism and
postmodernism. <i>The British Journal for
the Philosophy of Science, 51</i>, 667-683.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US">Kukla, A.
(2000). <i>Social constructivism and the
philosophy of science</i>. New York: Routledge.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br />
<span lang="EN-US"> </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9Yck9mS8srrITmPefMGKmqfst2cI2X_vrlBGl-OO8-dIWK0KPWG0JPSTojiDtIOxR0Bpw7N5wfUgggZJg7W0eMPAriZK15RdbrtG-zzSsn0Gk_DNVIypaFWeCRzN9OOHxxsIa_khwcjO_/s1600/miro1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9Yck9mS8srrITmPefMGKmqfst2cI2X_vrlBGl-OO8-dIWK0KPWG0JPSTojiDtIOxR0Bpw7N5wfUgggZJg7W0eMPAriZK15RdbrtG-zzSsn0Gk_DNVIypaFWeCRzN9OOHxxsIa_khwcjO_/s320/miro1.jpg" width="278" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /><!--[endif]--></span></span>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<span lang="EN-US">
</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US"><span style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><!--[if gte vml 1]><v:shapetype
id="_x0000_t75" coordsize="21600,21600" o:spt="75" o:preferrelative="t"
path="m@4@5l@4@11@9@11@9@5xe" filled="f" stroked="f">
<v:stroke joinstyle="miter"/>
<v:formulas>
<v:f eqn="if lineDrawn pixelLineWidth 0"/>
<v:f eqn="sum @0 1 0"/>
<v:f eqn="sum 0 0 @1"/>
<v:f eqn="prod @2 1 2"/>
<v:f eqn="prod @3 21600 pixelWidth"/>
<v:f eqn="prod @3 21600 pixelHeight"/>
<v:f eqn="sum @0 0 1"/>
<v:f eqn="prod @6 1 2"/>
<v:f eqn="prod @7 21600 pixelWidth"/>
<v:f eqn="sum @8 21600 0"/>
<v:f eqn="prod @7 21600 pixelHeight"/>
<v:f eqn="sum @10 21600 0"/>
</v:formulas>
<v:path o:extrusionok="f" gradientshapeok="t" o:connecttype="rect"/>
<o:lock v:ext="edit" aspectratio="t"/>
</v:shapetype><v:shape id="_x0000_i1025" type="#_x0000_t75" style='width:348pt;
height:399.75pt'>
<v:imagedata src="file:///C:\Users\HASANB~1\AppData\Local\Temp\msohtmlclip1\01\clip_image001.jpg"
o:title="JuanMiro-Escargot-femme-fleur-toile-1934"/>
</v:shape><![endif]--><!--[if !vml]--><!--[endif]--></span></span></div>
Hasan G. Bahçekapılıhttp://www.blogger.com/profile/00287576285113096310noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-76576354401254249832013-04-21T18:58:00.001+03:002013-04-21T19:06:36.472+03:00Hippokampus ve Mental GPS<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8FgUo6e2eI11TNain2GPAAsQpWtv_AqS2Nuea33UHl7cpnSdNcnOHaiz7tJ5vXqrr5nGbw5dR50CAdL85M43-dkTRKQLqF0uuCqt5ayzWs7rrO9NKBJIi_Xkd7AkC3HEMcJtbxc9XBcc/s1600/rat_and_map_photo.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8FgUo6e2eI11TNain2GPAAsQpWtv_AqS2Nuea33UHl7cpnSdNcnOHaiz7tJ5vXqrr5nGbw5dR50CAdL85M43-dkTRKQLqF0uuCqt5ayzWs7rrO9NKBJIi_Xkd7AkC3HEMcJtbxc9XBcc/s1600/rat_and_map_photo.jpg" /></a></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR">Sıçanlar ve GPSleri<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">İçinde bulunduğumuz ortama göre nerede durduğumuzu ve etrafımızda nelerin olduğunu
öğrenmek ve hatırlamak ve bir sonraki adımda nereye gideceğimize karar vermek, yani
diğer adıyla navigasyon, kuskusuz ki organizmanın hayatta kalabilmesi için değişilmez
bir bilişsel yetenektir. Çoğu zaman bu türden kararlar verirken küresel
konumlanma sistemleri yani GPS’e (Global Positioning Systems) başvurmaktan kaçınmayız.
Nature dergisinin 18 Nisan 2013 tarihli sayısında çıkan makalelerinde Johns
Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi sinirbilimcileri, Brad Pfeiffer ve David
Foster, bu tür bir donanımın hâlihazırda beynimizde yer aldığını gösterdi. Peki, beyinde yer alan bu GPS nasıl çalışmakta? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">Kuşkusuz mental bir GPS öncelikle mental bi haritaya gereksinim duyacaktır.
Son yüzyılda sıçanlarda ve insanlara yapılan birçok deneyin sonucu bu türden
mental bir haritaya sahip olduğumuza işaret ediyor. Örneğin, 1940’li yıllarda ünlü davranışçı
psikolog Edward Tolman sıçanların yönlerini bilişsel bir harita aracılığıyla bulduğunu
gösterdi. Tolman’a göre sıçanlar bir labirente bırakıldıklarında sadece sağa
sola koşturmanın ötesinde etraftaki ipuçlarını (labirentin bulunduğu odanın kapısı,
penceresi vb.) kullanarak o labirentin mental bir haritasını da çıkarmakla uğraşmaktaydılar.
Bu yorumu doğrulayan Tolman ve ekibinin deney sonuçları göstermiştir ki daha önce
labirentte gezinmiş ve dolayısıyla labirentin mental haritasını çıkarmış sıçanlar
bir ödülün (örneğin bir parça peynirin) yerini bu labirenti daha önce hiç görmemiş
“naif” sıçanlara göre çok daha hızlı öğrenmiştir. Sonraki yıllarda O’Keefe ve
Nadel (1978) adlı iki sinirbilimci bu tur bir mental haritanın beynin hippokampus
bölgesinde temsil edildiğini göstermişlerdir. Buna göre hippokampuste bulunan “yer
nöronları”(place cells) mental haritada ayrı ayrı yerleri temsil ederler. Böylelikle sıçan içinde bulunduğu ortamın
belli bir yerinde durduğunda bu lokasyona karşılık gelen hippokampal yer nöronu
aktive olur </span>(bknz. Figür 1).</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgd6Mu4nQ6tRdYV4bsNjCLzk4ZMxmq7d9D-CYueme2a2n0KNK0PNM9qOW9wuot5Ady8gMlm-Pv58Rsj4x5i8I5MPEBxoDFwvwAnFhnzgbhBamCIo0OA8B3lM_i_13LsfHjc90gaa33mpQo/s1600/mousemapjpeg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgd6Mu4nQ6tRdYV4bsNjCLzk4ZMxmq7d9D-CYueme2a2n0KNK0PNM9qOW9wuot5Ady8gMlm-Pv58Rsj4x5i8I5MPEBxoDFwvwAnFhnzgbhBamCIo0OA8B3lM_i_13LsfHjc90gaa33mpQo/s400/mousemapjpeg.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: x-small; text-align: start; text-indent: 48px;">Figür 1</span></td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi Nature dergisinin Nisan 2013’te çıkan sayısında
yer alan Pfeiffer ve Foster’in makalesine göre(deneyin haberi için bknz.
Schmidt ve Redish, 2013) hippokampus canlıya
sadece bulunduğu yerin diğer yerlere göre göreceli konumunu bildirmekten daha fazlasını
yaptığını ortaya koyuyor. Pfeiffer ve Foster’ın deneyinde sıçanlar bir arenanın
farklı noktalarına yemek kırıntılarını toplamaları için bırakılmıştır (bknz. Figür
2). Sıçanlar bu lokasyonları öğrendikten sonra beyinlerine hippokampus bölgesinden
elektriksel değişiklikleri kaydedecek şekilde elektrotlar yerleştirilmiştir. Böylelikle araştırmacılar öncelikle sıçanlar
hareket ederken arenanın hangi bölgelerinde hangi yer nöronlarının aktive olduğunu
saptamışlardır. Deneyin test kısmında ise sıçanlar arenaya tekrar döndürülmüş
ve arenada farklı yemek lokasyonlarını ararken yer nöronlarının nasıl davrandığı
kaydedilmiştir. İşte tam burada deneyin en ilginç bulgusu yer almakta. Sonuçlara
göre deneyin her hangi bir anında sıçanın bulunduğu lokasyona karşılık gelen
yer nöronu aktive olmakla kalmamış bununla birlikte yemek kırıntılarına ulaşmak
için geçeceği yerlere karşılık gelen nöronlar da aktive olmuştur. Kısacası
hippokampal yer nöronları test sırasında bir GPS gibi sıçana gitmesi gereken
yerleri de göstermektedir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzxX5DudV4t0OoscRpt-JuVXQyIctNeeEPz-3-FRx5IVYBVSWnIqIAX7pEq-iwt880a0P4dcIgvGnbVnp7fZM_Gzkgeofh2Zb_dV0XjY0DvC2LlZraakLkBnvZZWnmimxluOjHZqtMqhA/s1600/nature12095-f1.2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzxX5DudV4t0OoscRpt-JuVXQyIctNeeEPz-3-FRx5IVYBVSWnIqIAX7pEq-iwt880a0P4dcIgvGnbVnp7fZM_Gzkgeofh2Zb_dV0XjY0DvC2LlZraakLkBnvZZWnmimxluOjHZqtMqhA/s400/nature12095-f1.2.jpg" width="308" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: x-small; text-align: start; text-indent: 48px;">Figür 2</span></td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">Bu deney açıkça gösteriyor ki beynimiz sadece nerede olduğumuzla ilgili bir
farkındalık yaratmanın yanında daha önce öğrendiğimiz mental haritaları
kullanarak bir GPS görevi de üstlenmekte. Böylelikle beynimiz de GPS aletleri gibi
mental harita öğrenildikten sonra cevrede bulunan ipuçlarına bakarak ortamdaki yerimizi
saptamanın ötesinde amaçladığımız yere giden en kısa ve belki de en güvenli ya
da en kolay yolun haritasını da çıkarıyor. Bu türden mental bir GPSi nasıl daha
etkili kullanabileceğimiz ise önümüzdeki yılların araştırmalarına konu olacak
gibi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Münir Güneş Kutlu<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Kaynakça<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
O'Keefe, J.,
& Nadel, L. (1978). The hippocampus as a cognitive map (Vol. 3, pp.
483-484). Oxford: Clarendon Press.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
Pfeiffer, B.E.,
& Foster, D.J. (2013). Hippocampal place-cell sequences depict future paths
to remembered goals. Nature; advance online publication.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
Schmidt, B. &
Redish, A.D. (2013). Neuroscience: Navigation with a cognitive map. Nature;
advance online publication.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
Tolman, E.C., Gleitman,
H. (1949). Studies in spatial learning; place and response learning under
different degrees of motivation. Journal of experimental psychology, 39 (5): 653–9.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
kutluguneshttp://www.blogger.com/profile/10235421284026080385noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-35154745057826289852013-04-08T06:46:00.001+03:002013-12-26T09:13:41.117+02:00Bebeklerde ve Hayvanlarda Ahlakın Temelleri<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<b><span lang="TR">Bebeklerde Ahlak</span></b><span lang="TR">ı<b>n
Temelleri</b></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><b><br /></b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"> 3 Ağustos 2010 yılında önce Özdemir
İnce Hürriyet gazetesinde ardından da 25 Ağustos 2010 tarihinde Mustafa Akyol Star
gazetesinde bebeklerin ahlakı üzerine birbirlerine zıt iki yazı yazdılar. İki yazı
da Mayıs 2010 tarihinde New York Times’da çıkan ve Yale Üniversitesi Psikoloji profesörü
Paul Bloom’un 6 aylık bebeklerde dahi ahlak bilincinin varlığını gösterdiğini
iddia ettiği yazısı üzerine yazılmıştı. Aşağıdaki video linkinde de görülebileceği
gibi (bknz. Video#1) Bloom’un anlattığı ve PNAS dergisinde yayınlanan deneyde 6
aylık bebeklere laboratuvar ortamında üç kukla izletiyor, ortadaki kukla
elindeki topu sağdaki kuklaya atınca bu kukla topu ortadaki kuklaya geri
verirken soldaki kukla aynı şekilde kendisine verilen topu alıp kaçıyordu. Daha
sonra bebeklere soldaki veya sağdaki kuklanın elindeki şekerlerden birini alma fırsatı
veriliyordu (deneyin video linkindeki versiyonunda bebeklerden iki kukladan
birini seçmesi isteniyor). Deneyin sonucuna göre bebekler istatiksel olarak anlamlı
şekilde daha önceki oyun sırasında yaramazlık yapan ve topu alıp kaçan soldaki kuklanın
elindeki şekeri almayı tercih ediyorlar, bu ceza yetmezmiş gibi bir kaçı da bu
kuklaya bir tokat atmayı ihmal etmiyordu. Benzer bir deneyde Bloom ve arkadaşları
bebeklere iki olay izletti. İlk olayda bir kukla bir tepeye çıkmaya çalışıyor
fakat başaramıyor ikinci bir kukla (yardımcı) bu kuklayı iterek yardım ediyor
tepeyi çıkmayı başaran kukla ise tepede sevinerek zıplıyordu. İkinci olayda ise
üçüncü bir kukla (engelleyici) tepeye çıkmaya çalışan kuklayı geri iterek çıkmasını
engelliyordu. Bir kez daha bebeklerden yardımcı ve engelleyici kukla arasında
secim yapmaları istendiğinde bebekler %80 oranında yardımcı kuklayı seçiyorlardı.
Bir başka deneyde ise bebekler bir kez daha bir oyuncak kutusunu açmaya çalışan
kuklayı engelleyeni değil açmasına yardımcı olan kuklayı tercih ediyorlardı.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div align="center">
<iframe frameborder="0" height="373" id="nyt_video_player" marginheight="0" marginwidth="0" scrolling="no" src="http://graphics8.nytimes.com/bcvideo/1.0/iframe/embed.html?videoId=1247467772000&playerType=embed" title="New York Times Video - Embed Player" width="480"></iframe>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: center;">
<span lang="TR">Video #1</span></div>
</div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR"> Peki bu deneylerin sonucu bize ne gösteriyor? Aslında bu sorunun cevabi yukarıda
bahsi gecen yazarlar için birbirinden farklı. Örneğin Bloom’a göre bu deney
Freud’un ya da ünlü gelişim psikoloğu Jean Piaget’nin öne sürdüğü bebeklerin dünyaya
ahlak bilincinden yoksun geldikleri inancın aksine doğduklarında zaten ilkel
bir düzeyde de olsa bir ahlak içgüdüsüne sahip olduklarını göstermekte. Deney tabii
ki eleştirilmemiş de değil. Örneğin, Scarf ve arkadaşları (2012) tepeye çıkan kuklanın
sevinerek zıplamasını pozitif algılayan bebeklerin bu olayla ilişkilendirdikleri
yardımcı kuklayı seçtiğini bir deneyle göstermiş durumdalar. Bu sonuca göre
bebekler ahlaki bir karar vermiyor sadece daha çok ilgilerini çeken olayla ilişkili
nesneleri beğeniyorlar. Bunun dışında 6 aylık bir bebeğin dünyada o ana kadar geçirdiği
zamanda hiçbir şey öğrenmediğini ve deneyin sonucunda ortaya çıkan basit ahlak yapısının
sadece doğuştan geldiğini de iddia etmek biraz güç. Yine de deneyin sonucunun doğru
olduğunu kabul edersek dünyaya geldikten çok kısa bir sure sonra haklıyı haksızdan
ayırma yetisine sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. <o:p></o:p></span><br />
<span lang="TR"><br /></span>
<span lang="TR"><br /></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGkFAjR2wWUVF4Irm8Fgphd3DB_3WU37a1-tlb5c1768jqe_dAF3-M5N4ACThgX_R0t4SBMY4nMPzcN6Mpy6VJYC2mkbjWOYe8sH25io_4kBGBddbM-RraeeGbmXHUyOhZTKlw2Vrdnbo/s1600/babies.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="246" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGkFAjR2wWUVF4Irm8Fgphd3DB_3WU37a1-tlb5c1768jqe_dAF3-M5N4ACThgX_R0t4SBMY4nMPzcN6Mpy6VJYC2mkbjWOYe8sH25io_4kBGBddbM-RraeeGbmXHUyOhZTKlw2Vrdnbo/s400/babies.jpg" width="400" /></a></div>
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">Mustafa Akyol’un deneylerle ilgili yorumu ise Darwin’le birlikte evrim
teorisinin yaratıcılarından Alfred Russel Wallace’inkine daha yakın. Wallace insanların
“yüksek ahlak anlayışının” biyolojik bir surecin sonucu ortaya çıkamayacak
kadar zengin olduğunu yazmış böylece ahlakin insanlara ancak tanrı tarafından verilmiş
olabileceği sonucuna varmıştır. Bloom’un
New York Times makalesinde de Dawkins’in Tanrı Yanılgısı kitabında (s. 203-204)
da belirttiği gibi “fedakar (altruistic)” davranışlar Darwin’in “doğal seçilim”
ve Dawkins’in “bencil gen” fikirlerine ters düşüyor çünkü bu birbirine sıkı sıkıya
bağlı iki fikir de insanın önce kendi hayatta kalış ve üreme sansını arttırması
için fedakar davranıştan uzak durması gerektiğini öngörmekteler. Dolayısıyla bu
tur davranışlar biyolojik değil ancak kültürel evrimin bir parçası olabilir
yani öğrenilmiş olmak zorundadırlar. İlk bakışta Bloom ve arkadaşlarının
bebeklerde ahlak</span>ın basit formunu bulması bu son opsiyonu da ortadan kaldırmış görünüyor.
Mustafa Akyol da makalesinde Bloom’un sadece bir sonraki paragrafta tam tersini
göstermek için bahsettiği ve Wallace ve diğer yazar/düşünürlerin yorumlarının
ciddiye alınması yönünde söylediği cümleyi alıntılıyor, Bloom’un kendi
bulgusunun nasıl evrim teorisiyle ters düşmediğiyle ilgili sonraki 4 paragrafı
“… zorlayıcı bir bulgu karşısında bir açıklama bulma çabası” olarak geçiştiriyor.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">Bu noktada şunu belirtmek gerekir ki Bloom sonraki paragraflarda kendi
bulgusunun olduğundan daha büyük bir anlama çekilmemesi için gerekli çabayı gösteriyor.
Bloom’un da belirttiği gibi bahsi geçen deneylerde bebeklerin ortaya koyduğu
ilkel ahlak bilincinin Wallace’ın bahsettiği fedakârlık gibi yüksek ahlaki değerler
olmadığını görmek çok da zor değil. Muhtemelen, aklı başında hiç kimse
bebeklerin tam bir ahlaki anlayışla doğduğunu ve zaman içinde bu bilincin hiç gelişmediğini
iddia etmeyecektir. Buna karşılık 17. yüzyılda yasamış İngiliz felsefeci John
Locke’un ortaya attığı ve insan zihninin daha sonraki tecrübeleriyle
doldurulacak boş bir levha olarak dünyaya geldiğini iddia ettiği “tabula rasa” fikri
de özellikle son yüzyıldaki biyoloji ve genetik çalışmalarla artık kabul edilen
bir görüş olmaktan çıkmıştır. Bloom da yazısında kendi bulgularının sadece bir yatkınlığa işaret ettiğini ve bebeklerde yüksek ahlaki değerleri bulmaya çalışan birçok
deneyin başarısız olduğunu ortaya koymuştur. Bu anlamda Bloom ve ekibinin deney
sonuçları sadece belli bir düzeyde yatkınlığı gösterdiği için tam da doğaya karşı
yetiştirme (nature versus nurture) tartışmasında birçok bilim adamının benimsediği
“hem doğa hem yetiştirme” pozisyonuna yakın bir konum almaktadır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">Bloom’un da makalesinde belirttiği gibi fedakârlık gibi ahlaki davranışlar
ilk bakışta doğal seçilim ve bencil gen fikirlerine ters düşse dahi yaradılışçıların
öne sürdüğünün aksine evrim teorisi bu tur davranışların neden ortaya çıktığını
açıklamakta zorlanmaz. Buna göre evrim sureci içerisinde insan ve diğer sosyal
hayvanlar sadece bireyler olarak ortaya çıkmazlar sosyal davranış
karakteristiklerine göre de seçilirler. Kendi grubu için fedakârlık göstermeyen,
yardım etmeyi öğrenemeyen, grubun diğer bireylerine empati ve merhamet
duyamayan bireyler aynı türden davranışları grubun diğer üyelerinden
bekleyemezler. Bu nedenle hem insanlarda hem de grup halinde yasayan her canlı
türünde görünüşte kendi zararına da olsa sonuç itibariyle grubun ve ileriki
bir zamanda kendi yararına uygun davranışlar görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Örneğin,
bugün grubun bir üyesine yardım etmeyen bir kişi ileri de kendi zor duruma düştüğünde
kendisine yardım edilmeyi bekleyemez ve hayatta kalma ve üreme şansını düşürür.
Bu yüzden adalet, cezalandırma, karşılıklı yardım ve empati gibi mekanizmalar
bizim anladığımızdan çok daha ilkel düzeyde çalışsa bile toplumu bir arada
tutucu bir özelliğe sahiptir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span lang="TR">Hayvanlarda Ahlak<o:p></o:p></span></b><br />
<b><span lang="TR"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">Ahlak</span>ın temellerinin bilimsel olarak anlaşılması Bloom’un New York Times
makalesiyle sınırlı değildir. Hâlihazırda geniş bir literatüre sahip olan
ahlakın evrimi konusunda sadece bebeklerin değil maymunların ve hatta basit
memelilerin de en az Bloom’un bebeklerde gösterdiği komplekslikte ahlaki davranışlara
sahip olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Her biri kendi başına uzun yazılar
olabilecek bu alt konu başlıklarından bazılarını örnek olarak görelim.<br />
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR">Hollandalı primatolog ve etolog Frans de Waal’e göre sahip olduğumuz ahlak
iki ana sütun üzerine inşa edilmiştir, karşılıklı ilişki (reciprocity, adalet
duygusu) ve empati (merhamet). Konuyla ilgili de Waal’in 2012 yılında gerçekleştiği
TedTalkta da (bknz. Video#2) belirttiği gibi insanların yüksek ahlaki yapısı bu
iki ana baslıkla sınırlanamayacak kadar geniş olsa dahi karşılıklı ilişki ve
empati ortadan kalktığında insansı bir ahlak yapısından bahsetmek mümkün olmayacaktır.
De Waal ve daha birçok araştırmacıya göre sosyal gruplar halinde yasayan hayvanlar
için işbirliği, adalet duygusu, cezalandırma, empati ve merhamet gibi davranışlar
olmadan doğada sağ kalmak mümkün olamaz. De Waal ve arkadaşları bir çok deneyle
bu türden ahlaki/sosyal adalet davranışlarını maymunlarda incelemektedir. Örneğin,
bu çalışmalardan birine göre (bnkz. Video#2) yanyana iki kafeste tutulan şempanzelerden
birinde iki turlu marka bulunmaktadır. Karar verici şempanze kırmızı marka ile
deneycinin sadece kendisine yemek vermesini sağlarken yeşil marka ile
deneycinin hem kendisine hem de yan kafesteki şempanzeye yemek vermesini sağlayabilmektedir.
Sonuçlara göre karar veren şempanze her şekilde ödül alabildiği halde daha
sosyal ve adil bir davranış olarak yeşil markayı bencil kırmızı markaya göre anlamlı
şekilde daha çok seçmiştir.</span> İlginç olan bu secim yan kafeste başka bir şempanze
yokken neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır.
Bu deney açık bir şekilde gösteriyor ki şempanzelerde basit anlamda da
olsa empati kurma, karşılıklı ilişki, ve adalet duygusu şekillenmiştir. De Waal
bir başka deneyinde Capuchin maymunlarının daha az tercih edilen salatalığı
sadece her iki taraf da salatalık aldığında kabul ettiklerini diğer tarafa daha
çok tercih edilen uzum verildiği zaman salatalığı yemeyi ret ettiklerini göstermiştir
(bu deneyin çarpıcı videosu için bknz. Video#2 12:48). Bu ve daha birçok deney
sosyal şekilde yasayan hayvanların özellikle adalet, cezalandırma, karşılıklı yardım,
hatta özgecilik yetilerine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bu türden yetilere
bir örnek de bloğumuzun Basit Memelilerde Empati Mümkün Mü? yazısında konusu
geçen Bartal ve arkadaşlarının sıçanlarda empatinin varlığını gösterdikleri
deneyidir. Bu geniş literatürü daha uzun bir yazı yazmak üzere şimdilik bu örneklerle
kapatıyoruz.</div>
<br />
<div align="center">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" mozallowfullscreen="" scrolling="no" src="http://embed.ted.com/talks/frans_de_waal_do_animals_have_morals.html" webkitallowfullscreen="" width="560"></iframe>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
Video #2<br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<b><span lang="TR">Sonuç: Evrim Ahlakin Varlığını Açıklamakta
Zorlanmaz</span></b></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<b><span lang="TR"><br /></span></b></div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR">Bilim dünyasının genel kanısı sadece insanda değil hayvanlarda da ahlakın
daha basit formlarda da olsa var olduğu yönündedir. Ahlakın gelişmesinin büyük
bir kısmı insanların ve hayvanların grup içindeki tecrübelerine dayanarak
nesilden nesile geçmiş sosyal normlara ayak uydurmasıdır. Ama Bloom ve arkadaşları
gibi araştırmacıların deneyleri bize sahip olduğumuz türden yüksek bir ahlak anlayışı
geliştirebilmemiz için gerekli bilişsel yeteneklerin doğuştan var olduklarını işaret
ediyor. Bu temel mekanizmaların nasıl işleyeceği ve nasıl sonuçlar çıkaracağını
ise tamamen yaşadığımız kültürel grubun yazılı veya yazısız kuralları
belirliyor. Örneğin, ayn</span>ı doğuştan gelen mekanizmalarla bir insan batı/Hristiyan
ahlaki, orta doğu/Müslüman ahlaki, veya Afrika yerlilerinin ahlak kuralları gibi
birbirlerinden çok farklı hatta çoğu zaman birbirine zıt ahlak sistemlerini
kazanabiliyor. De Waal ve arkadaşlarının gösterdiği gibi bu tür birbirinden çok
farklı ahlak anlayışlarının grup için fedakârlık, ya da hırsızlığın kötü olması
ve cezalandırılması gerektiği gibi ortak olan ilkel temelleri de hayvanlarda
bile gözlemlenebiliyor. Bu da bize evrimin genel isleyişi açısından var olan bulguların
bir problem teşkil etmediğini bir kez daha göstermekte.</div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR"> Son olarak evrimci-yaradılışçı tartışması ile ilgili genel bir yorum… Çoğu
zaman bilim dışından kimselerin bilimsel verileri kullanarak yaradılışçı
pozisyonu güçlendirmeye çalıştıklarını görürüz. Bu tartışmanın sağlığı için hem
iyi hem kötüdür. İyidir çünkü tartışma genel hatlarıyla bilimsel metot üzerinden
devam etmektedir. Kötü olan kısmıysa çoğu zaman bilimsel gelenekle ilgili
sın</span>ırlı bilgiye sahip kişiler tarafından bilim adamlarının üslupları yanlış anlaşılır.
Bunun çok iyi bir örneği Akyol’un Star gazetesi için yazdığı yazıda da görebiliriz.
Akyol Bloom’un tartışmanın yaradılışçı kısmı için Wallace ve D’Souza gibi
isimlerin konuyla ilgili görüşlerinin ciddiye alınmasını söylediği kısmını yazısında
bir evrimcinin kabullenişi olarak algılamayı seçiyor. Oysa bu türden bir anlatım stili iki görüşü karşılaştıran ve test eden bütün bilimsel makalelerde görülmektedir.
Bu hiçbir yazarın kendi hipotezi karşısına ciddi olmayan veya kolay yıkılacak
bir hipotez anlamına gelen “strawman hypothesis” koymak istememesinin bir
sonucudur. Bu yüzden her bilim adamı makalesinde önce karşı tarafı mümkün olan
en güçlü şekilde tarif eder ve sonradan da kendi hipotezini destekleyen
bulgularla çürütür. Tekrar etmek gerekirse bu tür bir yazı stili hiçbir zaman yanlış
bir hipotezi destekleyen yazarın kabullenişi değil kendi hipotezini yüceltme biçimidir.</div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR">Basit Memelilerde
empati mümkün mu? <o:p></o:p></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR">http://insandogasi.blogspot.com/2011/12/basit-memelilerin-empati-kurmas-mumkun.html<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR"> </span> </div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR" style="background: white; color: #222222; font-family: "Arial","sans-serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%; mso-ansi-language: TR;">Bartal, I. B.-A., Decety,
J., & Mason, P. (2011). Empathy and pro-social behavior in rats. Science,
334, 1427-1430.<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR" style="background: white; color: #222222; font-family: "Arial","sans-serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%; mso-ansi-language: TR;">Bloom, P. (2010). The
moral life of babies.<span class="apple-converted-space"> </span><i>New York
Times Magazine</i>,<span class="apple-converted-space"> </span><i>3</i>.<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR" style="background: white; color: #222222; font-family: "Arial","sans-serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%; mso-ansi-language: TR;">Hamlin, J. K., Wynn, K.,
Bloom, P., & Mahajan, N. (2011). How infants and toddlers react to
antisocial others.<span class="apple-converted-space"> </span><i>Proceedings
of the national academy of sciences</i>,<span class="apple-converted-space"> </span><i>108</i>(50),
19931-19936.<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; text-indent: -.5in;">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR" style="background: white; color: #222222; font-family: "Arial","sans-serif"; font-size: 10.0pt; line-height: 107%; mso-ansi-language: TR;">Scarf, D., Imuta, K.,
Colombo, M., & Hayne, H. (2012). Social Evaluation or Simple Association?
Simple Associations May Explain Moral Reasoning in Infants.<span class="apple-converted-space"> </span><i>PloS one</i>,<span class="apple-converted-space"> </span><i>7</i>(8), e42698.<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
</div>
</div>
kutluguneshttp://www.blogger.com/profile/10235421284026080385noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-17254412475901795432013-03-27T07:22:00.001+02:002013-03-27T16:39:32.983+02:00Sadece Bir Teori?<br />
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">2012 Amerikan başkanlık seçimleri için Cumhuriyetci Parti aday adayı ve
Teksas Valisi Rick Perry seçim kampanyası sırasında evrimle ilgili yöneltilen
bir soruya “Evrim sadece bir teoridir ve içinde bazı eksiklikler bulundurur. Bu
yüzden biz Teksas’ta hem evrimi hem de yaratılışçılığı okullarda öğretiyoruz”
cevabini verdi. Rick Perry seçim kapanyasının devamında bir çok skandala imza
atacak ve sonunda akıl sağlığından şüphe duyulması sonucunda aday adaylığını
geri çekmek zorunda kalacaksa da, Amerika Birleşik Devletlerinde Rick Perry’nin
de ifade ettigi evrimin “sadece” bir teori oldugu fikri hic de azımsanamayacak
bir kesim tarafından benimsenmekte. 2004 yılında ABD’de yapılan bir ankete göre
nüfusun sadece yüzde 35’i evrim teorisinin bilimsel kanıtlarla desteklendiğini
düşünüyor. (</span><span lang="EN-US" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt;"><a href="http://www.gallup.com/poll/21814/evolution-creationism-intelligent-design.aspx"><span lang="TR">http://www.gallup.com/poll/21814/evolution-creationism-intelligent-design.aspx</span></a></span><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">). <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Bir çok biliminsanina göre bu inanış halkın teori kavramını yanlış
yorumlamasından kaynaklanmakta. Teori kavramının yaygın olarak 3 ana kategori
ile karıştırıldığını görmekteyiz: a) hipotez, b) kanun (law). c) hakikat
(fact), Bu yazımızda bilimin teori
tanımının sınırlarını çizerken bu 3 kavramdan farklılıklarını ortaya koymaya
calışacağız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">1) Teori ve Hipotez<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">2009 yılında çıkan kitabi “the Greatest Show on Earth” kitabında ünlü
evrimsel biyolog Richard Dawkins’e göre problem, evrim teorisi ile ilgili
tartışmalarda yaratılışcıların teoriyi farkli anlamlarıyla kullanmasından
kaynaklanıyor. Oxford İngilizce Sözlüğü’ne göre teori kelimesinin iki farkli
karşılığı bulunmakta. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">1. Anlam: Bir grup fenomen veya hakikatın açıklaması olarak görülen
fikirler veya ifadeler sistemi; deneysel gözlemle doğrulanmıs yada belirlenmiş
ve bilinen gerçekleri açıkladığı kabul edilmis hipotez.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">2. Anlam: Bir açıklama olarak ortaya atılmış hipotez; sadece bir hipotez,
spekulasyon, varsayım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Görüldüğü gibi iki anlam arasında en ciddi fark 1. anlama göre teorinin
doğrulanmış 2. anlama göre ise sadece bir varsayım ya da hipotez olması. Buna
uygun olarak hipotezin Webster İngilizce Sözlüğüne göre karşılığı da “amprik ya
da mantıksal sonuçlarını test edebilmek ya da ortaya çıkarabilmek için ortaya
atilmis <i>değişebilir bir varsayım</i>”. Benzeri
bir fark Türk Dil Kurumu sözlüğünde de göze çarpıyor. Türk dil kurumu’nun teori
(kuram) için önerdiği anlamlardan ikisi şu şekilde:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">1. Anlam: Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir
bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü, nazariye, teori.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">2. Anlam: Belirli bir konudaki düşüncelerin, görüşlerin bütünü<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Türk Dil Kurumu’na göre de teorinin birinci anlami doğrulanmış bilimsel
kurallar bütününe yakınken, ikinci anlami teoriyi sadece bir “görüş”e
indirgiyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Dawkins’e göre yaratılışcılar teoriyi ikinci anlamıyla kullanmakta ve
anlamakta ısrarci. Belki de bunun başlıca sebebi kamuoyunda bilimsel metod ile
ilgili yaygın olarak bulunan yanlış inanışlar. Örneğin, gazetelerde sıkca bir
teorinin kanıtlandığı veya kanıtlanmadığına ilişkin haberler görürüz. Oysa
bilimsel topluluk kanıtlama kelimesinden özenle kaçınır çünkü deneyler ve gözlemler
bir teoriyi ancak yanlışlayabilir veya yanlışlamayı başaramaz ve bu durumda da
destekler. Bu denklemde hakikat (fact) sadece deneysel gözlemlerin sonucudur
(bu konuya aşağıda daha geniş deyineceğiz). Bir başka deyişle hiçbir bilimsel
veri bir teoriyi kanıtlamaz sadece destekler veya çürütür<sup>1</sup>. Bilimsel
calışmanın genel amacı varolan teoriyi vargücüyle çürütmeye çalışmaktır.
Dawkins’in de kitabında belirttiği gibi, bir teoremin kanıtlanabileceği ve
kanun haline gelebileceği tek alan matematiktir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Bilimsel disiplinlerde en güçlü teoriler dahil olmak üzere her teorinin
günün birinde potansiyel olarak çürütülme olasılığı vardır. Dawkins bu tür
teorilere örnek olarak gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü öngören
heliosentrik güneş sistemi teorisini gösteriyor. Heliosentrisizm milattan önce
3. yüzyılda Samoslu Aristarchus tarafından ortaya atılmıs ve o günden bu yana
da çürütülemediği için halihazırda geçerli bir teori olarak kabul edilmektedir.
Buna göre heliosentrik teoriyi, teorinin ikinci anlamında kullanmamiz ve sadece
bir spekülasyon olarak tanımlamamız makül olmayacaktır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Bilimsel olarak en kararlı ve rahat şekilde takip edilip uygulanabilinecek teorilerden
biri olsa dahi, heliosentrisizm bile bir gün çürütülebilir. Buna rağmen heliosentrik
teori bugüne kadar defalarca sınandığı fakat çürütülemediği, aksine
desteklendiği için bir gün geçerliliğini yitirebileceğini varsaysak bile
pratikte bütün planlarımızı bu teori uzerine inşa edebiliriz. Örneğin, NASA
uzay aracı Curiosity’i Mars’a gönderirken Mars’ın güneş etrafında döndüğünü ve
yarın da döneceğini kabul ederek hesaplamalarını yapar. Bir başka deyisle iyi
sınanmış teoriler bir hipotez (2. anlam) olarak değil üzerine büyük planların
inşa edilebileceği kadar sağlam fikir sistemleri (1. anlam) olarak görülürler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Darwin’in evrim teorisi de dünya üzerinde yaşamın açıklanması konusundaki
tartışmasız en iyi sınanmış ve desteklenmiş teoridir. Bunun en büyük nedeni,
evrim teorisinin ve öngörülerinin yüz yıldan uzun bir süredir yanlışlanamamasıdır.
Bir diğer deyisle yaratılışcıların beklediği gibi evrim teorisinin tümüyle tek
bir deneye bağlı olarak kanıtlanması bilimsel metoda ve bilim felsefesine uyum
göstermez. Tıpkı heliosentrik teori gibi evrim teorisini de teorinin ikinci
anlamıyla sadece bir görüş ya da hipotez olarak tanımlamak da evrimin birgün
çürütülemeyeceini iddia etmek de mümkün değildir. Sonuç olarak evrim teorisi
büyük bir açıklayıcı ve öngörücü güçle çürütülebileceği güne kadar gerçerliliğini
korumaya devam edecektir.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvNdnUchI2YF2N2QhhDmtjRZ00l8joib4WXLPCjsx3PzkdVq4JDk2SEfgFotx25BTsSg080t62ek5pU26vLsY05v932RNNpet4cYyGlo8opW_FhGtQZaQOKTD2L-lxJPItIcvgoeb1D-E/s1600/aristarchus-1.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvNdnUchI2YF2N2QhhDmtjRZ00l8joib4WXLPCjsx3PzkdVq4JDk2SEfgFotx25BTsSg080t62ek5pU26vLsY05v932RNNpet4cYyGlo8opW_FhGtQZaQOKTD2L-lxJPItIcvgoeb1D-E/s320/aristarchus-1.jpeg" width="223" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: small; text-align: start;">Samoslu Aristarchus</span></td></tr>
</tbody></table>
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">2) Teori ve Kanun<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"> Evrim teorisi ile ilgili tartışmalarda
bilim felsefesinin temel kavramlarının yanlış kulanımı, teorinin farklı
anlamlarının karıştırılmasıyla sınırlı değildir. Sıkça karsılastığımız bir başka
durum da, teorilerin ispatlandigi zaman kanuna dönüştüğü yanılgısıdır. Özellikle
y<span style="background: white; color: #121419;">erli akıllı tasarımcıların diline
pelesenk olmus hali su sekildedir: <o:p></o:p></span></span><br />
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><span style="background: white; color: #121419;"><br /></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="background: white; color: #121419; font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">…<i>evrim
bir teoridir. Yerçekimi kanunu gibi ispatlanmış bir kanun değildir</i>.<span class="apple-converted-space"><o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="background: white; color: #121419; font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="apple-converted-space"><span style="background: white; color: #121419; font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"> </span></span><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Halbuki bilim felsefesinde
kanun ve teori arasında bu türden bir ilişki yoktur. Bilim felsefesine göre
kanun; çeşitli olgularin birbirleriyle ilişkileri üzerine kurulmuş deneylerle
ispatlanmış matematiksel bir presiptir. Teori ise çesitli kanun ve olgulari bir
bütün içinde açiklayan sistemdir. Bu bağlamda modern evrimsel sentez, türleşme kavramını,
Mendel kanunlarını ve başka ampirik verileri kullanarak açıklama hedefindeki
bir teoridir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Kanunların, teorilerden farklı olarak hedef aldıkları fenomenlerin neden gözlemlendiği
şekilde davrandığını açıklamak gibi bir iddiasi yoktur. Örneğin Newton’nun
evresel kütleçekim kanunu kütleler arası çekim gücünün matematiksel olarak
ifade edilmesidir ve kısaca iki kütle arasındaki kuvvetin, kütlelerin capıyla
doğru, aralarındaki mesafenin karesi ile ters orantılı olduğunu belirtir. Bu
kanunun iki kütlenin neden birbirini çektigi ile ilgili bir açiklamada
bulunmaz. Eğer bulunsaydı, yani matematiksel bir formül olmanın ötesinde
kütlelerin neden birbirini çektigi ile ilgili fikir yürütseydi kanun değil
teori olarak adlandırılırdı. Tam da bu sebepten ötürü, bugün kütlelerin neden
birini çektiğini açiklamaya çalisan kuram Einstein’nin Genel Görelilik Teorisi
olarak adlandırılıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Yukarıda bahsi gecen <span style="background: white; color: #121419;">“…evrim
bir teoridir. yerçekimi kanunu gibi ispatlanmış bir kanun değildir” önermesinin
tek hatalı tarafı kanun ve teori kavramlarının bağlam dışı kullanılmasından
ibaret değildir. </span>Newton’nun evresel kütleçekim kanunu, fiziğin pratik
uygularmalarında son derece kullanıslı bir kanun olsa bile, atom altı
parçacıkların hareketlerini açiklamakta yetersiz kalmıştır. Ayrıca, Newton
sonrasında gözlemlenen Merkür’ün yörüngesel hareketlerindeki sapmalar kütle
çekim kanunun matematiksel önermeleri ile çelişmektedir. Kısaca, Newton’nun
evresel kütleçekim kanunu, yanlışlığı ispatlanmış bir kanundur. Ancak günlük hayatta son derece pratik
uygulamaları olduğu için bilim çevrelerinde halen kütle çekim kanunu olarak
adlandırılmaktadır. Bu ilginç durum da, teoriler kanıtlanınca kanuna dönüşürler
önermesinin aslında ne kadar hatalı olduğunu göstermektedir. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span>
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRTPILt9uc4XzX4gZmA60dmMa5Xsm0Hl_LFILrdMrglshcrPdV010siBLOuBsSQ697d5YxSfnmKbhC8EJ35qsZG1xEtzEqihLkmWQ0aqGgd06xgPetmK50ZYtEBGx9hrXLkl2QbVq16jM/s1600/merc_adv.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="285" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRTPILt9uc4XzX4gZmA60dmMa5Xsm0Hl_LFILrdMrglshcrPdV010siBLOuBsSQ697d5YxSfnmKbhC8EJ35qsZG1xEtzEqihLkmWQ0aqGgd06xgPetmK50ZYtEBGx9hrXLkl2QbVq16jM/s320/merc_adv.gif" width="320" /></a></div>
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">3) Teori ve Hakikat</span></i><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Sıkça karsılaştığımız bir başka hata da hakikat/olgu (fact) kavramının
günlük kulanımı ile bilim felsefesi açısından kullanımının karıştırılmasıdır. Teori-kanun
ilişkisinin yanlış kullanımdaki gibi akıllı tasarımcılar evrimin sadece bir
teori olduğu, ispatlanmiş bir olgu olmadini söylemektedirler. Oysa bilim felsefesine göre olgular deneylerle
ispatlanabilen gözlemlerdir. Dolayısıyla, teori kavramı olgu kavramını kapsar,
çünkü yukarıda da bahsedildiği gibi teori, “sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok
olguyu (hakikati) açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü…”
olarak tanımlanır. Kısacası, evrim teorisinde olduğu gibi, teorileri
destekleyen bir cok olgu vardır. Ayrıca tek başına bir olgu teorinin karşısında
olsa bile bilimsel metodoloji teorinin terk edilmesi gerektiğini dikta etmez. Hatta
deneysel olarak ispatlanmiş güçlü bir olgu, teorinin karşısında olabilir ama bu kısa vadede teori
icin sorun teşkil etmez. Bir teori için yıkıcı olabilecek durum farklı
kaynaklardan gelen olguların organize bir biçimde birikerek teorinin varsayımların
çürütmesidir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Konu ile ilgili evrim teorisinin tarihinden bir örnek vermek gerekirse, Dünya'nin
yasi ile ilgili ilk fiziksel bulgular evrim teorisini tamamen yanlışlar
nitelikdeydi. Hatta donemin ünlü fizikçilerinden Lord Kelvin Dünya'nın soğuma
hızı ile ilgili matematiksel hesaplar yapıp (ve bunu deneysel gözlemle de kanıtlayip)
Dünya’nın yaşının 20 ila 100 milyon yıl arasında olması gerektiğini bulmuş,
dolayısıyla da evrim teorisinin yasamsal çeşitliliği açıklayamacağı sonucuna
varmıştır. Kelvin’nin deneylerle desteklenen bu bulgusu, günümüzde akıllı
tasarımcıların ortaya attıkları bilimsel bulguların (!) aksine 1862’den 1898’e
kadar evrim teorisinin geçerliliği açısından çok ciddi soru işaretleri doğurmuştur.
Ancak 1898’de Radium’un, dolayısıyla radyoaktivitenin, bulunmasıyla birlikete
Kelvin’in Dünya’nın sogumasi ile hesaplamalarının yanlış olduğu ortaya çıkmış
ve daha sonraki radiometrik bulgular Dünya’nın yaşının 4.5 milyar olduğunu
göstermiştir. Bu tarihsel örnek izole olgular ile teoriler arasindaki
hiyerarşik ilişkiyi açıklaması açısından önemlidir. Ayrıca, günümüzde evrim
teorisinin biliminsanlari tarafından bu kadar çok rağbet görmesinin en önemli
sebeplerinden bir tanesi de az önce verdigimiz örnekte olduğu gibi, bir çok
farklı alanda girdiği bilimsel tartişmalardan hep anlının akıyla çıkmasıdır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzP8lVyGC8lmHN8MP4M4nyifaZVDMoLDeH9AetkHcuTF8FzRTujnq_P6s_GNrUadJCHstvBGhZPNpPgIx6vAAUlI0jf341pNvHosZ0L2LKrvwaq_WTa28hQImOv4JIrywfLKjM0gqU81o/s1600/Capture.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzP8lVyGC8lmHN8MP4M4nyifaZVDMoLDeH9AetkHcuTF8FzRTujnq_P6s_GNrUadJCHstvBGhZPNpPgIx6vAAUlI0jf341pNvHosZ0L2LKrvwaq_WTa28hQImOv4JIrywfLKjM0gqU81o/s320/Capture.JPG" width="235" /></a></div>
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Sonuc<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;">Yazının başında da değindiğimiz gibi evrimin bir teori olduğu ve bir gün
gelip de yanlışlanma ve yeni bir teori tarafından yerinden edilme olasılığını kabul
etmek bilimsel ve skeptik düşüncenin gereğidir. Hatta daha da ileri gidecek
olursak, akıllı tasarım düşüncesinin evrim teorisine alternatif bir bilimsel
teori haline gelmesi de mümkündür. Buna rağmen bugün elimizde bulunan bilimsel
birikim ile yüz yılı aşkın bir süredir sınanagelmiş Darwinci evrim teorisi halihazırda
bir teorinin ulaşabileceği en güçlü noktalardan birine ulaşmıstır. Bu seviyede
bir teori akıllı tasarımcıların anladığı anlamıyla kimsenin gerçekliğinden emin
olmadığı bir fikirden çok daha güçlü, üzerine inşa edilmis birçok bilim dalıyla
nüfuzlu ve güvenilir bir fikir sistemidir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: right; text-indent: 36pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR;"><b>Güneş Kutlu, Onur İyilikçi</b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 36pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<sup><span style="font-size: 8.0pt; mso-ansi-language: TR;">1</span></sup><span style="font-size: 8.0pt; mso-ansi-language: TR;"> Amerikali bilimsel tarihci Thomas Kuhn’a gore bilimsel bir paradigmaya
uygun olmayan gozlemler oncelikle sadece anomali olarak tanimlanir. Ancak bu
anomalilerin paradigmanin aciklayabildigi gozlem sonuclarindan daha fazla
olmasi durumunda yeni bir paradigmaya gecis olusur (paradigm shift<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=1484872129400273491" name="_GoBack"></a>).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 8.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 8.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUnoeniF7nU8DssxsQs59bE_Iuk-3QpBeRWIWzb_2OZJfexlwWcF9VxjH8ZMj8ymDUXtW_cskpsVfnJ6y0Sp3CFba8Wcz_fxhFqofOaln5pVe8ByOly5r5RwKCitQAejTHwqQSCumygNs/s1600/598px-Darwins_first_tree.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUnoeniF7nU8DssxsQs59bE_Iuk-3QpBeRWIWzb_2OZJfexlwWcF9VxjH8ZMj8ymDUXtW_cskpsVfnJ6y0Sp3CFba8Wcz_fxhFqofOaln5pVe8ByOly5r5RwKCitQAejTHwqQSCumygNs/s320/598px-Darwins_first_tree.jpg" width="318" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 8.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 8.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 8.0pt; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
Onurhttp://www.blogger.com/profile/14934906437914151632noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-52116714589278562042013-02-15T05:22:00.003+02:002013-02-15T05:29:03.282+02:00Mantıklı Sıçanlar Pavlov’un Sıçanlarına Karşı<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Mantıklı Sıçanlar Pavlov’un Sıçanlarına
Karşı<o:p></o:p></span></b></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<i><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Science</span></i><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">
dergisinin Şubat 2006 sayısında Blaisdell, Sawa, Leising ve Waldmann imzasıyla çıkan
makale karsılaştırmalı psikoloji alanında halen süren bir tartışmayı da
beraberinde getirdi. Blaisdell ve arkadaşları deneylerinden hareketle sıçanların
kendi eylemlerinin sonucundaki olayları sadece gözlemledikleri olaylardan ayırt
etme ve böylelikle nedensel mantık yürütme yetisine sahip olduğunu iddia
ediyorlardı. Bu büyüklükte bir iddiaya karşı
argüman olarak birçok bilim adamı bahsi geçen deney sonuçlarının sıçanların mantık
sahibi hayvanlar olduğunu zorunlu olarak göstermediğini ileri sürdü. Bu tartışmanın
saflarını ve argümanlarını daha ayrıntılı anlatmadan önce deneyin kendisine bir
göz atalım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Blaisdell ve ark. deneylerinin ilkinde sıçanlara ışık (I) ve zil sesi (Z) uyaranlarını
ve ışık –yemek (Y) ikilisini her iki durumda da ışık önce gelecek şekilde
verdiler (I-->Z, I-->Y, bkz. Figür 1). Yazarların burada bekledikleri, sıçanların
ışığı hem zilin hem de yemeğin öncülü ya da nedeni olarak algılamalarını sağlamaktı.
Bu eğitim dizaynına “Ortak Neden” dizaynı denmektedir. Bu sürecin sonunda sıçanlar
zil sesini duyduklarında ortak neden olan ışıktan dolayı beslenme kabında yemek
bekleyeceklerdir. Buna karşılık aynı sıçanlar beyaz gürültü uyaranının (B) doğrudan
yemekle eşlendirildiğini öğrendiler (B-->Y, Figür 1). Bu eğitime de “Doğrudan
Neden” ismi verilmektedir. Test fazında deneklerin 4 koşulda yemek beklentileri
(beslenme kabına giriş sayısı) test edildi. İlk koşulda sıçanlar zil sesini gözlemlediler
(Ortak Neden-Gözlem, ON-G); ikinci koşulda sıçanlara beyaz gürültü verildi (Doğrudan
Neden Gözlem, DN-G). Diğer iki koşul için test kafeslerine sıçanların ön ayaklarıyla
basabilecekleri levyeler ilave edildi. Bu iki koşulun ilkinde sıçanlar levyeye bastıklarında
zil sesini harekete geçirebildiler (Ortak Neden-Müdahale, ON-M), ve diğerinde
levyeye basarak beyaz gürültüyü harekete geçirebildiler (Doğrudan Neden-Müdahale,
DN-M). Özet olarak sıçanlar ON-G ve DN-G koşullarında uyaranları pasif olarak gözlerken
ON-M ve DN-M koşullarında yemek anlamına <o:p></o:p></span><span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">geldiğini öğrendikleri
uyaranlara kendileri müdahale edebilme şansına sahiptiler. Test koşullarında beslenme
kabı koşullu tepkiyi ölçmek için boş bırakıldı.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxp2sKqbGKWw4QyBXt7YOYEqAuM1_iB3NJDwIfaI_ynI5JxDHRt3IFa6YmF0o3yEgowIf-vsQVP7XNBklEZM7XPG_x8NbKPXtF6VI_30db4C7NtOyraicttoa_n7IIssXR73_jI9MaaTI/s1600/sicanlar1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="412" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxp2sKqbGKWw4QyBXt7YOYEqAuM1_iB3NJDwIfaI_ynI5JxDHRt3IFa6YmF0o3yEgowIf-vsQVP7XNBklEZM7XPG_x8NbKPXtF6VI_30db4C7NtOyraicttoa_n7IIssXR73_jI9MaaTI/s640/sicanlar1.jpg" width="570" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%; text-indent: 0.5in;">Figür 1 – Blaisdell ve ark. (2006) deney sonuçları yorumu.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Bahsi geçen düşünce sürecini gerçek hayattan bir örnekle netleştirmeye çalışalım.
Havanın bulutlu olması (Ortak Neden) en azından iki sonucu beraberinde getirir:
yağmur yağışı ve hava basıncını gösteren barometrede artış. Barometrede artışı gördüğümüz
zaman havanın da bulutlu olduğunu varsayar ve yağmur bekleriz. Ama barometreye müdahale
edip göstergeyi suni olarak arttırdığımızda yağmur beklentisi içine girmeyiz.
Buna karşılık elektrik anahtarı açık konumdayken ışığın yanmasını gözlediğimiz
durumda (Doğrudan Neden) elektrik anahtarına müdahale etmenin yine aynı sonucu
doğuracağını bekleriz. Bu iki koşulda müdahalemizin farklı sonuçlar doğuracağını
beklememiz nedensel mantık süreci sonucunda otomatikleştirdiğimiz bir şekil almıştır
ve çoğumuz günlük hayatımızda bu tür durumlara ayrıntılarını düşünmeden doğru
tepkiler verebiliriz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Deneye geri dönecek olursak, eğitimleri gereği sıçanların zil sesi veya
beyaz gürültüyü gözlemledikleri koşullarda yemeğin beslenme kabında belirmesini
beklemeleri gerekir. Zil sesi duyduklarında ışığı görmeseler dahi zil sesini ışığın
bir sonucu olarak öğrendikleri için ışığın başka bir ortamda yandığını ve dolayısıyla
yemeğin de ışığın sonucunda geldiğini düşünürler (Aslında yazarların bu “düşünce
süreci” yorumu tartışmaya açıktır. Böyle bir nedensel ilişki “duyusal ön
şartlandırma” gibi tamamen Pavlovcu bir mekanizmanın sonucu olarak da ortaya çıkabilir.)
Bunun yanında nedensel mantığa göre beyaz gürültüye müdahale ettiklerinde (elektrik
anahtarını çevirmeye benzer olarak) sıçanların bu uyaranı yemeğin doğrudan
nedeni olarak öğrendikleri için yine yemek beklemeleri gerekmektedir. Ve asıl
önemlisi, eğer sıçanlar nedensel mantık yetisine sahiplerse zil sesine müdahale
ettiklerinde (barometreye müdahale etmeye benzer olarak) aynı beklenti içinde olmamaları
gerekir. Bunun nedeni şudur: Sıçanlar zil sesini müdahaleleri sonucu ortaya çıkarabildikleri
zaman yemeğin gerçek nedeni olan ışığın yanma zorunluluğu (ve dolayısıyla yemeğin
ortaya çıkma zorunluluğu) ortadan kalkar. Deneyin sonucu sıçanların gerçekten
de nedensel mantığa uygun davrandığını göstermiştir: Sıçanlar zil sesini gözlemledikleri
ve beyaz gürültüyü hem gözlemledikleri hem de müdahale ettikleri durumlarda beslenme
kabında yemek beklerken, zil sesine müdahale ettikleri durumda diğer üç duruma göre
daha az yemek beklemişlerdir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Deneyin 2006 yılında yayınlanışından sonra sıçanların bu davranışının gerçekten
bir nedensel mantık yürütme sürecinin sonunda mı yoksa daha basit Pavlovcu şartlandırma
mekanizmalarının sayesinde mi olduğu tartışma konusu olmuştur. Sıçanların
nedensel mantık sahibi oldugunu söylememiz için Blaisdell ve arkadaşlarının sonuçlarının
nedensel mantık kurallarının uygulamada olmadığı ve sadece Pavlovcu şartlandırma
kurallarıyla çalışan bir mekanizma tarafından tekrarlanamaz olmasını bekleriz. Bu
tartışmanın Pavlovcu kampından cevap <i>Journal
of Experimental Psychology: Animal Behavior Processes</i>’in bu ayki (Ocak
2012) sayısında çıkan bir makale ile geldi. Kutlu ve Schmajuk (2012) tamamen
Pavlovcu mekanizmalara göre çalışan bir yapay sinir ağına Blaisdell ve arkadaşlarının
(2006) sıçanlara öğrettikleri Ortak Neden ve Doğrudan Neden dizaynlarını öğretmişler
ve test aşamasının müdahale durumlarında levyeyi bir başka uyaran olarak varsaymışlardır.
Kutlu ve Schmajuk’un simülasyonları yapay sinir ağının, nedensel mantık süreçlerine
sahip olmadığı halde, tamamen Blaisdell ve arkadaşlarının sıçanları gibi davrandığını
göstermiştir. Simülasyonun sonucuna göre eğitim fazında sıçanlar direkt olarak yemeği
öngören beyaz gürültüye, dolaylı olarak yemeği öngören zil sesine göre daha çok
dikkat göstermektedir. Test fazında ise sıçanlar müdahale durumlarında levyeye basmanın
zil sesi ve beyaz gürültünün öngördüğü yemeği engellediğini çabucak öğrenmiş ve
levyeye bastıkları durumlarda uyaranlara, gözledikleri durumlara göre, daha az koşullu
tepki göstermişlerdir. Bu durum Ortak Neden gözlem ve müdahale durumlarındaki
sonucu açıklamaktadır. Doğrudan Neden durumunda ise sıçanlar çok dikkat
ettikleri beyaz gürültünün test durumunda yemek öngörmediğini (sönme), daha az
dikkat ettikleri zil sesine göre çok daha hızlı öğrenmişlerdir. Bu durumda Doğrudan
Neden koşulunda gözlem ve müdahale koşulları arasındaki fark hızla kapanmaktadır
(bkz. Figür 2). <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwD2qUh7aM_CLOiE7dMFdaWNsHJEoecLNe9mDf6ybXsWr4dTIocqiVU2QyyDZwXq-pHRhb7HFl3ElvthUjFljaTvPYHwhee8fh3LSkFSSsz7DyjdywqdXL8uAI8gDG0cWmuXR3P3hQRpI/s1600/sicanlar2.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="414" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwD2qUh7aM_CLOiE7dMFdaWNsHJEoecLNe9mDf6ybXsWr4dTIocqiVU2QyyDZwXq-pHRhb7HFl3ElvthUjFljaTvPYHwhee8fh3LSkFSSsz7DyjdywqdXL8uAI8gDG0cWmuXR3P3hQRpI/s640/sicanlar2.jpg" width="570" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Figür 2 – Kutlu ve Schmajuk’un Blaisdell ve ark. (2006) sonuçlarıyla ilgili
yorumu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Özet olarak Kutlu ve Schmajuk’un bu çalışmasına göre sıçanlar bir mantık
yürütme sürecine bağlı olarak değil, müdahalelerinin uyaranların öngördükleri
sonucu engellediğini öğrendikleri ve daha çok dikkat gösterdikleri beyaz
gürültünün sönmesini daha az dikkat gösterdikleri zil sesine göre daha hızlı öğrendikleri
için bu tür bir davranışta bulunmuştur. Bu açıdan çalışmanın sonuçları
Blaisdell ve arkadaşlarının “mantıklı sıçanlar” yorumunun kaçınılmaz olarak doğru
olmadığını göstermiştir. Yine de Kutlu ve Schmajuk’un yorumunun da kaçınılmaz
olarak doğru olmadığını da aklımızda bulundurmamız gerekmektedir. Bu sebeple, şimdilik
Blaisdell’ın sıçanlarının gerçekten mantıklı davranmayı bildiği için mi, yoksa
tamamen basit şartlanma ilkelerine göre mi bu tür bir davranış içine girdikleri
bir muamma. Kutlu ve Schmajuk’un makalesi ve İngiltere’den Dwyer ve arkadaşlarının
(2009) Blaisdell’in deney sonuçlarını tekrarlayamaması üzerine şimdilik gözler
Blaisdell ve grubunun sıçanlarda nedensel mantık için göstereceği yeni kanıtlara
çevrildi. Diğer iki alternatif açıklama ise mantık ve Pavlovcu mekanizmaların
birlikte çalışma halinde olabilecekleri ya da Pavlovcu mekanizmaların mantıksal
becerilere temel teşkil edebilecekleri yönünde. Fakat bu açıklamalardan birini
diğerlerine göre öne çıkaracak, sıçanların “mantıklı sıçanlar” mi “Pavlov’un sıçanlar” mı olduğunu gösterecek
deneysel sonuçları beklemek durumundayız.
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Kaynaklar<o:p></o:p></span><br />
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Blaisdell, A. P., Sawa, K., Leising, K. J., &
Waldmann, M. S. (2006). Causal reasoning in rats. <i>Science, 311</i>,
1020-1022.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Dwyer D. M., Honey, R. C., & Starns, J. (2009)
"Causal reasoning" in rats: A re-appraisal. <i>Journal of
Experimental Psychology: Animal Behavior Processes, 35,</i> 578-586.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Kutlu, M. G., & Schmajuk, N. A. (2012).
Classical conditioning mechanisms can differentiate between seeing and doing in
rats. <i>Journal of Experimental Psychology: Animal Behavior Processes, 38, </i>84-101.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: .5in;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
kutluguneshttp://www.blogger.com/profile/10235421284026080385noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1484872129400273491.post-81169650206332090412011-12-20T16:22:00.010+02:002011-12-20T18:39:41.322+02:00Basit Memelilerin Empati Kurması Mümkün mü?<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0pt; text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCx-OWxD3-o0Cob7BPhwP02rp462naXjR0HcDS7-kELO4HuDrwfprs6g1oGQZw3rkxtFTWICrMWBWOjDZY_Lv3IaM00a-mJLiN8DjY3_2Omv1qL5Ww-ePNqV_RAss7SZSwM2Ew21jbCdA/s1600/Husky_rat.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; cssfloat: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="133px" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCx-OWxD3-o0Cob7BPhwP02rp462naXjR0HcDS7-kELO4HuDrwfprs6g1oGQZw3rkxtFTWICrMWBWOjDZY_Lv3IaM00a-mJLiN8DjY3_2Omv1qL5Ww-ePNqV_RAss7SZSwM2Ew21jbCdA/s200/Husky_rat.jpg" width="200px" /></a><span style="font-family: 'Times New Roman', serif;"><span style="line-height: 18px;"> </span></span></div><span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 16px; line-height: 18px;">Birçok primat türünün aksine fareler ve sıçanlar gibi kemirgen memelilerde empati gibi sosyal-duygusal diye nitelendirebileceğimiz davranışların çok gelişmediği inanışı yaygındır. Bu yıl Chicago Üniversitesi’nden Bartal, Decety ve Mason’ın </span><i style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 16px; line-height: 18px;">Science</i><span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 16px; line-height: 18px;"> dergisinde yayınladığı <strong><a href="http://www.sciencemag.org/content/334/6061/1427.abstract">çalışmaları</a></strong> bu inanışın yersiz olabileceğine dair bir kanıt niteliğinde. Bartal ve arkadaşlarının deneyleri sıçanların diğer grup bireylerinin sıkıntı gibi duygularını anlayabildiğini ve ortada hiçbir ödül yokken sıkıntıda olan diğer grup üyelerini bu durumlarından kurtarmayı öğrenebildiklerini gösteriyor.</span> </div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"> </div></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bu deneyde iki sıçan öncelikle 2 hafta süresince aynı kafeste tutuluyorlar. Test sırasında bu sıçanlardan biri serbest olarak boş bir arenaya bırakılıyor. Bu arenanın ortasına ise diğer sıçan hareket edemeyeceği kadar küçük ve kapısı başka bir sıçan tarafından açılabilecek şekilde dizayn edilmiş saydam bir kafesin içine konulmuş halde bırakılıyor.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1vhicooT6b8zH6wnCo7W4c8Pr1xXcN1k4rgoyRCWZyUw6R_bYNutGkzECXuRWwkQxxn2u1lLMiiPdxwpwj-hOFR6GImz9ZkoqVcsDt_6Vs17IvOUsvh5PhCaP8pAC8PbRMEDIDi6fpPE/s1600/arena-kafes.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="208px" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1vhicooT6b8zH6wnCo7W4c8Pr1xXcN1k4rgoyRCWZyUw6R_bYNutGkzECXuRWwkQxxn2u1lLMiiPdxwpwj-hOFR6GImz9ZkoqVcsDt_6Vs17IvOUsvh5PhCaP8pAC8PbRMEDIDi6fpPE/s400/arena-kafes.jpg" width="400px" /></a></div> </div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><span lang="TR" style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Deney grubunun yanında 3 tane de kontrol grubu kullanılmış. Bunların ilkinde kafes boş olarak arenaya konuluyor, diğerinde kafesin içine oyuncak bir sıçan konuluyor ve bir diğer kontrol grubunda kafes boş bırakılıyor ve arenaya ikinci bir sıçan koyuluyor.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"> </div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><span lang="TR" style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Deneyin bulgularına göre deney grubundaki serbest sıçanlar ortalama 7 günde kafesin kapağını açıp içerideki sıçanı kurtarmayı öğrenirken, kontrol gruplarındaki sıçanlar kapıyı açmaya çalışmıyorlar. Buna ek olarak deney grubundaki sıçanlar kafesin etrafında kontrol gruplarına göre daha fazla vakit geçiriyor. Bu sonuç sıçanların davranışlarının sonucunda hiçbir ödül elde etmemeleri ve öncesinde hiçbir eğitim gerektirmemesi nedeniyle hayli ilginç. Bu sonuca bakarak sıçanlar için zor durumda olan bir türdeşlerini kurtarmanın sosyal bir ödül anlamına geldiği öne sürülebilir. Bu hipotezi test etmek için aynı çalışmanın bir başka deneyinde serbest sıçanlara iki kafesten birini seçme şansı verilmiş. Bu kafeslerin bir tanesine yine zor durumda olan bir başka sıçan, diğerine ise ödül olarak bir çikolata parçası konulmuş. Kontrol grubunda çikolata bulunan kafesin yanında sıçan bulunan kafes yerine boş bir kafes verilmiş. Bu deneyin sonuçları gösteriyor ki kontrol grubundaki sıçanlar ödüllü kafesin kapısını açmak için boş kafese göre daha az süre beklerken, deney grubundaki sıçanlar içinde başka bir sıçanın bulunduğu kafesin kapısını açmak için ödül kafesinin kapısını bekledikleri kadar bekliyorlar. Bu deney sıçanların kendi grup üyelerini kurtarmayı yiyecek ödülü kadar tercih ettiğini gösteriyor. Son olarak yine aynı çalışmada erkek ve dişi sıçanlar arasında empati davranışının farklılığı incelenmiş. Bu deneyin sonucuna göre dişi sıçanlar kafeste kısılı kalmış dişi sıçanların yardımına erkeklerin diğer erkek sıçanların yardımına koştuğundan daha hızlı koşuyor. Daha ilginci, bütün dişi sıçanlar kapıyı açıp “arkadaşlarını” kurtarmayı öğrenirken bazı erkek sıçanlar 12 günlük test süresince bu davranışı hiç öğrenemiyor. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"> </div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><span lang="TR" style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bartal ve arkadaşlarının bu çalışması sıçanlarda empati davranışını ilk kez göstermesi nedeniyle ilgiye değer. Görünüşe göre sıçanlar kafeste sıkışmış bir başka sıçanı kurtarmak için yüksek bir motivasyonla hareket ediyorlar ve bu motivasyon bir ödülü elde etme motivasyonu kadar güçlü. Tabii alternatif açıklamalar da mümkün. Örneğin, bir sıçanın varlığı her zaman diğer sıçanlar için ilginç ve incelenmesi gereken bir olaydır. Genellikle sıçanlar bu ilgilerini diğer sıçana yaklaşarak ve koklayarak gösterirler. Bu yaklaşma davranışı tesadüfi kapı açmalara yol açabilir. Ama yine de zamanla bu davranışın sürekli hale gelmesi için sıçanın bu davranışı öğrenme ve tekrar etme yönünde bir motivasyona sahip olması gerekir. Bu motivasyonun nasıl ortaya çıktığına dair bir <strong><a href="http://www.sciencemag.org/content/334/6061/1358.summary">yazı</a></strong> da yine aynı dergide Jaak Panksepp imzasıyla çıktı. Panksepp’e göre sıçanların empati davranışının nedeni ayna nöronlarının işleyişinde gizli. Ayna nöronları hem karşı tarafın hareketini gözlerken, hem de gözlenen hareketi tekrarlarken harekete gecen nöronlardır. Bu açıdan ayna nöronları karşı tarafın davranış ve hareketlerini kopyalama yetisine sahip olmamıza izin vermektedir. Buna ek olarak ayna nöronları insanların (ve yukarıda bahsi geçen deneyin sonuçlarına göre belki de sıçanların) karşı tarafın mutluluk, üzüntü veya sıkıntı gibi duygularını kendisininmiş gibi algılamalarına neden oluyor. Panksepp’e göre deney sırasında serbest sıçanlar ayna nöronları sayesinde kafese kapatılmış sıçanın sıkıntısını kendisininmiş gibi algılıyor ve cezaya ortak oluyor. Kapıyı açmayı öğrenerek hem kafesteki sıçanın hem de kendisinin sıkıntısını ve cezayı ortadan kaldırmayı öğreniyor. İşte tam da bu yüzden bu sosyal etkileşim serbest sıçanın kapıyı açmayı öğrenmesi için bir ödül görevi görüyor.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"> </div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><span lang="TR" style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bu sonuçlar 2006 yılında <a href="http://www.sciencemag.org/content/312/5782/1967.abstract"><strong>Jeffrey </strong><strong>Mogil</strong></a>’in acı çeken sıçanları izleyen diğer sıçanların acıya daha duyarlı hale geldiğini gösteren sonuçlarıyla da uyumlu. Fakat <strong><a href="http://www.nature.com/news/rats-free-each-other-from-cages-1.9603">Daniel Povinelli</a></strong>’ye göre Mogil’in ve Bartal ve arkadaşlarının sonuçlarında ortaya çıkan ve “bulaşıcı duygu” olarak tanımladığı sıçanların bu özelliği bireyin kendisini duygusal olarak bir başka bireyin yerine koyması olarak tanımlanan empatiden farklı. Yine Povinelli’ye göre, Bartal ve arkadaşlarının sonuçları sıçanların sıkıntı verici bir durumu hafifletmek için davranışlarını senkronize etmelerinden ibaret. Yine de Povinelli’nin bulaşıcı duygu tanımlamasının bizim bildiğimiz anlamda empatinin daha otomatik ve basit bir versiyonu olduğunu düşünmek mümkün. Povinelli asıl sorulması gerekenin bu davranışı neyin motive ettiği sorusu olduğunu savunuyor. Makalenin yazarları tarafından da dile getirilen ve Povinelli’nin de alternatif olarak ortaya attığı başka bir açıklama ise serbest sıçanı asıl motive eden şeyin kafeste sıkışmış sıçanın rahatsız edici yardım çığlıklarını durdurmak olduğu. Fakat makalenin yazarları bu açıklamayı yardım çığlıklarının genelde çok sık atılmadığı gerekçesiyle geçerli bulmuyorlar.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"> </div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><span lang="TR" style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Özet olarak Bartal ve arkadaşlarının bu çalışması sıçanların ve primatlara göre daha basit memelilerin düşündüğümüzden daha karmaşık sosyal ve bilişsel yeteneklerine ışık tutması açısından hayli ilgi çekici. <i>Science</i> makalesinin yazarlarından Peggy Mason’a göre insanlarda empati kurmak kültürel olarak gelişen bir şey değil. Aksine grubun yararı için evrimleşmiş sabit bir özelliğimiz. Bartal ve arkadaşlarının çalışmasının sonuçları da kültüre sahip olmadigi varsayilan canlılarda empatinin varlığını göstererek bu sosyal davranışın biyolojik temelli bir özellik olduğunu savunan fikre destek veriyor. [Ayrıca bak.: "<strong><a href="http://insandogasi.blogspot.com/2011/08/yardmsever-sempanzeler.html">Yardımsever Şempanzeler</a></strong>"]</span><br />
<br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"> Video 1</div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/9QdAH6qz240?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div><span style="font-family: 'Times New Roman', serif;"><span style="line-height: 18px;"> </span></span><br />
Video 2<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/WzE0liAzr-8?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div><span style="font-family: 'Times New Roman', serif;"><span style="line-height: 18px;"></span></span></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><br />
<br />
<span lang="TR" style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Kaynak:</span></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"><span lang="TR" style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><a href="http://www.sciencemag.org/content/334/6061/1427.abstract">Bartal, I. B.-A., Decety, J., & Mason, P. (2011). Empathy and pro-social behavior in rats. <i>Science, 334</i>, 1427-1430.</a></span></div><div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0in;"></div>kutluguneshttp://www.blogger.com/profile/10235421284026080385noreply@blogger.com2